Zirvede belirlenen yeni tehdit, beklendiği gibi "küresel terör" olarak saptandı. Washington'un ve Batının politik terminolojisine göre "küresel terör" ile "radikal islamcılık" hemen hemen aynı anlama geliyor. Böylece NATO'nun, söz konusu tehdidin alanı ve üssü kabul edilen coğrafyaya, yani Doğu'ya ve Güney'e doğru genişlemesi de kabul edilmiş oldu. NATO'nun yenilenen tanımına, konumlanmasına ve tehdit algılamasına göre, Türkiye'nin ittifak içindeki yeri de belirlendi. Türkiye artık terörle mücadelede "cephe ülkesi" ya da "merkez üs" olarak görev yapacak. Bir anlamda Soğuk Savaş döneminde Almanya'nın üstlendiği rol, stratejik değeri teyit edilerek bu dönemde Türkiye'ye biçildi.
Merkez üs olmak ne demek?
NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jamie Shea, Cumhuriyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu'nun sorularını yanıtlarken, zirvenin Türkiye'de toplanmasının nedeni olarak, "İstanbul pek çok anlamda NATO'nun gittiği yeni yönü simgeliyor" diyor ve şöyle devam ediyor:
"Avrupa'ya yoğunlaşan 'Soğuk Savaş NATO'su ile artık Kafkaslara ve Orta Asya'ya uzanan, tehdit ve meydan okumalara daha global yaklaşan, Afganistan'da olan, Irak'ta rol almaya hazırlanan, Akdeniz ve Ortadoğu'da işbirliği ve yeni inisiyatifler başlatan 'yeni NATO' arasında bir köprü İstanbul. İttifak faaliyetlerinin yeni merkez üssü İstanbul." (Cumhuriyet, 30.6.2004)
Türkiye'nin "Yeni NATO" içinde oynayacağı rolü biraz daha açması için, "Tek cephe ülkesi artık Türkiye mi?" şeklinde bir soru yöneltilince, Jamie Shea şunları söylüyor:
"Hayır. Çünkü 'cephe ülkesi' olmak, bölünmüş bir dünyanın ucunda olmaktır. 'Cephe ülkesi' sınır ötesinde, sınırları zorlayan düşman ima eder. Bunun doğru bir benzetme olduğunu düşünmüyorum. 'merkez üssü' kavramını tercih ederim... NATO'nun dünyanın gerisiyle kurmak istediği köprüleri, Türkiye'siz kurmak mümkün değil."
Pirus zaferi
Peki, zirveden çıkan kararlara bakıldığında ortaya çıkan tablo, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bakımından bir başarı, hatta zafer olarak nitelenebilir mi? Benimin yanıtım, 'hayır' olacaktır. Çünkü, yazının başında da belirttiğim gibi, durum "görünüşte" böyledir.
Şimdi isterseniz zirvede olup bitenlere biraz daha yakından bakarak fotoğrafın tamamını görmeye çalışalım.
NATO'nun yeniden kuruluşunun ele alındığı bu tarihi zirvede -ki 'tarihi' kavramı retorik olmanın ötesinde bir gerçeğe işaret etmektedir- bu emperyal ittifakın sadece ömrü uzatılmıştır. Alınan kararlar büyük ölçüde semboliktir. Amerika'nın bir başarısından söz edilecekse eğer, bu bir Pirus zaferinden ibarettir. NATO artık oksijen çadırındadır. Bu çadırdan çıkıp çıkmayacağı, ittifakın bundan sonraki dönüşüm çabalarının başarısına, küresel politik gelişmelere ve Atlantik'in iki yakası arasındaki rekabete, ilişkilerin seyrine ve çelişkilerin şiddetine bağlıdır.
Komik tehdit
Soğuk Savaş sonrasındaki NATO, Washington için, orta vadede karşısına çıkacak Avrupa merkezli küresel rakiplerini kontrol etmek için değerlendirdiği bir organizasyondan başka bir şey değildir. Bu amacın yanısıra, ABD'nin, dünyanın enerji havzalarına egemen olmak için NATO'yu kullanmak istediği ve bu yolla maliyeti paylaşmayı hesapladığı da açıktır. Değilse, NATO adına İstanbul zirvesinde yapılan yeni tehdit değerlendirmesi tek kelimeyle komiktir.
Düşünebiliyor musunuz, başta Amerika olmak üzere dünyanın en büyük ve rakipsiz askeri, ekonomik ve siyasal gücüne sahip Batılı devletler; bir takım İslam ülkelerinde de örgütlü olmasına karşın, esas olarak Afganistan'daki Torabora Dağlarına sıkışıp kalmış, merkez üssünü ve bütün lojistik kaynaklarını kaybetmiş El Kaide ile çeşitli Ortadoğu ülkelerine dağılmış birtakım silahlı örgütleri "baş tehdit" olarak belirliyorlar. Dahası, şu anda dünyadaki en büyük askeri-politik savaş aygıtı olan NATO'yu, bu yeni tehdit algılamasına göre yeniden tanımlamaya ve konumlandırmaya kalkıyorlar. NATO'nun kuruluş gerekçesini oluşturan Sovyetler Birliği ve sosyalist sistemin gücünü, nükleer savaş tehlikesini hatırladığımızda, yeni tehdit değerlendirmesinin neden "komik" olduğu da kolaylıkla anlaşılacaktır.
Amerika bu tehdit değerlendirmesini, teröre destek veren "haydut devletler" ya da başarısızlığa uğramış "serseri devletler" diye, görece daha sağlam temellere oturtmak istese ve bazı ülkeleri "şer ekseni" diye nitelese de, insanlığın önünde duran büyük resim pek değişmiyor.
