1770'de Viyana'da Avusturya Kraliçesinin emrinde olan Macar soylusu Wolfgang von Kempelen tarafından geliştirilen ve 1854'te Amerika Birleşik Devletleri, Philedelphia'da korunduğu müzede çıkan yangına "mat" olan "Türk", başında oturan ve dönemin Türk giysilerini taşıyan "robot-oyuncusu" nedeniyle "Türk" adını almıştı.
Üstelik o dönemde Avrupa'da satrancın bir "Türk oyunu" olduğu inancı yaygındı. Ayrıca, bugünün Batı insanından çok daha farklı olarak, o günün Avrupalısı Osmanlı-Türk dünyasına zenginliği, ihtişamı ve gizemleri nedeniyle hayranlıkla bakıyordu.
Bu sadece Osmanlı'nın yüzyıllardır süren askeri üstünlüğünden kaynaklanmıyordu. Avrupalılar, örneğin kendilerine o güne kadar yaşamadıkları hazları veren kahve ve tütünü Türkler sayesinde tanımışlardı.
Yani bu harika bilgisayarın oyuncusunu Türk gibi giydirmek ve ona "Türk" adını vermek yerinde bir karardı. Böylece günümüzde satranç oynayan bilgisayarların atası olan ilk makine "Türk" adıyla tarihe geçmişti.
Dünya satranç şampiyonlarından Garry Kaspapov'un bilgisayar rakibi "Deep Blue" adlı satranç programının ilk versiyonu olan bu makine, daha sonra yıllar süren Avrupa ve Amerika turnelerinde karşısına çıkanların büyük kısmını mat etmişti.
Bunlar arasında Napolyon Bonapart, Amerikalı yazar Edgar Allan Poe gibi dönemin ünlüleri, hatta kendi buluşlarıyla başkalarını hayretlere düşüren Benjamin Franklin de yer alıyordu.
İşte bir dönem Batıda "bir gün insan aklının yerini makineler alabilir mi?" sorusunu gündeme getiren bu "Türk"ü yeniden "yaratmak" Almanlara da nasip oldu.
Uzun yıllar sır olarak kaldı
"Türk"ün nasıl çalıştığı uzun yıllar sır olarak kalmış ama çözülememişti...
Masanın içinde bir gerçek oyuncu olduğunu tahmin edenler, kapakları açtığında içinde kimseyi bulamıyorlardı.
Türk giysili robotun içinde oyuncu bir "cüce" bulunduğuna karar verip, kaftanın altına bakanlar çarklar ve mekanik aksamla karşılaşınca hayal kırıklığına uğruyorlardı.
Sırrı çözemeyip, Türk'ün doğaüstü güçlerle çalıştığını düşünenler de vardı.
70 yıl boyunca, önce Avrupa'da, daha sonra da Amerika'da görenleri hayretlere düşüren bu sırrı çözen Almanlar, Baron Kempelen'in altı ayda "yarattığı" Türk'ün bir eşini 1,5 yılda tamamladılar.
150 yıl önce yanan Türk'ü yeniden canlandırmak için kolları ilk sıvayan Padernborn'daki Heinz Nixdorf Müzesi'nin (HNF) Küratörü Stefan Stein oldu.
Onun topladığı bilgilerden yola çıkan müze restatörü Bernhard Fromme de aylarca Baron Kempelen'in izinden gitti ve sonunda ünlü "Türk", "yaratıcısı"nın 200. ölüm yıldönümünde ilk hamlesini yapabildi.
150 cm eninde, 95 cm yüksekliğinde ve 90 cm derinliğindeki makineyle, gerçek bir insan büyüklüğündeki robottan oluşan "makine", Perşembe gününden itibaren HNF Müzesi'nde sergileniyor.
Önce Avrupa, sonra Amerika
Yıl 1769... Avusturya Kraliçesi Maria Theresia'ın emrindeki Macar Baron Wolfgang von Kempelen (1734-1804), bir Fransız sihirbazın saraydaki gösterisini, diğer izleyenlerin aksine fazla çarpıcı bulmamıştı.
Kraliçe'ye çok daha çarpıcı ve şaşırtıcı bir makine yapabileceğini açıkladı ve işe koyuldu.
Bir yıl sonra Kraliçe ve maiyetine "yarattığı" "Türk"ü takdim etti. "Türk"ün hamlelerini izleyenler hayran olmuştu.
Üstelik, Kempelen'in "Türk"ü, ustanın maketinin içine monte ettiği küçük bir mekanizma sayesinde konuşuyordu da. Ama sadece "Almanca" ve birkaç kelime... Örneğin oyun kazanan son hamlesini yaparken "Schach" (bizdeki "şah mat" anlamına gelir) diyebiliyordu.
Kempelen daha sonra "Türk"le birlikte Avrupa turnesine çıktı. Londra, Paris ve Alman kentlerinde sosyete çevrelerinin de hayranlığını kazandı.
Baron'un ölümünden sonra "Türk"ü, Johann Nepomuk Maenzel adındaki makinist ve gezgin-gösterici satın aldı ve "profesyonel" dönem başladı.
Maenzel, Avrupa turnelerinden sonra, 1825'te "Türk"ü Amerika'ya götürdü. Yeni kıtadaki ilk gösteri Broadway'de oldu. "Türk", sahibi 1938'de ölene kadar ABD ve Küba'yı dolaştı.
1840'dan itibaren ise "Türk"ün iniş dönemi başladı. Artık onu izleyenler 1 dolar verip, işin sırrını öğrenebiliyorlardı. Daha sonra Philadelphia'daki Çin Müzesi'nde korumaya alındı ve 1854'te çıkan yangınla da tarih oldu.
Sırrı masanın içinde
Uzun yıllar boyunca nasıl çalıştığı bir türlü anlaşılmayan "satranç makinesi"nin sırrı elbette, oyuncu "Türk"ün kaftanının altında değil, masanın içindeydi.
Masanın içine giren bir gerçek satranç oyuncu, ki bu ilk dönemler Baron Kempelen'in kendisi, daha sonra yardımcısı Anthon'du, aşağıdan manyetik bir mekanizma yardımıyla karşı tarafın hamlelerini görebiliyor, yine başka bir mekanizma yardımıyla dışarıdaki "Türk"ün koluna ve eline hükmederek hamlesini yapıyordu.
Böylece bizim "Türk", kafasını fazla yormaya gerek kalmadan, dolabın içinden gelen talimatlarla rakiplerini peş peşe mat ediyordu.
Gizli oyuncuyu, doğru yerde yani dolabın içinde arayanlar ise kapağı açarken, Kempelen ustanın buraya inşa ettiği hareketli oturağın mekanizmasını çalıştırıyor ve böylece orada oturan oyuncuyu dolabın görünmeyen köşesine itiyordu, bu yüzden de hiçbir şey bulamıyorlardı.
HNF Müzesi Basın Sözcüsü Stolte, bu "hile"nin "Türk"ün önemini azaltmadığını savunuyor ve haklı da. Sonuçta oyuncunun rakibin hamlelerini görmesi ve uygun bulduğu hamleleri "Türk"e yaptırması için gerekli olan teknik de o dönem için çok ileriydi.
İşte bizim "Türk", zekice düşünülmüş ve geliştirilmiş bu "hile" sayesinde Napolyon'u, 1809'da Viyana'da mat etmiş. (GK/NM)