Munzur Barış ve Kültür Günleri Başlıyor
Tunceli'de demokratik kitle örgütlerinin de desteklediği festival 6-10 Şubat tarihleri arasında Tunceli merkez ve dört ilçede sürecek.
Yaz-Kış "Munzur Barış ve Kültür Günleri"
Son yedi yıldır yaz döneminde yapılan Munzur Doğa ve Kültür Festivali, Munzur Su Üretim Tesisleri, Tunceli'de yapılan Rehabilitasyon Merkezi ve yapımı süren Yaşam Sağlık Evleri gibi pek çok projenin de başlamasına neden olmuştu.
MASAP yaptığı açıklamada kış mevsiminde de Dersim'de olmayı anlamlı ve gerekli gördüklerini söyleyerek "Barışa ve demokrasiye olan hasretimizi paylaşacağız. Bu hasreti, yaşadığımız toprakların vicdanı olan sevgili Dink'in anısıyla da buluşturma dileğindeyiz" dedi.
Festivalde Aynur Doğan, Ferhat Tunç, Nilüfer Akbal, Anafatma Kadın Derneği Grubu, yerel sanatçılar, Mehmet Çetin, Nesimi Aday ve Vecdi Erbay yer alacak.
Festivalde Belgesel Sinemacılar Birliği'nin de katkılarıyla gösterilecek filmlerden bazıları "Son Sesler", "Yeni Bir Yurt Edinmek", "Kaf Dağı Düşü", "Süryoyo" ve "Macahel".
Festivalin kapanışında yeraltı çarşısında bir araya gelinecek ve Munzur'un kıyısına kadar Barış Zinciri oluşturulacak.
Festivali destekleyenler şöyle:
Tunceli Belediyesi, Pertek, Hozat, Ovacık ve Mazgirt Belediyeleri, Demokratik Toplum Partisi (DTP) İl Örgütü, Emek Partisi (EMEP) İl Örgütü, Tunceli Dernekleri Federasyonu (TUDEF), İnsan Hakları Derneği (İHD) Tunceli Şubesi, Tunceli Barosu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) İl Şube Örgütleri, Anafatma Kadın Derneği, Munzur Vadisi ve Çevreyi Koruma Derneği, Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Devrimci İşçileri Sendikası Konfederasyonu (DİSK) Tunceli Şubesi, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk İş) Türkiye Yol Yapı İnşaat İşçileri Sendikası (Yol İş), Tunceli Sanayi ve Ticaret Odası, Tunceli Dersanesi, Munzur AŞ, Munzur'un Türküsü Proje Merkezi, Ulaşılabilir Yaşam Derneği Ovacık Şubesi, Dersim'de İklim Gazetesi. (EZÖ/AÖ)
BİANET'E GELENLER - MART 2025
İletişim Yayınları'ndan 11 yeni kitap okuyucuyla buluştu

letişim Yayınları'ndan bianet'e gelen 11 yeni kitabı sizlerle paylaşıyoruz.
Yiğit Akın, Birinci Dünya Savaşı’nın toplumsal tarihine bakıyor; başka bir deyişle, savaşı salt askerî-siyasi boyutunun ötesinde, toplumsal bir olay olarak inceliyor.
Ölümünden yıllar sonra bir araya getirilen Hapishaneden Mektuplar, 1926-1937 yılları arasında Gramsci’nin kaleme aldığı, bilinen 489 mektubun tamamını içeriyor. Bir entelektüelin düşünce dünyasını, insani yönlerini en açık biçimde sergileyen mektupların her satırında küçük sevinçler ve kederler kadar derin ahlâki ve entelektüel yargılar da yer alıyor.
Cemal Erez ve Meral Erez’in titiz çalışmalarıyla, tamamı ilk kez Türkçe yayımlanan Hapishaneden Mektuplar, Antonio Gramsci’nin düşünsel mirasının önemli bir parçası…
Baba olacağını öğrenen Gündüz Vassaf, çocuğunun doğumuna aylar kala kaleme sarılır ve ona mektuplar yazmaya başlar... Yazılmalarının üzerinden 40 yıla yakın zaman geçtikten sonra nihayet gün yüzüne çıkan bu mektuplar, baba adayı Vassaf’ın iç dünyasını tüm samimiyetiyle ortaya koyuyor: Hamileliğin öğrenilmesinden ebeveynlik sorumluluklarını düşünmenin yarattığı baskılara, kendi anne-babasıyla ilişkilerini sorgulamasından çocuğunun geleceği için kurduğu hayallere, ilk ultrason görüntüsünden insanlık üzerine düşüncelere...
Güzin Yalın, Ziyafet’te bazen bir sofradan, bazen kaynayan tencerenin başından; bazen de iki arada bir derede ağza ancak bir lokma atılabilen sıkışık anlardan ve kalabalık zamanlardan yola çıkarak hayatın tam ortasına gelip kurulan öyküler anlatıyor: aşklar, ayrılıklar, yeni yeni heyecanlar, yalnızlıklar…
Gülhan Davarcı’nın kahramanları hayatın akışı içerisinde önemsizmiş gibi görünen ama aslında o akışa yön veren duygularla baş başalar: Bazen, her şey yoluna girecekmiş hissi veren, bazen de bir lekeymişçesine üzerimize yapışıp kalacağını gelişinden anladığımız…Duygular gibi kahramanlar da gelgitli, temkini elden bırakmadıkları anlarda coşkunun ya da karamsarlığın esiri etmiyorlar kendilerini, bir köşede başlarına gelecekleri kabullendikleri anlarda ise dünyanın hemen yok olacağına inanmış insanların o umutsuz gözleriyle bakıyorlar etrafa.
