Afganistan'da Taliban'ın iktidara gelmesiyle ülkede 20 yıllık bitmeyen savaşın en zarar gören kesimi olan kadınlar, Taliban yönetimi ile en çok "sindirilmeye çalışılanlar".
Küreselleşen İslam ve İslamcı Kadınlar üzerine uzmanlaşan Doçent Doktor Zehra Yılmaz, gelişmeler ve yeni nesil İslami örgütlerin kadınlara bakışıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Taliban'ın "biz değiştik" söylemlerine karşın kadınlara yönelik uygulamalarından çok sayıda hak ihlali haberi geliyor. Taliban'ın kendi versiyonu İslami kurallarla kadına bakışını ve uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1996-2001 yılları arasında Taliban yönetiminin nasıl bir dehşet saçtığı biliniyor. Bu dönemi Afganistan'da deneyimleyen kadınlara göre Taliban'ın değişme imkanı yok.
Taliban döneminde kısasa kıssas hukuku gereği hırsızlık yapanların meydanlarda elleri kesildi.
Kadınların eğitim ve çalışma haklarının yasaklandı, tüm kadınlara burka zorunluluğunun getirildi, recm uygulandı.
Böyle bir örgüt, bugün uluslararası meşruiyet arayışı gereği ne kadar hak tanıyabilir kadınlara?
En azından şunu söyleyebilecek durumdayız sanırım.
2001 yılında NATO, Afganistan'a müdahale ederken "burkalı kadınları özgürleştireceğiz" diyordu. Bugün değiştik diyen Taliban "Burkadan asla taviz yok" diyor. Kadınlara tanıyacağı hakları da yine Şeriat hukuku çerçevesinde tanıyacağını söylüyor.
Bu durumda doğrusu "biz değiştik" demek çok inandırıcı görünmüyor. Afganistanlı kadınlar da zaten inandırıcı bulmadıkları için oldukça kaygılı.
Bir "değişim" olacaksa da sadece bazı sınırlı alanlarda olacak gibi görünüyor. Örneğin doktorluk gibi mesleklerde kadınların istihdam edilmesinin teşvik edilmesi, özellikle doğum anında kadın ölümlerini azaltmak üzere kadınlara açılacak alanlar olabilir.
Aslında bu sorunu, Afganistan'da Taliban sonrası yönetim de aşamamıştı. Yüzde 75'inin kırsalda yaşadığı ülkede, doğumların üçte ikisinin de evlerde gerçekleştiği biliniyor.
Afganistan'da 2019 verilerine göre, hamilelik ve doğum sırasında yılda ortalama 4500 kadın ölüyor ve 13 çocuktan biri 1 yaşına gelmeden hayatını kaybediyor.
Bir ihtimal bu tür sorunları daha fazla kronikleştirmemek üzere belli mesleklerde kadınlara belli oranlarda alan açılabilir, ancak bugünkü Afganistan'da kadınların karşı karşıya olduğu özgürlükler ve haklar sorunu çok daha büyük.
Fakat Afganistan'da kadınların 20 yıllık bir deneyimi, kazanımları ve uluslararası bağlantıları var. Bunların hemen silinmesi mümkün değil. Dolayısıyla Taliban'ın "değiştik" demesi inandırıcı olmasa da üzerinde ciddi bir baskı hissedeceği kesin.
"Utanın" feryadı çok önemliydi
Fakat su açık ki Afganistan'daki yönetimin kadınları "kurtarmak" üzere Afganistan'ı işgal etmiş olan ABD tarafından, yeniden Taliban'a devredilmesi bir kez daha kadınların haklarını kazanmak ve korumak konusunda ne "medeniyet taşıyıcısı" rolüne bürünen batılılara ne de İslamcı erkeklere güvenemeyeceklerini teyit etti.
Her iki rejimin de kadınları nasıl araçsallaştırdıkları bir vaka. Bu aşikar durumun en erken sonucu kadınların hızla küresel düzeyde kadınlarla dayanışma ağlarını çalıştırmasını sağladı.
