Toplumsal Tarih dergisi Eylül sayısında Zafer Toprak’ın “Türkiye'de Müstehcen Avam Edebiyatı (1908-1928)” başlıklı yazısını yayınladı.
Müstehcen yani sözlük tanımlamasıyla “açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız” yayınların bu coğrafyada görece en özgürce hareket ettiği dönemlerden biri olarak tanımlayabileceğimiz 1908-1928 arası 20 yıllı dönem konu ediliyor yazıda. Zafer Toprak bu zaman dilimini aslen II. Meşrutiyet’in ilanı ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin müesses nizama geçme hamlelerinden biriyle sınırlandırmış.
1928 sınırını "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu”nun yürürlüğe girip etkisini hissettirişiyle belirlemiş. Bu kanın 7 Temmuz 1927 günü Resmî Gazete'de yayımlanmıştı.
Toprak bu görece özgür dönemin ve müstehcen edebiyatın gelişmesinin nedenlerini şöyle özetliyor:
Cihan Harbi ertesi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de günlük yaşamda köklü dönüşümler yaşanıyordu. Bu dönüşümlerin temelinde çözülen aile ilişkileri, toplumsal buhran, yaşanan kaotik ve travmatik ortam vardı. Osmanlı kültür kodları sürekli sorgulanıyor, toplum "yeni hayat'a uyum sağlamakta güçlük çekiyordu. Bunalım ortamı beraberinde ahlak sorunlarını da getirmişti. Türkiye'nin daha yeni tanıştığı gösteri sanatları ve yazılı kültür alışılmadık sorunlara gebeydi. Erken Cumhuriyet’in kadrolarının ahlak buhranıyla ilgilenebileceği vakit henüz gelmemişti. Yeni bir ulus devlet inşa ediliyordu; siyasetin önceliği vardı; hukuk reformlarıyla yeni bir siyasal düzen getiriliyordu. (...) II. Meşrutiyetle birlikte gündeme gelen "hürriyet” anlayış hemen hemen her alanda başıboş bir biçimde gelişim gösteriyordu.
Bu uzun çalışmanın “yazılı kültür” konulu II. Meşrutiyet’ten – Cumhuriyet dönemine kadar olan bölümünü yayınlıyoruz.
***
1908-1928 arası Türkiye'de o gün için müstehcen sayılabilecek her türlü kitap, risale, kartpostal serbestçe yayımlanıyordu. Daha doğrusu mevzuatta bu konuda bir boşluk vardı ve savaşlar nedeniyle yönetim gerekli müdahalede bulunamamıştı. Bu dönemin "muzır neşriyat'jnın tüm olumsuzluklarına karşın olumlu sayılabilecek bir yönü de vardı. Tirajlara bakıldığında bu tür neşriyat Türkiye'de okuryazarlığı teşvik eder olmuştu. Her kitap ya da risale birkaç baskı yaptı. Kanonik yazına oranla çok daha fazla satıldılar, okundular. Elden ele dolaştılar. Toplumsal cinsiyet tarihimizin ilginç bir yönünü müstehcenlik oluşturdu.
Tanzimat'la birlikte Türkiye'de kadın artık edebî bir metaya dönüşmüştü. Batı’dan özenilerek alman roman türünün ülkede yer etmesi, yeni nesil bir yazar kesiminin oluşmasına neden olmuştu. 19. yüzyılın sonlarına doğru Servet-i Fünûn ya da Edebiyat-ı Cedide gibi Batı’ya yönelik edebiyat kadın, tutku, sevgi gibi temaları içeriyordu. Bundan böyle Osmanlı edebiyatında kadın kahramanlar, Batı’dakine benzer bir biçimde özgürlükten yana ağırlıklarını koyuyorlardı. Her ne kadar Tanzimat edebiyatımızda Ahmed Midhat, Namık Kemal, Sami-paşazade Sezai gibi yazarlar kadını öne çıkarmış, kadın haklarına zaman zaman sütunlarında yer vermişlerse de; izleyen Servet-i Fünûn bu alanda daha baskın çıkmıştı. Erkeğe başkaldıran, tutkun erkeği kendine ram eden kadın artık roman kahramanıydı. Kadın, Servet-i Fünûn’la saygınlık kazanmış, birey olarak gerçek hayatta olmasa bile, yazılı kültürde toplumsal yaşamın bir parçası olmuştu. Duygularıyla, düşünceleriyle tüm kişilikleriyle somut kadın tipleri edebiyatımızda ilk kez Servet-i Fünûn romanında görülecekti.
