*Gönderilmek istenen mülteci sayısı astronomik sayıda.
* Geri gönderme merkezlerinde göçmen ve mültecilerin güvenliğinden sorumlu kamu görevlilerince göçmenlere şiddet uygulanması kabul edilmemesi gereken bir Türkiye gerçeği.
* Geçici koruma statüsü sahibi kişiler ile uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin hukuk nezdinde etkili bir korumaya ihtiyaçları var.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatı Ömer Taş, Türkiye’deki göçmen ve mültecilerin yaşadıkları sorunları böyle sıraladı.
Bir de çözüm önerisi sundu:“Bir göç politikası uygulanacaksa bu, olumlu yönde kamuoyu oluşturmak ve vatandaşların mülteciler konusunda bilinçlendirilmesidir. Gelinen aşamada Türkiye sözünü ettiğim gerekleri yerine getirmekten tamamen uzak.”
Avukat Ömer Taş Geri gönderme merkezlerinde yaşananları, Türkiye’nin göç politikaları ve deport kararlarını bianet’e anlattı.
“Gönderilmek istenen mülteci sayısı astronomik sayıda”
Geri gönderme merkezinde idari gözetim altında tutulan bir göçmeni ve avukatını nasıl bir süreç bekliyor?
Hâlihazırda geri gönderme merkezlerinde geri gönderilmeye çalışılan göçmen/mülteci sayısı astronomik rakamlara ulaşmış durumda. Bu durum göçmenin insani koşullarda yaşamasına müsaade etmiyor, beslenmesine ve sağlık problemi yaşadığında sağlık hizmetine ulaşmasında büyük engel teşkil ediyor. Avukatlar ise geri gönderme merkezlerinde müvekkil ile yapacakları en basit görüşme veya dosya incelemek için saatlerce bekliyorlar.
“Avukat görüşmeleri zorlaştırılıyor”
Avukatların geri gönderme merkezine alınan müvekkillerine ulaşamadığı, görüştürülmediği yönünde iddialar ortaya atıldı. Doğru mu bu?
Geri gönderme merkezine götürülmek üzere alınan göçmenler örneğin Avrupa yakasında alındıysa Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’ne götürülür, ardından uyruğuna göre farklı geri gönderme merkezlerine sevk edilir. Sözünü ettiğimiz bu sevk sürecinde müvekkil ile avukatın görüşmesi neredeyse imkânsız.
Yine bu aşamada dosya incelemesi dahi yapılamıyor. Gerek iç hukukta gerek uluslararası hukukta defaatle savunma hakkının önemine değinilse de idari makamların avukat ile müvekkilin görüşmesi noktasında gerekli adımları attığı söylenemez. Aksine idare, bu hususta avukat görüşmelerini zorlaştıran ve hatta kısıtlayan bir tutum içine giriyor.
GGM’lerde göçmenlere yönelik darp ve işkence uygulandığı, şüpheli ölüm-intihar vakalarının arttığını görüyoruz. Ne yaşanıyor arka planda? Sizde konuya dair detaylı bilgi var mı?
Bilindiği üzere Türkiye’de bir cezasızlık algısı aldı başını gidiyor. Ancak bu cezasızlık algısı elbette kendiliğinden oluşmadı. Basına yansıyan olaylarda verilen mahkeme kararları, siyasi otoritelerin yaptığı birtakım açıklamalar bu algının oluşmasında etkili oldu.
Geri gönderme merkezlerinde göçmen ve mültecilerin güvenliğinden sorumlu kamu görevlilerince göçmenlere şiddet uygulanması kabul edilmemesi gereken bir Türkiye gerçeği. Dosyasını takip ettiğimiz ve sınır dışı kararına karşı idari yargıda dava açtığımız bazı müvekkillerimiz baskıya dayanamayıp ülkelerine döndüler.
“Süreç uzuyor, göçmenler ‘gönüllü’ olarak dönmek zorunda kalıyor”
Hukuksuz deport kararlarının göçmenleri mağdur ettiğini biliyoruz. Bu kararlarda ve yapılan itirazlarda nasıl bir süreç işliyor?
İdari işlemler, Anayasa’nın 125. Maddesi uyarınca yargı denetimine tabidir. Dolayısıyla idari bir makam olan Göç İdaresi’nin kararlarına karşı idari yargıda dava açılabiliyor. Ancak açılan bu davaların sonuçlanması o kadar uzun sürüyor ki müvekkiller daha fazla dayanamayıp “gönüllü” olarak geri dönmek zorunda kalıyor.