Türkiye'deki EŞİK Platformu da bunun öncülüğünü üstlenen örgütlerden biri oldu. Taliban yönetimi devralır almaz, Afganistan'dan muhalefet olarak yükselen ilk ses kadınlardan geldi.
Seraj Mahboub'nun Taliban'a yönetim geçmeye başlayınca bütün dünya liderlerine yönelik "utanın" feryadı tüm dünyada yankılandı. Bu çok önemliydi.
Zira 2010'dan bu yana otoriterleşen sadece İslamcılar değil, Avrupa'da, Amerika'da da bu otoriterleşme hızla yükseliyor. Bu nedenle kadınların ortak mücadele zemininde otoriter rejimlere karşı mücadele gün geçtikçe öne çıkıyor.
İdeolojisi ya da coğrafyası ne olursa olsun en nihayetinde, otoriter rejimler kadınları, lgbt+'ları eziyor. Bence Afganistan'ın Taliban'a devri kadın hareketleri hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştırdı.
Kadınlar için direnişin iki meselesi
Şimdi bundan sonra önemli olan kadınların Taliban'a direnişte nerede ve nasıl yer alacağı sorusunun cevabı. Ancak, bunları öngörebilmemiz için önce Taliban'ın ne yapacağını net ortaya koyması gerekir.
Nihayetinde iktidarın sertliği, direnişi de sertleştirecektir. Ama kadınlar açısından direnişi belirleyecek iki meseleden bahsetmek mümkün. Birincisi Afganistanlı kadınların kendi iç dinamikleri.
Bunun iki boyutu var biri Afganistan'da kalan kadınlar, diğeri ise Afganistan'ın dışına çıkan kadınlar. İkisi arasındaki dayanışmanın nasıl olacağı çok önemli. Direnişin niteliğini değiştirecek bir etki yaratılabilir.
"Koruyucu erkek" modeli çöktü
Diğer bir mesele de Afganistan'ın özellikle de genç erkeklerinin kadınları, çocukları geride bırakarak silah bırakması ve ülkeden kaçması. Bu, ortadoğuda erkekliğe atfedilen tüm değerleri altüst eden bir imgeydi.
"Koruyucu erkek" modeli çöktü. Milliyetçi söylemde ulusal çıkar ve kadın hareketi arasında daima gerilim yaratılmıştır. Bu anlamda hep kadınlardan "fedakarlık" talep etmiştir ulusun "koruyucusu" erkekler. Ancak, Afganistan örneği bu fedakarlığı talep eden erkekliğin yıkıldığını ortaya koydu. Bu yıkımın Taliban'a karşı direnişte kadınlara alan açması muhtemeldir.
Otoriterleşmenin kristalize hali
Yeni nesil İslami örgüt yapılanmalarında genel olarak kadına bakışta ilerleme yerine bir gerileme görülüyor olabilir mi?
Öncelikle şunun altını tekrar çizmeliyim: otoriterleşme sadece Ortadoğu ülkelerinde ya da İslamcı hareketlerde görülen bir eğilim değil.
Avrupa'da Polonya'da en kristalize halinde gördüğümüz bu eğilim, Güney Amerika'da ve ABD'de de popülüzmle içiçe güç kazanıyor. Elbette İslamcılık da bundan payını alıyor.
İslamcı hareketlerin tümünde, ister "radikal", ister "ılımlı" tanımlansın kadın meselesi her zaman gerilimin merkezinde durur. İslamcılık her ne çeşidi olursa olsun, en nihayetinde ontolojik olarak batıcılığa karşı bir ideolojidir.
Afganistan müdahalesinde de gördük ki, batılılar da İslam'ı dönüştürürken kadın meselesine ayrı bir anlam veriyor, İslamcılar da buna direnirken kadın meselesine ayrı bir anlam veriyor. Bu dikotomi sürekli birbirini üretiyor.
