Unutmam mümkün değil. 18 yaşındaydım. Ve ilk kez uçakla yolculuk yapacaktım. Yolculuk güzergahım Diyarbakır-İstanbul'du. Ve emniyet kemerini de ancak yanımda oturan deneyimli bir yolcunun yardımıyla bağlayabilmiştim.
Sonrasında ise Ankara'da Mülkiye öğrencisi iken Diyarbakır'a gidiş ve dönüşlerde çoğunlukla uçak yolculuğunu tercih eder olmuştum. Doğrusu otobüse göre iki ya da üç misli daha fazla para ödenmesine karşın yolun güvenli ve kısa oluşu tercih nedeniydi.
Peynir ekmek ye, uçağa bin
Bir defasında Ankara'dan Diyarbakır'a dönerken cebimdeki parayı son kuruşuna kadar uçak biletine yatırmış, o gün ancak ekmek, peynir ve bir bardak çayla karnımı doyurmakla yetinmiştim.
İşte böylesine fedakar uçak yolcularıydık. 1974 yılı Mülkiye'de ilk yılımdı. Kredi ve Yurtlar Kurumu'ndan ayda 250 lira kredi alıyordum. Diyarbakır'a uçak bileti 260 liraydı ve yüzde on da öğrenci indirimi vardı, desem belki öz verinin önemi anlaşılır olur.
Sonrasında da uzun yıllar ve de defalarca uçak yolculuğu yaptım. Ama hep içimde ukde oldu. Bu yolculuklarda beni tırmalayan, rahatsızlık veren bir şeyler vardı. Başka hatlarda hiç yolculuk yapmadığım için bu sıkıntıyı da kimselere açamıyordum. Ta ki bir gün bir dostum Diyarbakır'a ve Güneydoğuya çalışan uçaklara ve seferlere "Müstemleke Expresi" ifadesini yakıştırana kadar bu böylece sürüp gitti.
Yıllarca uçamayan pilot
Gerçekten de Müstemleke Ekspresi gibiydi bizi taşıyan uçaklar. Tabir uygun düşerse, et etin üstündeydi. Tıklım tıklımdı adeta uçaklar. Salkım saçaktı. Ağızdan ağza dolaşan ifadelere göre deneyimi daha az pilotlar Diyarbakır'a sefere gönderiliyordu.
Hostesler ve servis yapan görevliler anlamsız bir kabalık davranışını adeta kendilerinde hak olarak görüyorlardı. Su ya da içecek bir şeyler istendiğinde asık suratla ve hakaret etmedikleri kalmış gibi davranıyorlardı. Uçaklarda ülke genelinde gazete servisi kaldırılmadan epeyce önce Diyarbakır uçağında gazeteden vazgeçilmesine tanık olmuştuk.
Belki de işte 75 kişinin ölümüne neden olan bu 8 Ocak 2002 tarihli hazin kaza işte bu vurdumduymazlığa tipik bir örnekti işte. Uçağın pilotu Susurlukta geçirdiği ağır bir trafik kazasından sonra uzun yıllar uçaklardan uzak kalmıştı. Sonra epeyce uğraşılardan sonra pilot olarak kabul edilmişti. Ve işte Diyarbakır'a kelle taşıyordu.
Farklı yolcular
Sanki tümüyle bir zorunluluğu ifa etme kabilinden uçak seferleri düzenlemek gibi bir algılamaya dönüşmüştü artık uçak seferleri bizim gibi coğrafya mağdurlarına.
Ayrıca coğrafyanın kendi içinde haftada bir günlüğüne de olsa sefer düzenlemek akıllarının ucundan bile geçmiyordu. Mesela Van, Antep, Adana gibi illere talep olduğu halde bile uçak seferi bir türlü programa alınmıyordu. İzmir'de bir dolu Diyarbakırlı yaşamasına karşın en az altı saat Ankara'da bekleyip uçak değiştirerek İzmir'e gitmek mümkündü.
Ve bir de Diyarbakır uçak seferlerinin yolcuları da alışılmış uçak yolcuları gibi değil gibiydi. Mesafenin uzaklığı nedeniyle biraz da olanakların zorlanması sonucu tercih edilen kabilden yolculuklardı, bizim uçak yolculuklarımız. Bir de yakın zamana kadar toplumun bir kesimine sağlanan Olağan üstü hal indirimi vardı. Yüzde elli gibi hatırı sayılır bir indirimdi. Bunlar da klasik, tuzu kuru ekonomik yönden iyi halli Güneydoğulu uçak yolcu profilini değiştirmişti.
Sivil alan yok
Belki de en vahim olanı da Diyarbakır'ın halen kendine ait sivil bir hava alanının olmamasıydı. Evet sivil hava alanımız yoktu. Hiç bir Diyarbakırlı siyasinin de umurunda değildi. 2003'lerin Türkiye'sinde Diyarbakır halen 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı'nın askeri hava alanının bir bölümünü protokolle sivil uçuşlarda kullanıyordu.
Ve belki de 75 cana neden olan ölümcül böyle bir kaza uçuşunda tümüyle hayat kurtarması mümkün, inişlerde yaklaşmak için rehberlik yapan İLS (İnstrument Lading System ) aleti Diyarbakır Hava Alanında yoktu. Nedeni çok basitti doğrusu. Hava alanı askeriydi.
Basına yansıdığı kadarıyla, askeri uçuşlarda askeri pilotlara uygun değildi ve tehlike yaratabilirdi. Bu nedenle de daha geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe'den Samsunspor'a transfer olan bir futbolcunun alacağı para kadar bir bedelle bir milyon dolarla alınacak bu aletle canlar kurtarılabilecekti. Ama alınmamıştı işte bu alet. Anlaşılan bir futbolcu transferi ücreti kadar bile bunca canın kıymeti yoktu.
Zoğe köyü, Zaho oldu
Ve bu ülkede politikacılar, anlı şanlı bakanlar vardı. Kazadan hemen sonra Ulaştırma Bakanı demeç veriyordu basına ; " Zaho deresinde yoğun sis görüş mesafesini etkilemiş olacak." Pes doğrusu. Bu denli coğrafya bilgisi insana parmak ısırtacak cinsten.
Hemen hava alanının yakınında Zoğe köyü ve deresi var. Anlaşılan taze ve çiçeği burnunda bakan muhtemel Irak savaşının hızına kendini o denli kaptırmış ki, Kuzey Irak'taki Zaho'yu Diyarbakır'ın bir mahallesi sanmış.
Ve Hicret apartmanı
Gitti gider 75 can. Kaderin cilvesine bakın ki, yirmi yıl önce de Diyarbakır'ın şehitlik semtinde yine böyle bir kış gecesi bir apartman çöktü, Hicret apartmanı ve 83 kişi öte dünyaya göçtü. 1983'teki o kazadan toplum olarak hiçbir ders almadık.
Yirmi yıl boyunca imarsız yapılar bu günkü kent yöneticilerini bile çaresiz bıraktı. Yirmi yıl sonra 2003'te yine canlar telef oldu. Ders alınacak mı ? Hiçbir umudum yok. Ama bir gerçeklik var. Bakan beraberinde ceset torbaları getirmiş, sağ olsunlar! Onu da getirmeseydi ne yapardık acaba. (ŞD/NM)