Hedefler kararlar gerçekler
Şimdi; ABD'nin NATO için daha önce belirlediği ve İstanbul zirvesinde karar haline getirmeyi planladığı hedefler ile zirve sonuçlarını karşılaştırarak, İstanbul toplantısının ne ölçüde başarılı olup olmadığını değerlendirelim.
ABD'nin NATO nezdindeki daimi büyükelçisi Nicholas Burns, 4 Nisan 2004 günü İsveç'in başkenti Stockholm'de yaptığı konuşmada şöyle diyor:
"Daha basit bir şekilde ifade edecek olursak; NATO, geçmişte içeri doğru, Avrupa'nın kalbine, merkezine yönelik soğuk savaş tehditlerine odaklanmıştı. NATO gelecekte ise, küresel barışa yeni meydan okumaların filizlendiği, Güney ve Orta Asya'dan Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya kadar uzanan bir yay üzerindeki ülkelerde, Büyük Ortadoğu'da güvenliği sağlayabilmek için dışarıya yönelecektir." (Teori dergisi, Haziran 2004, Sayı:173)
Burns'ün bu sözleriyle, NATO Genel Sekreter Yardımcısı Shea'nın yukarıya aldığımız yaklaşımı arasındaki büyük benzerliği/ortaklığı bir yana koyarsak; her iki ismin ortaya koyduğu yukarıdaki hedefin zirvede bir ölçüde gerçekleştiği söylenebilir. Çünkü NATO, kuruluş ilkelerini ve başlangıç varsayımlarını İstanbul'da değiştirerek, artık bir savunma ittifakı değil, kendi sınırları dışına taşan ve başta "Büyük Ortadoğu" olmak üzere dünyanın her tarafına müdahale edecek bir savaş ve saldırı örgütü haline geldiğini ilan etmiştir. Gerekçe nedir? Terör örgütleri...
Çatlak giderilemedi
Ancak, bu şimdilik "kağıt üzerinde" böyledir. Kağıt üzerinde böyledir çünkü, ABD'nin bütün baskısına karşın, Almanya ve Fransa Irak'ta işgale ortak olmayı, dolayısıyla NATO'nun bu Amerikan operasyonuna katılmasını kabul etmemiştir. Bunun yerine, ortada olmayan Irak ordusunun ve polisinin eğitilmesi gibi "sembolik" bir kararla yetinilmiştir.
Dolayısıyla, zirveden Büyük Ortadoğu Projesi'ne (BOP) ve Irak'a ilişkin olarak çıkan kararların günü kurtarmaya yönelik olduğu söylenebilir. NATO, İstanbul zirvesinde Irak işgaline güçlü bir destek vermemiştir.
Burns, ikinci hedef olarak Atlantik'in iki yakası arasındaki, yani ABD-Kanada (İngiltere'de Atlantik ötesine dahil edilebilir) ile Avrupa Birliği arasındaki çatlağın giderilmesini belirtmektedir. İstanbul zirvesinde, AB'nin kendi askeri gücünü geliştirmesini engelleyecek yönde hiçbir karar alınamamıştır. Nicholas Burns AB'yi tehdit etmesine karşı Avrupa Güvenlik Savunma Politikası (AGSP) diye bilinen ve NATO'dan ayrı bir planlayıcı askeri karargah kurulmasını öngören karar yürürlüktedir. Özetle, İstanbul zirvesinde, NATO içindeki Irak çatlağı, dolayısıyla Atlantik'in iki yakası arasındaki rekabet devam etmektedir.
Almanya ve Fransa freni
Çeşitli belgeler, kaynaklar, haberler ve yorumlar karşılaştırmalı olarak incelenip değerlendirildiğinde, İstanbul zirvesindeki en büyük krizin ABD'nin, NATO'yu küresel planlamalarından bir araç olarak kullanma arayışı sırasında çıktığı söylenebilir. ABD'nin hem küresel rakiplerini etkisizleştirme hem de gezegene hakim olma stratejisinde NATO'yu askeri ve mali bir kaynak olarak kullanma çabası diye tercüme edilebilecek bu girişime Almanya ve Fransa'nın şiddetle karşı çıktığı anlaşılıyor. Zirvenin son günü yapılan Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi toplantısı bu yöndeki yoğun kulislere ve mücadelelere sahne oluyor. Sonuçta, Fransa ve Almanya ABD'nin bu girişimine set çekiyor.
Rusya tedirgin
ABD'nin hedeflerinden biri de NATO'nun Rusya ile olan ilişkilerini ilerletmekti. Oysa, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin İstanbul zirvesine katılmadı. Böylece, NATO-Rusya Ortaklık Konseyi toplantısı devlet başkanları seviyesi yerine dışişleri bakanları düzeyinde yapıldı. Rusya, NATO'nun Doğuya doğru genişlemesinden rahatsızlık duyduğunu, Kafkasya ve Orta Asya'yı faaliyet alanı olarak ilan etmesini kabul edemeyeceğini ortaya koydu.
NATO zirvesinde alınan en somut karar ise, Afganistan konusunda oldu. NATO Afganistan'a daha çok askeri güç göndermeyi ve egemenliğin Başkent Kabil dışına doğru yayılması için çaba sarf edilmesini kabul etti.
Sonuçta ortadaki tabloyu şöyle özetleyebiliriz; NATO zirvesinde ittifakın yeni tanımı, küresel konumlanması ve yeniden yapılandırılması konusunda görünüşte de olsa bir uzlaşma sağlandı. Onun dışındaki her konuda ancak sembolik kararlar alınabildi. En somut karar ise, Afganistan konusunda oldu. Bu anlamda, NATO'nun dağılma sürecinin eşiğinden döndüğünü ve fakat bu riski tam olarak atlatmadığını söyleyebiliriz. (MY/YS)