Kadın hakları konusunda özgürleştirici bir politika benimsemek Müslüman Kardeşler'in de iktidara geldiği dönemde, batıyla müzakeresinde en dirençli olduğu konulardan biri olmuştu.
Sizin son dönem diye tanımladığınız zaman dilimi muhtemelen 2000 ile 2010 arası olarak sınırlandırabileceğimiz "ılımlı İslam" tartışmaları çerçevesinde İslam'da kadın hakları bağlamında yapılan tartışmalara alan açıldığı dönemin ertesi.
Aynı dönemde, İslamcı gelenekten gelen AKP de, yönetiminin ilk dönemlerinde batıyla müzakeresinin bir parçası olarak Türkiye'de kadınları güçlendirici yasal değişikliklerin önünü açtı.
2001 yılında Medeni Kanun'da yapılan değişiklikler Müslüman çoğunluğun yaşadığı bir ülke için oldukça iyi bir gelişmeydi. İstanbul Sözleşmesi'ni imzalamak da bu müzakerenin bir parçasıydı.
Ama 2010 sonrası, özellikle de Mısır'da Müslüman Kardeşler'in iktidar yenilgisi, ardından bölgede IŞİD gibi radikal bir örgütün yükselişi batı için İslam'ı müzakere edilebilir, "ılımlaştırılabilir" bir özne olmaktan çıkardı.
Kadın sesinin adım adım bastırılışı
Obama döneminde, Mısır'da son denemesi yapılan bu proje yine Obama döneminde Mısır'da sonlandırıldı.
O tarihten sonra da başta Amerika'nın ve diğer Avrupa ülkelerinin Müslüman ülkeler için zaten demokratikleşme gibi bir derdi de olmadı. Demokratikleşmede büyük oranda kendi haline bırakılan rejimlerde de kadınların sesi adım adım bastırılmaya başlandı.
Nitekim Türkiye'de de 2000'li yıllarda yükselen kadın hareketine bağlı olarak İslamcı kadınlar da güçlenmiş ve çeşitlenmişti. AKP'nin iktidar olmasında İslamcı kadınların desteği de önemliydi.
Ama Türkiye için de otoriterleşmenin İslamcı kadınları da içerecek biçimde genişlediğinin en önemli işareti bence KADEM'in kurulmasıydı. Çünkü otoriter rejimler, kendisiyle aynı ideolojiyi paylaşsa dahi çeşitliliği ve bağımsız hareket edenleri sevmez.
KADEM, Türkiye'de İslamcı kadınları tek bir çatı altında toplayarak yönetebilme, yönlendirme projesinin önemli bir aracıydı. Birçok İslamcı kadın örgütü, KADEM kurulunca ya onun içinde eridi ya da ona güdümlü hareket etmeye başladı.
Onun dışında kalan İslamcı kadınlar ise marjinalleştirildi.
AKP'nin ilk 10 yılı "ılımlı İslam" projesinin iyi bir örneğiydi, ama otoriterleşme sürecinin başlamasıyla birlikte kadın meselesinde atılan adımlar en nihayetinde İstanbul Sözleşmesi'nden bir gecede çıkılmasına kadar ulaştı.
Bu hamle herkesin de teyit ettiği üzere, AKP'nin İslamcı tabanını toparlamaya dönük bir hamlesiydi. Söz konusu olan İslamcı gelenekle bağlar olduğunda kadın meselesi "ılımlı" olsalar dahi İslamcıların yumuşak karnı olarak devreye girdi.
"IŞİD açıklaması zor bir boşluk oluşturdu"
Öte yandan IŞİD ise radikal İslamcı bir örgüt olarak batı için travmatik bir örnekti.
Çünkü Taliban en nihayetinde bölgesel, yerel bir örgütlenmedir. Oryantalist paradigmanın doğuluya yüklediği "barbar doğulu, Müslüman" tanımlamasını, ortaya koyduğu yönetim şekliyle layıkıyla yerine getirir.
Öyle görünüyor ki, Afganistan'da kadınların birçoğu da sadece direnemediği için, direnme araçlarına sahip olmadığı için Taliban'ın yönetimini kabullenmek zorunda kalıyor.
