Yeni gürültü mevzuatına ön ayak olan pandemi dönemi müzik yasağı ile birçok müzisyen, başka işlere yöneldi. İlkokuldan üniversiteye müzik eğitimi alan Ezgi Tekin, çeşitli zamanların, kültürlerin, dillerin şarkılarını söylemeyi seviyor ancak yaşamak için müziği bırakanlardan.
Ezgi Tekin’den dinliyoruz:
Pandemi sonrası müzik müzik piyasası gözlemleriniz nasıl?
Pandemiden beri müzik piyasasıyla pek ilgim kalmadı. Bu da hem pandemi şartlarından, hem de benim artık istediğim müziği yaparak kendimi var edemeyeceğimi kabullenip kendimi geri çekmemden kaynaklanıyor aslında.
Pandemi koşulları geçeli epey bir zaman oldu ama şimdi de ciddi bir ekonomik krizle ve ülkede refahın, huzurun, liyakatin kalmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Sahnede müzisyenler öldürülüyor. Yurtlarda öğrenciler "kaza" adı altında ihmal cinayetlerine kurban gidiyor.
Ev sahipleri kiracılarına şiddet uygulayıp taciz ederek, hatta öldürerek şehir eşkıyası gibi ev boşaltmaya çalışıyorlar.
Tek suçu, iktidar torpillisi müteahhitlerin inşa ettiği apartmanlarda ev almak olan insanlar, maket gibi yıkılan apartmanlar altında kalarak ölüyor, hatta bu insanlardan bazıları hala bulunamıyorlar. Yani bu ülkede bir ev kiraladığınız için, öğrenci olduğunuz için, müzisyen olduğunuz için, doktor olduğunuz için ölebiliyorsunuz. Bu şartlar altında kim neden müziği düşünsün ki? Ben bile düşünmüyorum. Parası olanlar devam ediyor. Onların da eskisi kadar dinleyiciye ulaşabildiklerini sanmıyorum.
Erk egemen müzik piyasasında var olmayı nasıl tanımlarsınız?
Ben kadın olmayı konservatuvardayken başka, müzik piyasasında başka deneyimledim. Konservatuvardayken branş öğretmenim (benim branşım kompozisyon/bestecilik) kıyafetlerimi, zaman zaman erkek arkadaşlarım olmasını, hatta babamdan ayrıldığı için annemi eleştirme cesaretini bile kendinde bulan bir kadındı (çünkü annem kafasını kullanıp babamı idare etmeyi becerememiş). Bu tip toksik, hadsiz davranışlar konservatuvarda çok normal olduğu ve pek çok öğrenci psikolojik açıdan istismar edildiği için pek bir şey söyleme şansım olamadı.
Orada, bir kadının, yaşayamadığı şeylerin hırsını ses çıkarma şansı olmayan birinden çıkarmasını, yani kadının kadına yaptığını gördüm. Ben burada olmaya dayanamıyorum, ne olacaksa olsun deyip uzaklaştığımda ise erkeklerle baş başa kalmıştım.
Bana belki de beraber para kazanıyoruz diye sarkmayan adamların ortak çevremizdeki kadınları rahatsız ettiğini öğrendim mesela. Bir kişi de değil maalesef.
Yaptığım müziğe samimi bir destek bulabilmem de zor. Kötü solistlere belki sevişirim, kenarda bulunsun diye destek olan, sonra da bu kötü solistler iyi para kazanıp kendileri üç kuruşa bunların arkasında çalınca şikâyet eden bir insan profilinden ne bekleyebilirim ki?
Çeşitli zamanların ve dillerin şarkılarını söyleyip yayınladığınız bir YouTube kanalınız var, gelen tepkiler nasıl?
Evet, benim bir YouTube kanalım vardı, para kazanma kaygısıyla artık çok ilgilenemiyorum J Ama sanıyorum bu kanal üzerinden sorduğun soruyla bağlantılı bir değerlendirme yapmak pek mümkün değil. Ben genelde olumlu tepkiler alıyorum.
Kanalımda ev kayıtlarım bulunuyor ve bu kayıtlarda her şeyi tek başıma yapıyorum. Yaptıklarım şarkının doğasına ya da benim isteğime göre bazen vokal ve altına sade bir eşlikten ibaret, bazen de yedi sekiz kanallı, dört beş enstrüman çaldığım kayıtlar oluyor. Yani böyle bir emek zaten iyi tepkiler alır ve müzikal eleştirisi de elbette gereğince yapılır. Ama benim kanalımın pek etkileşimi yok.
Olmaması da benden kaynaklanıyor. Video çekme, editleme, sosyal medya yönetimi konularında iyi değilim. Zaten iyi olsam da bunlar için uygun ortamım yok.
Zaman ve hafızayla ilişkime gelince, müzikle bağlantılı ilişkim yok. Ben Makedon ve Girit göçmeni bir aileden geldim, İzmir'de yaşıyorum. Elbette Rum ve Sefarad ezgileri söylemeyi seçmemde bunun etkisi çok büyük. Ama ben o ilişkiyi kokuyla kuruyorum.
Benim bir İstanbul kokum var mesela, o kokuyu kullandığım gün İstanbul'da geçen bir anım yüzünden hala her İstanbul'a gelişimde bavuluma koyuyorum onu. Çok ağır, safran, mürdüm eriği ve iris çiçeği notaları olan bir koku hatta. Koku benim için sesten daha etkili, sanırım genel olarak da bu böyle.
İşlerinizden bahsetmek ister misiniz? Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Sanal Müzesi'nde şiir çevirileriniz var. (https://madimak.org/) Ortak bir sözü olduğunu düşünüyor musunuz yaptığınız işlerin?
Sarasvati Crystals isimli bir doğal taş takı tasarımı projem var. Taşları seviyorum ve kendi çapımda enerjilerine de inanıyorum, fakat Sarasvati Crystals bir "şifalı taş" projesi değil. Bir müzisyen olarak kadın sanatçılardan ve kurgusal karakterlerden ilham alıyor, tasarımlarıma onların isimlerini veriyorum. Pandemiden sonra, 2022 başlarında İngilizce çevirmenliğe teşvik edildim ve zamanla çevirmenlik ana gelir kaynağım haline geldi.
Senin de bahsettiğin gibi Madımak Katliamı Hafıza Merkezi için serbest çevirmen olarak çalıştım. Sanal Müze'deki on sekiz odanın, siteye girişte ziyaretçilerin önüne çıkan yazının, Madımak Oteli'nin tarihçesi ve Pir Sultan Abdal ile ilgili yazıların İngilizce çevirileri bana ait. Yani müze için pek çok şiir çevirdim, çünkü Behçet Aysan, Metin Altıok ve Edibe Sulari odalarının, şiir yazıları ve okumaları, canlarımızın odalarının çevirileri de bana ait. Elbette Pir Sultan Abdal'ın şiirleri, benim için çevrilmesi en zor olanlardı.
Son olarak, ben müzik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, müzikten başka derdi olmayan, kendi dünyasında yaşayan bir insandım.
Sevdiğim şarkıları söyledim. Kadın müzisyen olmak istemedim. Söyleyecek sözüm, anlatacak hikâyelerim, müziğimle, duruşumla vermek istediğim önemli mesajlarım yoktu.
Bırakmadılar. Kendi uydurduğum, sevdiğim bir lafım var, "Türkiye insanların mecburen solcu olduğu yerdir" diye. Tepkisiz kalmak ancak Türkiye'den gidip gündemle ilişkiyi keserek mümkün olabilir.
(GY/EMK)