II. Meşrutiyet'le birlikte kadının kazanımları önemli ölçüde gerçek yaşama yansıdı. Hürriyet’in ilanıyla (1908) birlikte kadın sorunu geniş bir kesimce tartışılmaya başlandı. Batı'daki feminist gelişmelere benzer bir biçimde kadın hak ve özgürlükleri tüm Meşrutiyet yıllarının gündemini işgal etti. Kadın bundan böyle anayasal düzenin bir parçasıydı. Gazete ve dergiler kadın sayfalarına yer veriyor, kadın dergileri çıkıyor, kadın sorunu ve feminizm üzerine düzinelerce kitap ve risale yayımlanıyordu. Kadın dernekleri bilfiil Osmanlı kadınını pasif konumdan çıkartıp aktif olmaya sevk etmişti. Kadınlar Hilal-i Ahmer’de erkeklerle birlikte aynı mekânı paylaşacaklardı. Kamu görevleri kadınlara açılacak, Cihan Harbi yıllarında kadınlar askere alınarak geri hizmetlerde görev yapacaklardı.
Ancak bazı çevrelerde tüm bu gelişmeler kadının mahremiyetine büyük bir darbe olarak yorumlandı. Kadının toplumsallaşması Batı özentisi olarak değerlendirildi. Moda, süs, makyaj, ziynet eşyası kıt kanaat geçinen Osmanlı ailesini "monden" kılarken aile bütçesine de önemli bir yük getirmişti. Türk Kadınlığının Tereddisi yahut Karılaşmak3 o yıllarda bu tür sorunlara değinen kitaplardan biriydi.
"Ahlak-i Nisvaniyye" ve Batı Taklitçiliği
1911'de, Mim. Sin. rumuzlu bir yazarımız Alafranga Bir Hanım: Ahlak-ı Nisvâniyyeyi Musavver"4 romanını "aile reislerine ithaf” etmişti. Gündemde yine aynı sorun vardı. Batı taklitçiliğiyle yozlaşan bir yaşamın neden olduğu çöküntüyü vurgulayan yazar, Osmanlı kadınının yozlaşmasını şu satırlarla eleştiriyordu:
Fakat bir milletin teâlîsi, milliyetin terakkisi ve ona olan muhabbet ve fedakârlıkla kâbil olabilir. Bizde ise milliyet maalesef bir tarafa bırakılarak milel-i garbiyye medeniyetine itbâ’ etmek [bağımlı olmak] modası pek ziyade ilerlemiş ve illet hükmüne giren şu moda erkeklerimizin müsamahaları ve Avrupa kadınlarına ibtilâ'ları [düşkünlükleri] yüzünden umumiyetle kadınlarımıza da sirayet etmiş ve herkesçe malum olan birçok semtler Ulah mahalleri hâlini almış ve Fransız kadınlarının ahlak ve adâbı bizimkiler tarafından düstur-ı layetegayyer [değişmez ilke] ittihazla bundan mütevellid israf ve moda ve süs ve ziynet gibi bir takım mesârif-i fevkalâde nice hanelerin sönmesini ve servet-i umumiyyemizi ihlâl etmiştir [halel getirmiştir].
Kısaca bir milletin yükselmesi ona olan bağlılıkla, sevgiyle orantılıydı. Oysa ülke Batı medeniyetine bağımlı kılınmıştı. Erkeklerin müsamahakârlığıyla kadınlarda moda tutkusu bir illete dönüşmüş, Avrupa kadınlarına özenilen bu muhitler birer fuhuş yuvasına benzemişti. Fransız kadınlarının ahlak ve adabı canı gönülden benimsenerek moda, avam edebiyatıydı. Muzır neşriyat elden ele dolaşıyor, geniş bir okur kitlesi oluşturuyordu. Meşrutiyet yıllarında siyasî bir sansür olmasına karşın "müstehcen edebiyat”a pek ilişilmedi. Yayınevleri bu tür eserlere "üryan”, çıplak kapak atmakta bir beis görmedi. Damad Beyim!!!5, Sefalethaneler6, Sevgilimde Bir Gece7, Karyolada Tatlı Dakikalarım8, Bir Dakikalık Bekâret9, Düğün Gecesi Sağır Güveyin Muaşakası10, Bir Bakirenin Gebeliği11, Hâdiye Boşandıktan Sonra12, Mihriban13, Üryan14, Üçünün En Bahtiyarı15, Fehim Paşa ile Margerit16, Kâbus İçinde17, Metres Hayatı18, Aşk yuvası19, Şefika’nın Nedameti20, Aşk Entrikaları!!21 bu dönemde yayımlanan sayısız müstehcen kitaptan birkaç örnekti.