Bir idari işleme karşı her ne kadar başvuru yapılabilecek bir yol varsa da mahkemelerin iş yükü dikkate alındığında söz konusu başvuru gerekli faydayı sağlamıyor. Uzayan yargılama süreçlerinde müvekkillerimiz adeta ceza yargılaması olmaksızın hapis yatıyor. Bu denli kişi hak ve hürriyetlerinin kısıtlandığı az sayıda durum var.
Gönüllü geri dönüş
Ülkesine ziyarete gitmek isteyen yabancılara gönüllü geri dönüş evraklarının zorla imzalattırıldığı iddiaları gündeme geliyor. Yurt dışına çıkan kişinin geçici koruma statüsü kalktığı için de geri dönemeyebiliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluslararası koruma statüleri ile geçici koruma statüsü kural olarak kendi ülkesinin korumasından faydalanamayan kişilere verilir. İdari makamlar bu doğrultuda ülkesine dönen birinin hayati tehlikesinin artık olmadığını, uluslararası koruma gerektiren durumların ortadan kalktığını iddia ediyor ve buna göre işlem tesis ediyorlar. Ancak idari makamlar bu tespitlerini herkes açısından genelleme yolu ile yapıyorlar. Halbuki her olay özelinde ayrı bir değerlendirme yapılmalı.
Gerçekten de Türkiye’de yıllardır bulunan ve burada kurulu bir düzen inşa eden göçmenlerin sırf ülkesini ziyaret etmek istemesi sebebiyle statülerinin kaldırılması hukuka uygun değil. İnsan haklarını uygulamayı kendine ilke edinen, bununla övünen bir devletin pratiğinin de bu ilkelere paralel ilerlemesi gerekiyor. Aksi yöndeki tutum, içinde çelişki barındırır.
Kamu görevlilerinin yabancılarla kurdukları ilişkilerde rüşvet gibi birçok hukuksuzluk söz konusu olduğu söyleniyor. Bunun gerçeklik payı ne?
Denetlenmeyen, yargılanma korkusu olmayan kamu görevlisi rüşvet suçunun faili olabilir. Müvekkillerim özelinde henüz böyle bir sorun ile karşılaşmasam da maalesef sözünü ettiğiniz hususlar uygulamada denk geldiğimiz sorunlar. Fakat başka avukatlar tarafından müvekkillerimize, sizi 10 dakikada çıkarabiliriz, orada tanıdığımız memurlar ve görevliler var şeklinde yaklaşıldığını biliyoruz.
“Mültecilik bir neden değil sonuç”
Irkçı saldırıların artmasıyla göçmenlere yönelik kamusal baskı da arttı. Bunun Göç İdaresi’nde, geri gönderme merkezlerinde ve geçici barınma merkezlerinde bir belirleyiciliği oluyor mu? Oradaki göçmenlerin ve avukatlarının üstünde bir baskı oluşturuluyor mu?
Türkiye’de göçmenlere karşı körüklenen nefret dili; can alıyor, aç bırakıyor ve ötekileştiriyor. Fakirliğinin ve mevcut ekonomik durumun müsebbibi olarak göçmenleri gören kitleler; küfretmeye, saldırmaya hatta öldürmeye hazır. Halbuki göçmenlik/mültecilik bir neden değil bir sonuçtur. Sömürgecinin yayılmacı politikası sebebiyle çıkan savaşlardan kaçar, yaşama çabası içerisinde bir sığınak arar.
Savaşları çıkaranları eleştiremeyenler, bu cesareti kendinde bulamayanlar en savunmasız gördüklerine saldırıyor.
Sözünü ettiğimiz bu nefret dili toplumun her kesimine sirayet ediyor. Göç idaresinde ve geri gönderme merkezlerinde çalışanlar ile geçici barınma merkezinde çalışanlar da bu nefret dilinden etkileniyor ve siyasi otoritelerin “mancınıkla geri göndereceğiz” şeklindeki söylemleri bu kişilere mantıklı geliyor.
Hâlbuki bu tür bir yorumun 21. Yüzyılda herhangi bir karşılığı olmamalı. Sorunuzun bir kısmında mevcut durumun göçmenler ve avukatlar üzerinde bir baskı yaratıp yaratmadığını sordunuz.
