Romanın kahramanı bay K, günün birinde kapısını çalan resmi kılıklı kişilerden bir davası olduğunu öğrendikten sonra; içinden çıkılmaz bir resmiyet yumağı içinde buluverir kendini. Gerçi Kafkanın Davası başkadır ama yine de Türkiyede de romanın görünen yüzü, benzer durumlarla karşılaşan her yurttaşın yaşadıklarına tercüman oluyor çoğunlukla...
Bir imza için 14 saat yolculuk
Diyarbakırdan Ankaraya gelirken, öğretmenliğe yeni adım atan yol arkadaşım Alinin, sırf Milli Eğitim Bakanlığında (MEB) atılmamış bir imza yüzünden 14 saatlik yolculuğa katlandığını öğrenince; imza/kaşe ve mühür çıkmazına dair bir yazının farz olduğuna karar kılmıştım.
MEBin ışıklı salonlarından birinde sıramatikten numarasını aldıktan beş saat sonra, görevli memur Aliye; Beyefendi imzayı biz değil, mezun olduğunuz Erzurum Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü atacak deyip, işlemzede yol arkadaşımı Erzuruma göndermiş de olabilir. Bu son derece doğal karşılanası bir vaka sonuçta
Bir de tabii, e-devlet uzantılı gibi görünen, Beyefendi modem şu an hazır değil ama merak etmeyin bir iki saat içinde işleminizi yapıp sizi karşı binadaki memurlara havale edeceğim, oradan da evrakınızı kaşeleyip bir sonraki dairede mühürletip üst kattaki başkana imzalattıktan sonra da... çilesi var
Gerçekten de son yıllarda, gittiğimiz hemen tüm resmi dairelerde, son derece Avrupai bir atmosferde, mavi mavi sandalyeler, ışıklı göstergeler ve sıramatiklerle karşılaşıyoruz. Kimi yerlerde Bach dinleme zevkine bile nail olabiliyor ve bu sırada, mevzubahis olan işlemleri yapmak zorunda kalma nedenlerini unutuveriyoruz
Sırada(n) bir Cuma günü
Şimdi size anlatmaya çalışacağım olay, kişi ve mekanlar tamamen gerçek hayattan alınmış; en ufak bir ekleme/çıkarma yapılmamıştır. Sıradan bir Cuma günü yaşanan olaydaki kişiler belki de sizi pek ilgilendirmeyecektir; ama olaylar ve mekanlar, kuyruk ve sıralar hepinize bildik, tanıdık gelecektir zahir!
Geçtiğimiz Cuma günü, Vatani görevim için askerlik işlemlerimi tamamlamak üzere, içim kıpır kıpır olaraktan Cebecideki Askerlik Şubesine başıma geleceklerden bihaber- koştum.
Yol boyunca, işimi saatlerce uzatacak herhangi eksikliğin olmaması için, evraklarımı tekrar tekrar kontrol ediyorum.
Askerlik Şubesi girişinde telefonumu kapatıp, kart karşılığında görevli memura teslim ettikten ve X-Ray cihazından geçip bir başka aletle daha arandıktan sonra; modern bir binada buluyorum kendimi.
Benimle benzer dertten muzdarip olan, genç vatan savunucu adaylarıyla da oflayıp puflarlarken karşılaşıyorum.
Hastane veya bankalarda düğmeye basıp aldığımız sıra numarasının bir benzerini ve yalnızca noktalı yerlerin doldurulacağı bir dilekçeyi, görevli bir askerden alıyorum. İşimin bir an önce bitmesi için dua etmeye başlıyorum.
Salonda onu aşkın sivil memur ve birkaç rütbeli asker, kağıt-evrak karıştırıyorlar. Önümüzden, inzibatların kelepçelediği, muhtemelen asker kaçağı, 20 yaşlarında gençler geçiyor
Derken, ikide bir elindeki sıra numarasını tavandaki göstergeyle karşılaştıran, dudaklarının kıpırtısından bir yerlere, bir şeylere sövdüğü anlaşılan üniversite mezunu Fye yaklaşıyorum. Evraklarımızı karşılaştırıp, son kontrollerimizi yapıyoruz.
Saatler ilerledikçe, sıranın ilerleme hızı da yavaşlıyor. Nihayet, saat 12.15de sıra bana geliyor.
Görevli memur, kızdığını belli etmemeye çalışarak soruyor: Herhalde buradan çok sıkıldınız. Elim mahkum, yapıştırıveriyorum yalanı; Hayır hocam, ben işten izin alıp geldim, acelem var da.
Sivil havayı solumak
Tabii doğum yerimdeki askerlik şubesi ile modem kurulamadığından ve memur da yemek yemesin mi kardeşim yüzünden öğlenden sonraya kalıyor işler. Ama olsun, yine de şanslıyım, en azından öğleden sonra ilk sırada ben varım, diye avutuyorum kendimi.
