Fotoğraf: Arif Hüdaverdi Yaman/AA
İdlib'de 27 Şubat'ta 36 askerin yaşamını yitirdiği saldırıdan sonra bölgede gerginlik artarkan, Türkiye'nin mültecilerin sınır geçişlerinde engellenmeyeceğine dair kararıyla yeni bir aşamaya geçildi. Yunanistan ve Bulgaristan sınırından geçemeyen mülteciler "arada" kaldı. Ancak bu sadece coğrafi olarak arada kalmak değildi. Irkçı söylem ve saldırıların da tam ortasındalar.
Sadece sınırda değil Türkiye'de yaşayan başta Suriyeliler olmak üzere mültecilere karşı da düşmanlık körüklenmiş durumda. Mültecilere yönelik sosyal medyada başlayan nefret söylemleri sokaklara da taşındı. Mülteciler sınır kapılarında Türkiye dışına çıkmak için beklerken, önceki gün Maraş merkezde Suriyelilere ait iş yeri ve evlere saldırılar meydana geldi. Dün ise Samsun'da mültecilere yönelik linç girişiminin görüntüleri sosyal medyaya yansıdı.
Sosyal medyada nefret söylemi içeren cümleler, gıda ve ihtiyaç yardımı için sınıra giden Ahbap Platformu üyelerine ve derneğin başkanı Haluk Levent'e de yöneltildi.
Botlarla güvensiz bir şekilde denize açılan ya da Pazarkule'de sıkışanların durumu bir yana, Türkiye'de yerleşik hayata geçip hayata katılmaya çalışan mültecilere yönelik tutumları, uzmanlar bianet'e değerlendirdi.
"Gittikçe köpüren belirsizlik ve nefret"
İzmir'de mülteci hakları alanında da çalışan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Üstün Reinart, özellikle geride kalan 2-3 günde Türkiye'de mülteci düşmanlığının körüklendiğini söyledi.
Reinart, şöyle devam etti:
"Son yaşananlarla ilgili söylenebilecek tek şey, bunların dehşet verici olduğudur. Özellikle geride bıraktığımız haftadan beri toplumda mültecilere yönelik bir düşmanlık körükleniyor. Bu çok yanlış ve korkutucu bir durum ancak şu ortamda, gittikçe köpüren bir belirsizlik ve nefret ortamında bunun olması ne yazık ki bana pek şaşırtıcı gelmiyor.
"Biz de İdlib'de yaşananlar sonrası mültecilere yönelik bir nefret dalgasının körüklenmesinden korkuyorduk. İdlib'de hayatını kaybeden askerlere karşı ortaya hemen bir 'mülteci' söylemi atıldı. Askerler ile Türkiye'de yaşayan mülteciler birbiriyle ilişkiliymiş gibi gösteriliyor ancak ortada tamamen bir ters ilişki var.
"Orada savaş devam ettikçe sivil halk da haklı olarak Suriye'den kaçma ihtiyacı duyuyor. Askerler ve mülteciler arasındaki bu yanlış ilişkilendirme sonucu sosyal medyada ve sokaklarda 'Bizim askerlerimiz orada ölürken Suriyeliler burada keyif çatıyor' gibi çok çirkin bir söylem dolaşır oldu. Bu söylemler sonrası iktidar kanadından yapılan ve misilleme olarak gösterilen 'Biz de yüz binlerce mülteciyi gönderiyoruz' söylemleri de bu nefreti daha da körükleyecek gibi görünüyor."
Taştan: "Irkçılık Türkiye'de hep egemendi"
Eşitlik İzleme Derneği Koordinatörü Nejat Taştan da şunları söyledi: "Türkiye'de ırkçılık yok sayılıyor fakat durum bunun tam tersi. Ayrımcı uygulamalar ve ırkçı yaklaşımlar Türkiye'de hep egemendi. Bu mevcut durum tabii ki, araya devletlerin birbiriyle ilişkileri üzerinden mültecileri kullanma meselesi de girince daha da boyutlanmış oldu.
"Benzer durumlar geçmişte de yaşandı. Bir toplumsal problemle karşılaşıldığında bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de insanlar kendisine benzemeyen, kendisinden farklı olana bir sorumluluk yüklüyor. İdlib'de hayatını kaybeden askerlerle Türkiye'de yaşayan Suriyeli göçmenlerin herhangi bir ilgisi yok. Ancak şu an çok şiddetli bir milliyetçi rüzgar estiriliyor ve bunun sonucunda da ırkçı kışkırtmalarla, Suriyeli mülteciler ile Türkiye vatandaşları karşı karşıya geliyor. Bu çok tehlikeli bir durum.
"Bu saldırıların da etkili olarak soruşturulması gerekiyor çünkü geçmişte Suriyelilere farklı illerde, hatta Ankara'nın göbeğinde yapılan ırkçı saldırılar dahi ırkçı saikler bakımından soruşturulmadı. Durum böyle olunca da bu tip saldırıları organize edenler ve mültecilere karşı şiddet çağrıları yapanlar cesaret buluyor. Bu saldırılar için yargı işlemeli, hükümet gerekli önlemleri almalı ve mültecilerin tampon bölgede yaşadığı problemlerle ilgili sınırın iki tarafındaki devletler uluslararası standartlara göre davranmalı. Aksi durumda bu tür trajedilerle karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz".
"Kanunlar mültecileri de korumalı"
İnsan hakları hukukçusu ve İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Deman Güler, “Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının hepsi, Türkiye’de yaşayan her kim olursa olsun, herkes için uygulanmak mecburiyetinde. Bugün nasıl ki bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir saldırıya maruz kaldığında bunlarla ilgili savcılık talebiyle işlem yapılması gerekiyorsa, aynı gereklilik mülteciler için de geçerli” dedi. Güler, şöyle devam etti:
“Şu an bir ara dönem, bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Şu anda bir kafa karışıklığı var. Belediyeler ve göç idaresinin kendisi, doğrudan araç kaldırarak sınıra mülteci götürüyor. Bu bahsi geçen durum, doğrudan insan kaçakçılığı suçudur. Belediyeler ve bu emrin sahibi her kimse, doğrudan bu anlamda soruşturulmalı ve bunlar hakkında kovuşturma yürütülmeli fakat bunların hiçbiri uygulanmıyor. Bu durum, mültecilere karşı yapılan nefret saldırıları meselesinde de söz konusu.
"Bu saldırılar daha önce de yaşandı, yaşanmadı değil. Mevcut siyasi yapının bu meseleye çok fazla müdahil olmaması, saldırganlara karşı harekete geçmemesi etkili bir unsur. Bu durum, saldırganları cesaretlendiriyor. Yurttaşlar sadece, hukuk devletinin işler hale gelmesiyle ilgili talepleri olmalı ve bu doğrultuda bir kamuoyu yaratmaları gerekiyor. Bu anlamda başta biz barolar olmak üzere Türkiye’de hukuk devletinin inşasını, yeniden inşasını ve sağlam temellerde ilerlemesini isteyen ve bu konuda çalışmalar yürüten tüm kurumlara sorumluluk düştüğü kanısındayım ben.
(ASK/AÖ)