Özne olan göçmenin/mültecinin bu tür bir nefret dili ve ona bağlı gelişen pratiklerden etkileneceği tartışmasız. Görevi müvekkiline hukuki destek sağlamak ve olası hak kayıplarının önüne geçmek olan avukatlar ise müvekkillerle görüşemiyor, süreçleri takip etmekte zorlanıyorlar.
Göç alanında, göçmenlerle çalışan sivil toplum kuruluşları, inisiyatiflere dair neler düşünüyorsunuz?
Tahmin edeceğimiz üzere; suyu, taşı, toprağı, ağaçları, hayvanları, insanları ile tamamen yabancı bir ortama giren bir insan, müthiş yalnız hisseder. Hele bir de kaçtığı savaşın ortasında annesini, babasını, kız kardeşini, çocuğunu bırakmışsa… İşte sözünü ettiğimiz bu yalnızlığın ortasında dayanışma gösteren sivil toplum kuruluşları ve inisiyatifler adeta kurtarıcıdır.
Sesini çıkaramayana ses olur, haklarını hatırlatır ve yaşatmaya çalışır. Özellikle göçmenin mağdur sıfatını taşıdığı yargılamalarda sanıklara karşı mağdurun yanında olmak önemli. Takip ettiğimiz davalarda desteğimizi gören göçmenler daha cesur yaklaşıyor ve gerçek anlamıyla dahil olmaya çalışıyorlar.
Sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin gerek iktidarı gerek yargıyı denetleyen bir yönü de mevcut.
Sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin ortaya çıkardığı kamuoyu tepkisi ile karşılaşan iktidar/idare hukuka uygun hareket etme gayretinde bulunuyor. Dayanışmayı büyüten ve konumuz özelinde mültecilerle dayanışma içerisinde olan sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin sayısı artırılmalı, bu oluşumların faaliyetini engelleyecek yasaklamalardan kaçınılmalıdır.
Sizce geri gönderme merkezinde yaşananların ve hukuksuz deport edilme kararlarının önüne nasıl geçilebilir?
Etkin bir denetim sistemi kurulmadan, gerekli teftişler sağlanmadan sözü edilen hususlarda iyileştirme yapılması mümkün değil.
Denetleme faaliyetlerinin yapılması önünde herhangi bir engel bulunmasa da idari makamlar bu konuda gerekli özeni göstermiyor.
Geçici koruma statüsü sahibi kişiler ile uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin hukuk nezdinde etkili bir korumaya ihtiyaçları var. Bu ihtiyacın meclisten çıkacak kanuni düzenlemeler ile karşılanması pek tabi mümkün. Ancak her halükarda öncelikle olumlu yönde bir kamuoyunun oluşturulması gerekiyor. Bu kamuoyu; sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler, dernekler ve siyasi partilerin ortak çabası ile oluşturulabilir.
“Mültecilerin can güvenliği sağlanmıyor”
Türkiye’nin mültecilere yönelik göç politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de mültecilere yönelik göç politikaları maalesef uluslararası sözleşmeler ve iç hukuk düzenlemelerine bağlı kalınmaksızın siyasi saiklerle sürdürüldüğünden hukuki bir değerlendirme yapmak zorlaşıyor. Ancak gelinen aşamada, ölüm haberlerini Antalya’dan, Zonguldak’tan, Gaziosmanpaşa’dan duyduğumuz mültecilerin can güvenliğinin dahi sağlanmadığını görüyoruz.
Bir devlet bütün kurumlarıyla öncelikle sınırları içerisinde bulunanların can güvenliğini sağlamak zorundadır. Irkçılık ve faşizm baskısı altında olan mültecilerin ise bu korumaya fazladan ihtiyacı var. Sözünü ettiğimiz devletin göç politikası öncelikle sınırlarına gelen ve kabul ettiği mültecileri yaşatmaktır.
Bununla birlikte vatandaş olsun veya olmasın herkesin eğitim ve sağlık gibi hizmetlerden eşit yararlanmasını sağlamak göç politikası haline getirilmelidir.
Ancak daha önce de değindiğimiz üzere; bir göç politikası uygulanacaksa bu, olumlu yönde kamuoyu oluşturmak ve vatandaşların mülteciler konusunda bilinçlendirilmesidir. Gelinen aşamada Türkiye sözünü ettiğim gerekleri yerine getirmekten tamamen uzak.
(İŞ/EMK)