1990'ların başlarında de facto bir biçimde kitle iletişim alanı tecimsel yayıncılığa açıldığında liberal ideologlar resmi görüşün tekelinin yıkılacağını ve o zamana kadar görülmemiş bir özgürlüğün medyaya hakim olacağını savunuyorlardı.
Aradan geçen 15 yılın ardından hepsi birbirinin taklidi olan ve tamamen kara odaklanmış onlarca kanalla başbaşayız. Bununla birlikte son yıllarda Türkiye'de de medya Batıdaki özdeşlerinin izinden giderek kategorize olmaya ve ortaya tematik kanallar çıkmaya başladı.
Toplumsal yaşamın her alanını kapsayan yayınların yerine belli türlere ayrılmaya ve belli bir tür üzerine uzmanlaşmaya dayanan tematik kanallar bu süreçte yaşanan toplumsal kamplaşmayı kapsayabildiği ölçüde başarı kazandı.
Haber kanalı olma iddiasıyla ortaya çıkan NTV ve CNNTürk, orta sınıf duyarlılıklarına seslenen, olgulara dayanan programları yayın programları temeline alan Discovery ve National Geographic; spor, müzik gibi özgül alanlara odaklanan kanalların yanı sıra farklı ideolojik bağlamlara sadık kalma iddiasıyla ortaya çıkan mecralar da televizyon izleyicisinin nazarı dikkatine sunuldu.
Bütün bu farklılaşmanın ortak noktası tecimsel yayıncılığın asgari belirleyeni olan kar dürtüsü olarak tanımlanabilir. Öte yandan, ticari başarısının sınırlı olacağı kolayca tahmin edilebilse de kitle iletişiminin kültürel ve ideolojik statükoyu sürdürülebilir kılmak ve konsolide etmek açısından önemli bir araç olması nedeniyle bu durumdan çıkarı olan sınıflarca sübvanse edilen mecralar da hayatımıza girdi.
Ülkenin kültürel ve toplumsal hayatına egemen olan milliyetçi-muhafazakar iklimin yan ürünleri olarak özellikle İslami ve Kemalist-ulusalcı kanallar kendilerine üzerinde at koşturulacak daha önce olmadığı kadar verimli bir toprak buldular.
Hukuk dışılık norm oldu
Esasında sınırlılığı nedeniyle başından beri bir kamu hizmeti olarak tanımlanan ve öyle kalmak zorunda olan kitlesel yayıncılığın deregülasyonu Türkiye'de anti-demokratik ve hukuk dışı bir biçimde gerçekleştirildi. Kamu yararı ilkesi hemen hemen hiçbir şekilde gündeme gelmezken yayıncılık alanı milliyetçi-muhafazakar statükonun bekası üzerinden oluşturulan ilkelere göre düzenlendi.
Bu süreçte düzenleme görevini üstlenmesine rağmen siyasi iktidarın güdümünden ayrılamadığı için hiçbir zaman rolünü yerine getiremeyen Radyo Televizyon Üst Kurulu da bu ilkelerden sapma göstermedi.
Sermayenin kitle iletişim alanına girmesiyle beliren tekelleşme meselesine de müdahil olamayan kamu, RTÜK üzerinden sadece "yabancı sermayenin bu alana girmesini" engellemeye çalıştı. Biz bu yeni dönemin yaratığı işadamı-gazetecilerin köşelerinden her gün içerideki fillerin tepişmesini izleye duralım, 1991'de Turgut Özal'ın, oğlunun da ortak olduğu TeleOn için göz yumduğu arkadan dolaşma taktiğini uygulayan küresel medya kralı Rupert Murdoch yabancı sermaye kotasını yurtdışındaki gururumuz Ahmet Ertegün vasıtasıyla aşarak TGRT'yi satın aldı.
Murdoch'un önlenemez yükselişi
Mudoch'un popülist, tecimsel yayıncılık alanında haklı bir ünü var. Avustralyalı medya devi, I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin başbakanının danışmanlığını yapan babasının kurduğu The Herald Times Weekly şirketini ondan devraldı.
Kısa zamanda bölgesel ve yerel medya kurumlarını satın alarak genişleyen Murdoch 1975'den itibaren elinde bulunan gücü sağcı Liberal partiyi desteklemek için kullandı.
Bu desteği karşılıksız kalmadı: 10 yıl içinde medya imparatorluğunu büyüterek kıta dışına taşıdı. Zarar eden küçük işletmeleri satın alıp, yayın politikalarını ve işletmelerini altüst edip kara geçirmesiyle ünlendi. 70'lerin sonuna gelindiğinde Murdoch o kadar güçlenmişti ki yurtdışına açılmaya, Londra ve New York'ta da gazeteler almaya başladı.