Joseph Wayne genişleyen ailesi için yeni yerler kapmak üzere Kaliforniya’ya taşınır ve burada bir çiftlik kurar. Babaları öldükten sonra diğer kardeşleri de aileleriyle birlikte buraya gelirler. Joseph kendisinin toprakla özel bir bağı olduğunu ve ölen babasının evin bahçesindeki ağaçtan kendisini izlediğini düşünür. Onları kuraklık ve kötülüklerden koruduğuna inandığı bu ağaca neredeyse bir put gibi tapar. İnsan iradesi, yalnızlık, inanç ve doğayla kurulan mistik bağ üzerine derinlemesine bir anlatı sunan Bilinmeyen Bir Tanrıya, Steinbeck’in edebi mirasında özel bir yere sahip.
Çok Şeker Armud, Christie’den ve Simenon’dan ilhamla yazılan, ama yaşadığımız memleketin tüm dertleriyle, ilginçlikleriyle karılan hikâyelerden müteşekkil; bunlar "cinai hiciv" denebilecek yeni bir türün örnekleri.
Mehmet Şenol, Ateş’in Güneş’i’nde Türkiye’de futbol-siyaset ilişkisinin sansasyonel bir tarihsel vakasını bir roman gibi anlatırken aynı zamanda Tek Parti döneminde siyasi elitler arasındaki mücadelenin kritik bir “muharebesini” ele alıyor. Bir tarafta, Cumhuriyet’in müesses nizamı karşısında, “politikacılar bankası” diye anılan İş Bankası Grubu, Denizcilik Bankası, Celal Bayar… Bir tarafta Galatasaray Lisesi merkezli seçkinler karşısında Peyami Safa’nın deyişiyle “Galatasaray’da cumhuriyet ilanı zamanı geldiğini” ileri sürenler...
Nurgül Certel, Türkiye’nin aşina olduğu fakat araştırma konusu olarak çoğunlukla gözden kaçmış bir hususu ele alıyor: Çokeşlilik. Suriye iç savaşının neden olduğu zorunlu göç sonrası, Suriyeli kadınlarla yapılan çokeşli evlilikleri yerinde gözlemlediği çalışmasında, bu evliliklerin taraflarından olan erkeklerin, çokeşli evlilikleri nasıl meşrulaştırdıklarını gösteriyor. Erkeklerin, “mağdur olana sahip çıkmak”, “çocuk sahibi (ağırlıkla erkek çocuğu) olamamak”, “sevgisiz ve geçimsiz evlilikler” gibi sebeplerle yapıldığını iddia ettikleri çokeşli evliliklerin diğer tarafları olan kadınların da sesi oluyor. Hem Türkiyeli “ilk eşlerle” hem de Suriyeli “ikinci-üçüncü eşlerle” yapılan görüşmeler neticesinde kadınların bu evliliklere nasıl ve neden “razı olduklarını/edildiklerini”, evlilik içi dinamikleri ve ilişkileri açıklama çabasının yanı sıra bu evliliklerin “aracılarını”, kadınların bir meta gibi pazarlık konusu haline getirilmelerini, kadınlar üzerinden kurulan çıkar ilişkilerini ve sağlanan kazançları da es geçmiyor.
Devrim öncesi Rusya’nın başkentinde, 20. yüzyılın başlarında geçen Petersburg, siyasi kaosun ve bireysel varoluş sancılarının gölgesinde bir baba-oğul çatışmasını merkeze alır. Senatör Apollon Ableuhov ve devrimci fikirlerle “zehirlenmiş” oğlu Nikolay’ın hikâyesi, Petersburg’un sisli sokaklarında, patlamaya hazır bir bomba metaforu etrafında şekillenir. Beliy, şehrin mimarisini ve atmosferini canlı bir karaktere dönüştürerek, mekânı hem bir dekor hem de bir anlatıcı olarak kullanır. Dilsel oyunlar, ritmik anlatım ve simgesel imgelerle zenginleşen Petersburg, Dostoyevski’nin ahlâki derinliğiyle Gogol’ün grotesk mizahını buluşturur. James Joyce’un Ulysses’i ile kıyaslanan bu başyapıt, modern roman sanatının kilometre taşlarından biri.
Klinik psikolog Jessamy Hibberd Sahtekârlık Sendromundan Kurtulmak’ta öğrencilerden üst düzey yöneticilere kadar geniş bir yelpazede çok sayıda insanı etkileyen bu durumdan sıyrılmanın basit ve uygulanabilir yollarını açıklıyor ve mağdurlara kendi kabiliyetlerine inanabilecekleri daha iyi bir gelecek için umut veriyor.
(VC)