Oysa en az Taliban kadar "barbar" olan IŞID manifestosunda, ilk defa cihadın gerçekleşmesinde kadınlara da rol tanımlamıştı. Radikal İslamcı örgütlenmeler arasında bu bir ilktir.
IŞİD mezhepçi değildir ve küresel bir örgüt olma iddiasındadır. IŞİD'le birlikte Cihad'ı gerçekleştirmek üzere Avrupa'dan kadınlar da dahil, Ortadoğu'ya göç etti. Bu tersine bir göçtü. Siyasal olarak da o güne kadar tanımlı olan dikotomileri altüst ediyordu.
IŞİD'e sempati duyan kadınlar için Ezidi kadınların yaşadıkları da IŞİD'in meşruiyetine zeval getirmiyordu. Zira, Müslüman kadınlar bugüne kadar nasıl bir bedel ödediyse, Müslüman olmayan kadınlar da rövanşın bir parçası olarak bedel ödeyecekti.
Elbette Müslüman kadınlar için de IŞİD yönetimi beklentilerini karşılamadı. Ama batıda yaşayan kadınlar için bile IŞİD'in bir umut olabilmesi batılılar için açıklanması zor bir boşluk oluşturdu.
Otoriter rejimler çeşitliliği sevmediği gibi, tanımlanması zor muğlaklıkları da sevmez. IŞID bu anlamda batı için Taliban'dan daha fazla muğlaklık yarattı diyebiliriz.
"İslamcılık farklı yorumlara sahip bir ideoloji"
İslamcı kadın hareketi üzerine çalışmalarınız var. Tek soruya bütün çalışmalarınızı sığdırmak haksızlık olur ama kısaca İslamcı kadın hareketinin bugün bulunduğu noktayı sorsak...
Bugün İslamcı kadın hareketi gibi bütüncül bir hareketten söz etmek mümkün değil.
Esasında geçmişte de yoktu bence, sadece kesiştikleri konular bugünden daha fazlaydı. İslamcılık tarihsel bu nedenle de çok farklı yorumlara sahip bir ideoloji.
Her bir ülke ve hatta zamanda farklı yorumlanıyor ve şekilleniyor. Buna bağlı olarak kadın hareketi de çeşitlilik gösteriyor. İslamcı kadınlar içinde birbiriyle yan yana gelme ihtimali çok zor olan bir çok hareketten söz etmek mümkün.
Daha çok kadınlar belli temalar çerçevesinde örgütleniyor. Son dönemde kadına yönelik şiddet, göç bu temaların başında geliyor ya da özellikle hukuki konularda izleme yapan kadın örgütleri artıyor.
Günümüzde Müslüman kadınların bir araya gelerek şekillendirdiği ve izleme yapan en etkin iki oluşum Musawwah ve Women Living under Muslim Laws (MLUML). Bugün, Müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkelerin hemen hemen hepsinde çift hukuk işler.
Medeni Kanun yerine Şeriat kanunları
Diğer konularda seküler kanunlar benimsenmesine rağmen, sözkonusu Medeni Kanun olduğunda, aile ve kadını korumak bağlamında Şeriat kanunları devreye girer.
Musawwah ve WLUML gibi çoğunluğunu Müslüman kadınların oluşturduğu uluslararası sivil örgütler, çift hukuklu ülkelerde Müslüman kadınlara yönelik hak ihlallerini yıllardır takip eder, bunu iyileştirmeye dönük de raporlar yayınlar.
Bu raporlar yönetimler üzerinde baskı oluşturmaya ve uluslararası kamuoyuna hak ihlallerini duyurmaya dönüktür. Oldukça da başarılı oldukları söylenebilir.
Bunun dışında İslamcı kadınlar olarak tanımlanan (çoğunlukla bu tanım kendileri tarafından yapılmaz) hareketler oldukça heterojendir. Her birinin kendi bağlamı içinde değerlendirilmesi gerekir.
(PT)