Meşrutiyet’te en ilginç çevirilerden biri de aşk sanatını anlatan ünlü Kamasutra'ydı22. Kamasutra 1913 yılında iki kitap olarak Türkçeye kazandırıldı. O günün koşullarını göz önünde bulunduran çevirmenler bazı bölümleri Fransızca olarak bırakmayı tercih etmişlerdi.22
Art arda savaşların neden olduğu yoksulluk, sefalet, toplumsal bunalım ve çöküntü kısa sürede kadını "meta"laştırmıştı. Önceleri bir tür Osmanlı’ya özgü müstehcen edebiyatta görülen aşk, ihtiras, şehvet gibi temalar, Cihan Harbi yıllarında bilfiil fuhşun yaygınlaşmasıyla farklı bir boyut kazandı. Nitekim İttihat ve Terakki, giderek vahim bir soruna dönüşen fuhşu denetleyebilme kaygısıyla son derece liberal bir genelev mevzuatı çıkarma gereği duydu.
Müstehcen avam edebiyatı, yazarla okur arasındaki çok daha sıkı bir diyalogun ürünüydü. Kadın-erkek ilişkilerinde nesillerin özlemleri bu tür eserlerin yazılmasında temel etmen olmuştu. Eserin başarısı satış hasılatıyla orantılıydı. Yazar okura tabiydi; beklentiler doğrultusunda ürün veriyordu. Diğer bir deyişle, yazarı yönlendiren, geniş okur kitlesinin özlemleriydi. Uzun yıllar baskı altında tutulan kadın-erkek ilişkileri, Meşrutiyet'in özgürlük ortamında serbestçe ifade edilebilir olmuştu. Servet-i Fünûn’un romantik ilişki bağları Meşrutiyet nesli için yeterince gerçekçi değildi. Meşrutiyet'le birlikte Osmanlı bireyselleşiyordu, kendisini birey olarak algılıyordu. Siyasete giriyor, başkaldırıyor, savaşıyordu. Vatanı için cepheden cepheye koşuyordu. Artık her iki toplumsal cinsiyet günbegün ölümle burun burunaydı. Meşrutiyet sonrası kadın-erkek ilişkileri de bu bağlamda biçimlendi. Osmanlı kadını-erkeği gazetelere ilan vererek evlenmekte beis görmedi. Yeni Osmanlı kadını ise giderek kendi bedeninin bilincine varıyordu. Peçe, yaşmak atılıyor; çarşaf kisvesi altında Paris moda evlerinin, o günkü terimiyle ’'modistra”larının hatları izleniyordu. Fani dünya bundan böyle yaşamaya değerdi. Ölümle burun buruna gelinen bir dönemin ardından geleneğe dönüş olanaksızdı. Birçokları için hayat çok kısaydı.
Meşrutiyetten Cumhuriyete müstehcen avam edebiyatı bir toplumsal dönüşümü simgeliyordu. Bu tür edebiyatta içerik biçime baskın çıkıyordu. Bilinçaltına itilmiş özlemler satır aralarında ifadesini buluyordu. Müstehcenlik özgürlüğün bir tür dışavuruşuydu. Fındıkçı Nigar’ıyla, Cilveli Rana’sıyla, Kahpe Feride’siyle, Pamuk Müjgan’ıyla ve nihayet Fırlama Tevfik’iyle müstehcen edebiyat, kaotik bir evreye, Türkiye'de geçiş dönemine özgü bir edebiyattı; kanon edebiyata bir başkaldırıydı. (ZT/HK)
3 Selahaddin Asım, Türk Kadınlığının Tereddî&i yahut Karılaşmak (İstanbul: Türk Yurdu Kütüphanesi, t.y.). Tereddi sözcüğü Fransızca degenerence anlamına kullanılıyordu. Kitabın başlangıç bölümü şu satırla başlıyordu: "Hemen herkesçe malumdur ki Türk ve İslam kadınlığı ruhen ve ictima'en pek elim bir hüzâl [bitkinlik] ve inhitata [düşkünlük] düştü."
4 M.S., Alafranga Bir Hanım-Ahlak-ı Nisvâniyyeyi Musavver Romandır (İstanbul: Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaası, 1329 [1913]).
