“Daha Dans Edicem” geçtiğimiz günlerde Murat Çelikkan’ın kaleminden Doğan Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Deniz Türkali’nin çocukluğundan bu yana yaşadıklarını açık yüreklilikle anlattığı kitap, 1940’lı yıllardan bu yana Türkiye tarihinde yaşanılanlardan da haberdar ediyor.
Murat Çelikkan imzalı “Daha Dans Edicem” aynı zamanda iki yakın insanın keyifli muhabbetine okuru da davet ediyor.
Deniz Türkali’yi anlatacak olmanın kitabın yazarı olarak sizdeki karşılığı neydi?
Murat Çelikkan (M.Ç.): İki şeyi ön plana çıkararak söyleyebilirim. Birincisi Türkiye’nin çeşitli dönemlerindeki kültür-sanat, siyaset alanlarına dokunan bir hayatı var. Hem Deniz’in hem Türkiye’nin yakın dönem geçmiş tarihi.
Deniz benim çok yakınımdır, fakat bazı yaşanılanları benim bilmemin imkânı yoktu. Meraklı biri olarak bunları öğrenmem için iyi bir fırsat oldu bu kitap.
Kitabı yazmasına razı olduğunuz isim neden Murat Çelikkan? Aklınızda başka isimler de var mıydı?
Deniz Türkali (D.T.): Böyle bir kitap çalışmasına başladığımızı öğrenen hem de yakınım olan iki kadın arkadaşım da ayrı ayrı, keşke ben yazsaydım, demişlerdi.
Belki Murat olmasaydı, onlardan biriyle çalışabilirdik, ama bu hâlinde olmazdı bu kitap.
Murat benim çok yakınım da olduğu için bu kadar rahat konuşabildim onunla. Ben anlatırken, Murat da yazarken hiçbir olay sansürlenmedi böylece. Kitabı bu yönüyle çok sahici buluyorum.
Deniz Türkali’yi anlatırken nehir-söyleşi yöntemini kullandınız. Neden biyografi olarak yazmayı düşünmediniz?
M.Ç.: Ben biyografi okumayı çok severim. Çok da okurum. Ama yazmak ister miyim çok da emin değilim.
Biyografi yazmak biraz da kendin hayatınızı yazmak gibi. Çünkü o zaman başkasını kendi gözünüzden, kendi dilinizle anlatıyorsunuz. Bu da kendinizi ortaya koymayı, neye nasıl baktığınızı belirtmenizi gerektiriyor.
Dolayısıyla çok emin değilim. Belki ileride çok ilgilendiğim bir ismi anlatmaya çalışırken yarı roman yarı gerçek hayat hikâyesi olarak yazabilirim.
Deniz Hanım, Murat Çelikkan’a anlatmadıklarınız da vardır sanırım?
D.T.: Olmaz olur mu, dolu… Kafamda “Hayatımın Erkekleri” diye kurduğum bir proje var. Bu kitap için Murat’a anlatmayıp da ileride başka bir projede bahsetmeyi düşündüklerim var.
M.Ç.: Bu kitapla ilgili, “Yahu şu vardı bak şundan bahsetmedik” diye aklımıza gelen ortak anılarımız kitap bittikten sonra aklımıza geldi. İşte onlar da bu kitapta yok.
Kitap 1940’lı yıllardan başlayarak yakın tarihe kadar olan süreçte toplumsal atmosferde yaşanılanlardan da bahseden mütevazı bir arşiv gibi. Bu kitabı yazarken özellikle tercih ettiğiniz bir durum muydu?
M.Ç.: Evet özellikle bir çerçeveye oturtmak istedim. Türkiye tarihinde yaşananlar Deniz’in özel hayatında yaşadıklarıyla ilginç bir şekilde çakışıyordu. Dolayısıyla oradan bir yol almayı tercih ettim.
Kitapta okuduğumuz başınızdan geçen bazı olaylarda ‘yalan’a karşı nasıl bir mesafede olduğunuza dair az çok fikir sahibi olabiliyoruz…
D.T.: Ne yalansız yaşarım ne de yalancının tekiyim diyebilirim. Komünist bir aileden geliyorum. Çok erken yaşlarda, “Sakın kimseye bir şey söyleme!” tembihi ile yaşamaya çabalıyordum. Birinci sebebi bu.