Öğle arasında, kapı dışarı edildikten ve tuvaletlerin de kapılarının kapatıldığını öğrendikten sonra sivil dünyaya çıkıyorum.
Dönüşte telefonum alındığı için saati, karşılaştığım göbekli bir komutana; Hocam saatiniz kaç acaba diye sorunca, Komutana hocam demek de neyin nesiymiş dercesine ; Yok mu senin de saatin gülüm yanıtını alıyor ve bozulmuş bir halde yukarı çıkıyorum tekrar.
Görevli memurun müjdesi kırgınlığımı gidermeye yetiyor, artıyor bile; Şanslısın, modem kurulduğu için faksa gerek kalmadı diyor.
Evraklarımın tümünü görevli memura imza/kaşe/mühürletip fotoğrafları yapıştırdıktan; komutana götürüp fotoğraflar aynı olmadığı için onları söküp birbirlerinin aynı olanları (oysa ikisinde de ben vardım!) yapıştırdıktan sonra; evraklarımın tümünü bir kez daha görevli memura imza/kaşe/mühürletip görevli memura imzalatıyorum.
Tüm bu işlemleri tamamladıktan sonra, yan binadaki doktorun yanına, muayene olmaya gitme şerefine nail oluyorum
Doktorun kapısında karşılaştığım uzun kuyruğu, gençlerin askerlik mantığı üzerine şakalamalarını ve daha bir sürü satır arasını canınızı sıkmamak için anlatmayacağım.
İlk tanıştığım asker adayı F, hızlı davranıp (sabah ilk gelen de o olmuştu) ilk sırayı kaptığı için erkenden çıkarken; üniversite mezunlarının iki-üç kilometre ötedeki Harita Komutanlığına gidip, orada da ayrıca muayene olmaları gerektiğini haber verdiğinde; saat çoktan 3ü bulmuştu.
Allahtan muayene bir iki imza, kaşe, mühür ve Var mı bir kırığın, çıkığın, sol gözünü kapatabiliyor musun gibi sorulardan ve aceleyle verilen hayır komutanım cevabından ibaret olduğu için erken bitiyor.
Muayene edilen evraklar
Şube çıkışında telefonumu alıp, Harita Komutanlığına koşuyorum. Yolda yine aynı tedirginlik, aynı korku; Acaba eksik bir evrak, mühür vs, var mı?
Harita Komutanlığının girişinde telefonu ayrı, nüfus cüzdanını ayrı memurlara verip kartlarını alarak, bekleme odasındaki işlemzedelere karışıyorum.
15 dakika kadar sonra bir er eşliğinde başka bir binadaki revirin bekleme odasına geçiyoruz; saat 3.45! 20 dakika kadar sonra uğrayan doktor da vücudumuzun askerliğe elverişli olup olmadığını merak etmemiş olsa gerek, evraklarımızı muayene etmekle yetinip sağolsun bu arada geciktiği için özür dileyince biz de toplu bir rica ederiz karşılığı verdik- bizi tekrar Askerlik Şubesine gönderiyor.
Bu cefadan kurtulmak ve takatım kalmadığı için bu sefer taksiye atlayıp Askerlik Şubesinin yolunu tutarken, caddede yürüyen sivillere gıpta ediyorum, bilhassa kadınlara tabii ki.
Görevli memur, korka ürke uzattığım evrakları tekrar tekrar imzalayıp, kaşeledikten ve noktalı yerleri bana imzalattıktan sonra; Şanslısın, işini çabuk bitirdin, yoksa Salı gününe kalırdın deyip iki kağıdı bana uzatıyor.
Bunlar senin, ister sakla, ister yak diyor. Tasnif dışı ibareli kağıtlar üzerinde Bu belge yükümlünün isteği üzerine verilmiştir deniyor. Oysa ben ne kimseden bir belge istemiştim ne de yükümlü olmak... Her şey benim dışımda gelişmişti, ben sadece bir kağıt imzalatıcıdan ibarettim.
Sivillik ve mutluluk saçan gözler
Ama olsun, özgürlüğüme kavuşmuştum ya, ne soru sormaya ne de Şubedeki tuvaleti kullanmaya cesaretim kalmayıp hızla dışarı atarken kendimi, gün boyunca hız rekabetine giriştiğim asker adayı Fyi bir komutana soru sorarken buluyorum. Birinci doktor evraklarına kaşe atmayı unuttuğu için, işi Salı gününe kalmış...
Bir saatlik işlemleri bir günde bitirdiğim için şanslı olduğum bu ülkede, Allahtan güzel dostlar var ki, beni kısa film gösterimine (üstelik ücret yok, kaşe, mühür ve imza yok) çağırıyorlar. Günün stresini, sıkışmışlık duygusunu koca bir sinema salonunda, gülen yüzlerin arasında atmaya çalışırken, bir yandan da her şeye rağmen sivil hayatın ne kadar da insani olduğunu düşünüp, gözleri sivillik mutluluk saçan arkadaşımla bakışıp gülümsüyorum...(BB)