5 Sudi Süleymanof, Damad Beyim!!! (İstanbul: Cemiyet Kütüphanesi, 1330 [1914]).
6 Mehmed Tahir, Sefalethaneler (İstanbul: Tevsi-i Tıbâat, 1328 [1912]).
7 Sudi Süleymanof, Sevgilimle Bir Gece (İstanbul: Cemiyet Kütüphanesi, 1330 [1914i).
8 "Lamba odanın içini hafif bir surette aydınlatıyordu. Bir iki saniye sonra onun mini mini memelerini öpüyordum. Artık karyoladaki tatlı dakikalarla yaşıyordum. Odanın içerisi derin bir sükûnete gark olmuştu. Onun sinirleri gevşemiş, biraz evvelki o iri siyah gözleri küçülüyordu. Başı dönmüş, kendini kaybetmiş, karyolanın içinde kıvranıyordu. Şimdi odanın içerisinde karyolanın hafif gıcırtısından ve derinden gelen bir kadın sesinden; Aman!.. Aman!., diye inlediğinden başka bir şey duyulmuyordu." S(in). Hidayet, Karyolada Tatlı Dakikalar (İstanbul: Zarafet Matbaası, 1328 [1912]).
9 "Saime, o zavallı kız, kendisinin felakete doğru sürüklenmek istenildiğini anlıyorsa da harekete geçmişti; onu men etmek kabil olamıyordu. Bilerek idama mahkûm olanlar gibi ağır adımlarla karyolaya doğru ilerledi. Karyoladan iki kuvvetli el açılmış onu sabırsızlıkla bekliyordu. Karyolaya yaklaştığı zaman âni bir süratle onu kolları arasına alan gençten uzaklaşmak istediyse de vakit geçmiş, ateş saçağı sarmış bulunuyordu. Çarnaçar teslim oldu. 0 da karyolaya uzandı. [...] Birkaç dakika sonra odanın sükûnetini ihlâl eden enînler ve onu takip eden şiddetli teneffüslerden başka bir şey işitilmiyordu. Yarım saat sonra Saime'den o saf bekâret uçmuş, bir daha avdet etmemek üzere uçmuştu..." S(in). Hidayet, Bir Dakikalık Bekâret (İstanbul: Zarafet Matbaası, 1330 [1914]).
10 Mim. Sin., Düğün Gecesi Sağır Güveyin Muaşakası (Mesai Matbaası, 1330 [1914i).
11 Ayın. Haşan, Bir Bakirenin Gebeliği (İstanbul: Hürriyet Matbaası, 1330 [1914]).
12 Hakkı Senih, Hadiye Boşandıktan Sonra !!! (İstanbul: Şems Matbaası, 1330 [1914]).
13 Sudi Süleyman, Mihriban-Kumar Felaketlerinden (İstanbul: Cemiyet Kütüphanesi, 1331 [1915]).
14 Mim. Alişan, Üryan (Dersaadet: Hürriyet Matbaası, 1330 [1914]).
15 Mim. Sin., age.
16 Ahmed Naci, Fehim Paşa ile Margerit-Gençlik Esrarı! (Meşrutiyet Kütüphanesi, 1330 [1914]).
17 Kâşif Dehri, Kâbus İçinde (İstanbul: İtimad Kütüphanesi, t.y.).
18 Aleksandr Düma Fiz, Metres Hayatı, mütercimi R. Adil (Dersaadet: Keteon Bedrosyan Matbaası, 1329 [1913]).
19 M. Neş’et, Aşk yuvası (Dersaadet: Hürriyet Matbaası, 1330 [1914]).
20 Kırımlı Sudi Süleyman, Şefika'nın Nedameti (İstanbul: Cemiyet Kütüphanesi-Mesai Matbaası, 1330 [1914]).
21 R. Adil, Aşk entrikaları!! (Dersaadet: Mesai Matbaası, 1331 [1915]).
22 Kamasutra, Sevmek Sanatı, 2 kitap, mütercimi: Ahmed Sahab (Dersaadet: Şark Kütüphanesi, 1329 [1913]). "Milel-i kadimede aşka ve sevdanın tarz-ı telakkisi ve mer’i olan adât ve teamülât ile âşık ve ma'şûkanın [sevilen kadın] yekdiğerine karşı ibraz ettikleri etvârı [tavırları] ve bizim muhitte cereyan eden halât ve evzâ'ı [halleri] musavver ve en büyük şairlerle etıbbanın bu hususta yazdıkları en parlak neşâid [şiirler] ve mütalaatı havi bir eserdir."