Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) bünyesinde kurulan Ruhsal Travma ve Afet Psikiyatrisi Çalışma Birimi'nin düzenlediği “99 Depreminin 20. Yılında Anma ve Kitlesel Travmalar Sempozyumu” sona erdi.
TIKLAYIN - Depremin 20. Yılında "Kitlesel Travmalar Sempozyumu"
Şişli Belediyesi ve İstanbul Tabip Odası’nın katkı sunduğu sempozyumun pazar günkü son gününde ‘Kitlesel Travmalar Bağlamında Bombalamalar Sonrasında Akut Dönem Müdahale’, ‘İnsan Eliyle Oluşan Kitlesel Travmalar’, ‘Adalet Sarsıldığında’ ve ‘Yeniden Varolma Adına Anlam Arayışı konferansları düzenlendi.
TIKLAYIN - "Travmalarla Mücadele Yapısı Gereği Politiktir"
‘Adalet devletin yurttaşını en çok ezdiği nokta”
‘Adalet Sarsıldığında’ panelinde Cumartesi Anneleri adına konuşan İHD Kayıplar Komisyonu üyesi Sebla Arcan şunları söyledi: “
“Bir devletin ya da bir rejimin niteliği yurttaşına dağıttığı adalet ile ölçülür. Bu açıdan devlet yurttaş ilişkisinde adalet her zaman en önemli şeydir.
“Emile Zola der ki ‘Adaletin olmadığı yer vatan değildir.’ Ben bunu ne zaman duydum biliyor musunuz? Cumartesi Anneleri’ni ilk başlatan annelerden biri olan Asiye Karakoç demişti ki ‘Adalet sağlanıncaya kadar ben kendimi bu ülkenin vatandaşı saymayacağım. Ben artık vatansızım.’ Emile Zola’dan 200 yıl kadar sonra adalete ilişkin Emile Zola’yla aynı şeyleri söylemişti.
Tezer Özlü’ye ‘Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi’ dedirten şey yurttaşların bir kesiminin üstelik hatırı sayılır bir kesiminin artık bu topraklarda kendini güvende hissetmemesidir. Gerçekten bir ülkede adalet yoksa o ülke artık vatan olma niteliğini de bana göre kaybediyor.
Yargının siyasallaşması ne yazık ki gerçekten adalet dağıtan bir yer olmaktan yargıyı çıkardı. Cumartesi Anneleri 24 yıldır haykırıyorlar.
"Gözaltında kaybedilme kesintisiz bir suç"
Gözaltında kaybedilme uluslararası hukuka göre kesintisiz bir suçtur. Kişinin gözaltına alınması ile başlar ailenin kişiye ulaşması ve adaletin sağlanmasına kadar devam eder. Yine uluslararası hukuka göre kayıp yakınlarının bir bilinmezlik hali içerisinde olması da bir işkence. Kayıp yakınları da kesintisiz bir işkence, kesintisiz bir travma yaşıyor.
"Bizi ayakta tutan unutmama kararlılığımız"
Kayıp ailelerinden çoğunluğu terapi görmeyi reddediyor. Birkaçı girişimde bulundu ve döndüklerinde şunu söylediler: ‘Bizi anlamıyorlar. Onlar bizim acımızı iyileştirmek istiyorlar. Oysa bizi var eden acımızın varlığı, ve bizim bu acıya sahip şeklimiz. Onlar bizim olup biteni kabullenmemizi istiyorlar. Bir kenara bırakmamızı istiyorlar. Oysa bizi var eden, bizi ayakta tutan bizim unutmama kararlılığımız.’
Elmas Eren, geçtiğimiz günlerde kaybettik, 39 yıl oğlunu aradı. Elmas Eren ölene kadar oğlunun kıyafetlerini hep düzenli bir biçimde yıkadı, ütüledi, dolaba astı geldiğinde hemen giyinebilsin diye. Hayrettin’in hep bir odası oldu, yatağı hep düzenli oldu geldiğinde uyuyabilsin diye.
Berfo Anne 105 yaşında ölene kadar kapısını hiç kilitlemedi. Oğlu gelirse rahatça girebilsin diye.
Menekşe Aydınlar 25 yıldır geceleri hiç uyumuyor.
Aslında onların halet-i ruhiyesini en güzel Hanım Tosun anlatıyor. Diyor ki ‘Aklım onun öldüğünü biliyor ama kalbim her kapı çaldığında onun gelmesini istiyor. Aslında biz yaşamla ölüm arasında, umutla umutsuzluk arasında bir noktadayız.'
"Ben buradayım ve olmayaca devam edeceğim"
Mücadele eden kayıp yakınlarının daha iyi durumda olduklarını hayatla bağlarının güçlü olduğunu gözlemliyorum. Ama bulundukları mekan açısından mücadele etme imkanı olmayan ailelerin çok daha büyük ve travma ile çöküntüyle karşı karşıya olduklarını gözlemledim.
Şunu biliyorum ki mücadele etmek ‘sen yoksun’ diyenlere karşı ‘hayır ben buradayım ve olmaya devam edeceğim’ demek insanı var eden en önemli şey." (EG/DB)