İkincisi, bazı durumları kurtarmak için yalan söyleme zorunluluğu… Baskı söz konusu olmadığında birine yalan söyleme durumunu tercih edenlere kesinlikle karşıyım. Zekamı hiçe sayarak kalbimin kırılmasına sebep olan yalanlara çok büyük tepki gösteririm.
Sizlere göre olan “aile” kavramını konuşabilir miyiz?
D.T.: Bazen insanın kendi tercih ettiği aile, kan bağının olduğu aileden çok daha değerli olabiliyor. Aile, aslında bir cehennemdir. Bunu hepimiz biliyoruz.
Aile, seni kendi ölçüleriyle korumaya çalışırken senin tercih ettiğin aile, seni, senin ölçülerinle korumaya çalışıyor. Ama burada korumakla kastettiğim şey, senin sığınabileceğin bir ortam olması.
Bu dayanışma kan bağının olduğu ailede her zaman gerçekleşmiyor.
Tüm bu söylediklerimle birlikte özellikle belirtmek istediğim bir şey daha var. Ben, annem, çoğunlukla kavgalı olduğum babam ve Barış… Bu çekirdek aileden de en az kendi seçtiğim aile kadar dayanışma, destek gördüm.
M.Ç.: Bu konuda yeni bir şey söylemek oldukça güç. Bizim gibi dönemlerde uzun süre yaşayınca çok çeşitli badirelerden geçiyorsun.
O badirelerin oluşturduğu engellerden geçerken bazı dostlarını bırakıyorsun. Ama bazı dostlarınla da daha uzun süreli ve kalıcı ilişkiler kurabiliyorsun. Bu çok önemli.
Birbirine yakın olan az sayıdaki insanlarız. Bizim için birbirimizin en zor zamanlarında yan yana durmaya çalışmanın getirdiği bir güven ve güç söz konusu. Bu da vazgeçilmez bir şey bence.
Kıskanç mısınız Deniz Hanım?
D.T.: Ben kıskanç biri olarak doğmamışım. Genlerimde öyle bir durum yok.
İlkokulda aynı çocuğa aşıktık ama biz birbirimizi süslerdik. Beni beğenmesi önemli değildi. Kendimi bildim bileli bu durum bende böyle.
Atıf Yılmaz Türkân Şoray’a aşık mıydı, diye sorulduğunda öyleyse vereceğiniz cevap tahmin edilebilir…
D.T: Türkân’a aşık olmayacak olanın alnını karışlarım. Türkân’a aşık olmayanın estetik, aşk anlayışından, her şeyinden kuşkulanırım. Türkân’a gayet tabii aşık olunur.
M.Ç: Türkân Hanım büyülüdür.
Kıskanılan biri olmuşsunuz ama?
D.T.: Maalesef, kıskanılma durumunu çok yaşadım. Bundan da hiç hoşlanmıyorum.
İnsanlar benim için, “Kendini ne zannediyor” diye düşünmesinler lütfen. Bazıları için kıskanılıyor olmak bir sevgi gösterisi gibi kullanılıyor ve kabul ediliyor olabilir. Ben böyle düşünmüyorum.
Özellikle ilk kocam Ernesto ile ilişkimin bitmesinin en önemli nedenlerinden biridir. Ha ben sonra yine ayrılmak için bir neden bulurdum.
Kitabın da ötesine geçelim… Deniz Türkali ve Murat Çelikkan birbirlerini nasıl anlatırlar?
D.T.: Benim hayatımda büyük etkisi olan üç erkek vardır. Şu anda ve yıllardan beri. Barış (Pirhasan), Yıldırım (Türker) ve Murat (Çelikkan).
Ayırt etmek çok zor onları ama şöyle diyebilirim. Murat, ikizim. Barış, kardeşim. Yıldırım da eşim (!)
Murat’ın varlığı öyle bir şeydir ki benim için… Mesela Murat haftaya Berlin’e gidecek… Ben şimdiden paniğe kapılırım, Eyvah Murat gidecek, diye.
“Münasebetsiz” bir şekilde gitti iki buçuk ay hapiste kaldı, aklımızı kaçırıyorduk. Bir de bahsettiğim diğer iki erkek istedikleri kadar kıskansınlar Murat’a sorarım, Murat’a danışırım bir sürü konuyu.