İngiltere'de çıplak kadın resimleri, dedikodu ve asparagas haberler üzerine kurulu The Sun, ülkenin en köklü fikir gazetesi The Times ve News of The World'ü holdingine kattı. Times'ın 1981'de satılması okurlardan büyük tepki almıştı; bu satışın üzerine bağımsız ve muhalif habercilik yapmak üzere The Independent kuruldu.
Neo-liberal rüzgarı arkasına alınca
Murdoch, İngiltere'de basında hakim olan sendikaları da yok etmeyi başardı. 1986-87 arasında News International'i şehir dışına taşıyarak ve şirketi yeniden yapılandırarak sendikaların hakimiyetini kırmayı deneyince Ulusal Baskı Sendikası (NGA) ve Baskı ve İlişkili Sektörler Cemiyeti'ne (SOGAT) bağlı işçiler greve gitti. Haftalarca süren mücadelenin sonunda işçiler geri adım atmak zorunda kaldı.
Diğer basın kuruluşları da Murdoch'un izinden gitti ve basın sektöründe daha önce çok güçlü olan sendikaların etkisi ciddi biçimde azaldı.
Murdoch 80'ler boyunca dünyanın her yerine yayılan deregülasyon, liberalleşme politikalarından yararlanarak etki alanını genişletti. Bugün alameti farikası sayılan ve sahibi olduğu diğer medya kuruluşlarının da prototipi olarak değerlendirilebilecek Fox Televizyonu ABD'de en fazla izleyiciye sahip ağ. Türkiye'de de gösterilen "Evli ve Çocuklu" gibi diziler, reality şov programları hep Fox'un icatları.
Kültürel icraatlarının yanı sıra Murdoch'a bağlı yayın organları onun ticari çıkarları doğrultusunda siyasi iktidarı açıkça desteklemekten geri durmadı.
ABD'de Cumhuriyetçi Parti'yi destekleyen Murdoch, Ronald Reagan ve her iki Bush'un iktidarlarında onların yanında yer aldı. 2003'te Irak'ın işgali sırasında Murdoch "Şimdi geri durup tüm Ortadoğu'yu Saddam'a bırakamayız.
Bence Bush çok meşru, ahlaklı ve doğru bir iş yapıyor ve sanırım bunu sonuna kadar götürecek" dedi ve dünyanın çeşitli yerlerinde ona bağlı 173 televizyon ve gazete işgali destekleyen bir yayın çizgisi izledi.
1999'da The Economist dergisi Murdoch'un son 10 yılda 2.1 milyar dolar kar ettiğini fakat hiçbir vergi ödemediğini yazdı. Makale News Corporation'un karmaşık yapısını, offshore finans merkezlerini ve hukuki boşluları kullanarak nasıl "karını maksimize ettiğini" detaylı bir şekilde anlatıyordu.
El elden üstündür
Bu Murdoch'un, "özel" televizyonların önü açıldığında İslami duyarlılıkları gözönünde tutan bir yayın politikasıyla sahneye çıkan TGRT'yi satın almasıyla birlikte Türkiye medyasın sermayeyle dansında bir eşik daha aşılmış oldu. Son 15 yılda pervasızca ortalığa saçılan medya-sermaye-iktidar ilişkilerine, tekelleşme eğilimine artık "yabancı" bir misafir de katılacak.
Bu haberin heyecanla karşılanıp sonra da pek üzerinde durulmadan unutulmasının ardında kuşkusuz boynuzun kulağı geçmiş olmasının da payı var.
Türkiye'de kitle iletişim alanı çok kısa sürede sermayenin çıkarlarına teslim edildi ve kamunun özgürce haber alma ve ifade özgürlüğünü koruyacak düzenlemelerin yokluğunda ekranlar yaşamın gerçeklerine kapatıldı.
Özel televizyonlar zaman zaman dışarıdan ithal edilen ya da bir şekilde Türkleştirilen diziler, yarışma programları, reality şov programları ile izleyici ilgisini her daim canlı tutmayı becerdiler.
TGRT, siyasal islamın bugün iktidara gelmiş olması ve normalleşmesi nedeniyle eskisi kadar izleyici çekmiyor olabilir ama son yıllarda onun yerini alan ulusalcı-milliyetçi akım bu başarısıyla birlikte televizyon ekranlarına da yansımaya başladı.
Örneğin Yalçın Küçük ya da Nihat Genç'in Sky Türk'te karşılarına konan bir gazetecinin çanak tuttuğu sorular üzerine fetva verdikleri programlar Murdoch'un bile hayal edemeyeceği kadar fantastik. Onun kraldan çok kralcı olup olamayacağını ise zaman gösterecek. Bu arada da daha fazla insan daha fazla oranda milliyetçi, muhafazakar, sağcı hamasete maruz kalacak.(EÜ)