Ele aldığı konu son derece "belalı" idi. Ülkede 1984'ten bu yana süren bir savaş vardı. Bu savaşın bir bölümü, gazete haberleri şeklinde kamuoyuna yansıyordu. Ama küçük bir bölümü...
Küçük bir bölümü diyorum, çünkü ben de OHAL bölgesine sayısız defalar gittim. Orada yaşanan her şeyi yazmak çoğu kez mümkün olamıyordu. En insani olanını aktarayım.
Haber kaynağı, "yaz ismimi de yaz" diyordu. Ama biliyorsunuz ki o heyecan anında verilmiş "onay", sonradan kaynağınıza gözaltı, tutuklama, kaybolma olarak geri dönebilir.
Yazamıyorsunuz tabii...
Anadolu'nun her yerinde yerel muhabirler, İstanbul ve Ankara'dan haber yapmak için bölgelerine gelen muhabirlerden pek hoşnut olmazlar. Onlar orada niye duruyor ki? Haksız da sayılmazlar...
Diyarbakır ise bunun dışındadır. Orada her gazetenin, televizyonun koca koca büroları vardır. Ama oradaki gazeteciler, İstanbul ve Ankara'dan gelen arkadaşlarına kızmak bir yana, haber önerirler...
Çünkü, bazı haberler onlara haramdır !
Mehmetler Mater'e emanet
Nadire Mater'in yaptığı ise bunların çok ötesinde bir şey... Sıcak çatışmaları yaşamış, aylarca dağlarda zorlu koşullarda PKK birlikleriyle savaşmış, pusular kurmuş, pusulara düşmüş olanlarla konuştu.
Oysa askerler adına konuşma yapanlar, her zaman komutanlar olurdu. Mater'in kitabında ise ilk kez Mehmetler kendi adlarına konuştular. Anlatılanlar"resmi görüşler" değildi .
Mater kaynaklarına güvence vermişti. Adları gizli kalacaktı. Anlatım serbestliği de bu "gazetecilik güvencesinden" kaynaklanıyordu.
Nedir bu güvence?
"Gazeteci kaynakların gizliliği uyarınca, kaynağını açıklamaya ve tanıklık yapmaya zorlanamaz. Kaynak izin verdiği takdirde gizlilik ortadan kalkar." (Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi. Gazeteci Hakları Bölümü Madde: 6)
Şimdi Nadire Mater'in kitabıyla ilgili olarak bu soru ortaya atılıyor:
-Kaynağını açıkla! Yoksa kitap düzmecedir.
Bu soruyu da en fazla Emin Çölaşan soruyor.
Çölaşan 'kaynak saklanır' diyor
Şimdi buraya bir nokta koyup, 1985 yılının Temmuz ayına dönelim. Emin Çölaşan, Milliyet gazetesinde bir Pazar Röportajı yayınlıyor. Dönemin Başbakanı Turgut Özal'ın iki Uzak Doğu gezisine katılmış birisiyle, gezinin perde arkasını konuşuyor. Büyük bir tartışma başlıyor. O zamana kadar dost olan Çölaşan ile Özal'ın arası açılıyor. Turgut Özal, Emin Çölaşan'ı defterinden siliyor.
Bizi ilgilendiren bölümü ise, Nazlı Ilıcak ile Çölaşan arasında gelişiyor.
Geziye katılan Ilıcak, Emin Çölaşan'ı "düzmece röportaj yapmakla" suçluyor. Çünkü, röportaj yaptığı kişinin adı ve fotoğrafı yoktur.
Çölaşan, Nazlı Ilıcak'a bir mektup yolluyor. Mektubun bir yerinde şöyle diyor:
"O yazı için düzmece diyorsunuz. Herhalde konuştuğum kişi ya da kişileri açıklamamı bekliyordunuz... Gazetecilikte gerektiği zaman haber kaynağı açıklanmaz. Bunu siz bilmiyorsanız, Tercüman ve Bulvar'daki stajyer muhabirlere bile sorabilirsiniz. Onlar size anlatır." (Emin Çölaşan- Önce İnsanım Sonra Gazeteci/Sayfa:259)
Çölaşan, kendisi için kullandığı kaynak gizleme hakkını Nadire Mater'e fazla görüyor. 1985'te stajyer muhabirlerin bile bildi kuralı Çölaşan, 16 yıl sonra nasıl ve niçin unutuyor? Unutabiliyor?
Neden kuralları ihlal etmiyorsun?
Üstelik Çölaşan'ın konusu siyasal magazin. Türkiye'de çokça yaşanır. Devlet kesesinden hovardalık gezileri, ziyafetleri her zaman yapıldı. Halen de yapılıyor.
Ama Mater'in ele aldığı konunun bir örneği daha yok. İlk kez oluyor. Bölgede savaşmış olanlar anlatıyor.
Onları konuşturmak bile başlı başına bir gazetecilik olayıdır. Sonuçlarını bilerek anlattıklarının tümünü yazmak da, kocaman bir yürek ister.
Kitap çıkalı iki buçuk yıl oldu. Yargılandı, manşetlere çıktı, aklandı.
Şimdi kitapla ilgilenmeye başlanıldı.
Hepsi garip geliyor. Ama en tuhaf olanı, "niçin gazetecilik kurallarını ihlal etmiyorsun?" sorusu...
(NU)