Ve en belirgin özelliği benim için, hayatımda erkekliğiyle bu kadar mücadele eden hiçbir erkek görmedim. Ne Barış ne Yıldırım ne başka biri…Ataerkil bir aileden gelmesine rağmen insanı hakikaten heyecanlandıran bu mücadele beni sevinçten havalara uçuruyor.
M.Ç.: “Bahsettiğim diğer iki erkek istedikleri kadar kıskansınlar Murat’a sorarım, Murat’a danışırım bir sürü konuyu” diyor Deniz. Evet bu doğru. Peki, yapar mı dediklerimi? Asla… Kendi bildiğini yapar her zaman.
Birlikte bir hayat yolculuğumuz var. Paylaştığımız çok önemli, değerli zamanlar var. Deniz’in en büyük özelliği, bir arkadaşım, dostum, yakınım olarak hem en keyifli hem en kederli anlarınızı aynı yoğun duygular içinde paylaşabilirsiniz. Sizle sizin kadar yaşayabilir Deniz.
Yakınlarının zor ve güç durumlarında Deniz hep yanınızdadır. Elbette büyük bir güven duygusu hissettirdiği. Çok az sayıdaki insana böyle güven duyabilirsiniz. Bizim ilişkimiz kıymetli.
Kitap, geçmişte verdiğiniz kadın mücadelesinden de bahsediyor. O dönem ve bu döneme baktığınızda kadın mücadelesi için neler söylersiniz?
D.T.: Biliyorsun, feminist hareket 80’lerin başında başladı ve hızlı şekilde dağıldı. Feminizm olarak değil ama kadınlarla ilgili, kadınlara yönelik hak arayışı, itirazlar olarak sürdü.
Bizden sonraki kuşaklar bizim kadar heyecanlı şekilde “Biz feministiz” demiyorlar, ama feminist hareketin onlara sunduğu avantajları çok iyi bir şekilde yaşıyorlar.
Gördüğüm kadarıyla daha gençler, daha dinamikler. Hep kendini yenileyen, marjinal bir hareket olarak kalırsa bu iyi bir şey. Ama kadın mücadelesi, feminizm tartışmaları hiç bitmeyecektir.
Bana “Feminizm ne zaman başarıya ulaştı sayılabilir” diye sorarsanız cevabım şu: Bütün dünya literatürlerinde cinsel ilişki, küfür olarak kullanılmadığı zaman, akla bile gelmediği zaman.
Kitap çıkalı çok olmadı fakat kitapta bahsi geçen olay ya da kişilere dair sizinle iletişime geçenler oldu mu?
D.T.: Çok güzel bir telefon aldım. Telefon kitapta adı geçen nişanlım Atilla’nın kızından.
“Gözlerim doldu, bana babamın bilmediğim yanlarını gösterdiniz, size teşekkür ederim,” dedi.
Bu benim için çok değerli. Okuyanlardan olumlu tepkiler aldım. Bunlar bana iyi hissettiriyor.
M.Ç.: Söyleşiyi ben yaptım ama konu Deniz Türkali ve onun hayatı. Dolayısıyla bu tür beğeniler genellikle haklı olarak bana değil de Deniz’e gidiyor.
D.T.: Burada şöyle bir durum var. Murat’ın kitapta oluşturduğu çerçeve kendisinden asıl bahsettiren.
Bu kadın nasıl bir dünyada, ülkede, koşullarda, kimlerle, hangi şartlarda böyle bir bakışa duruşa sahip oldu gibi pek çok merak edilen durumu Murat Çelikkan sorularıyla okur haberdar olabildi.
Evet, beni anlatıyor kitap ama ben ve hayatım nasıl sunuldu okura. İşte bu Murat Çelikkan’ın becerisi.
M.Ç.: Benim için en önemlisi Deniz’in beğenmesi.
Birlikte gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka projeleriniz var mı?
D.T.: Murat Çelikkan ve Meltem Aslan çevirisiyle Ayşenil Şamlıoğlu’nun sahneye koyacağı “Bebek Jane’e Ne Oldu?” oyununu Aliye Uzunatağan ve Selen Öztürk’le birlikte oynayacağız.
Bu kitap nasıl bir dönemde raflardaki yerini aldı?
M.Ç.: Ben cezaevinden çıktığımda kitap piyasaya çıktı. Nasıl bir dönemde olduğumuzu bu durum açıklıyor. (Öİ/EKN)