Fotoğraf: Mustafa Hazneci, SALT
SALT Galata, geç-Osmanlı, erken-Cumhuriyet döneminin önde gelen kadın ressamlarından Mihri’nin hayatını, eserlerini ve dönemin sanat dünyasını ele alan kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor.
Döneminin önemli bir figürü olmasına rağmen, şimdiye kadar hakkında çok fazla şey bilinmeyen Mihri Rasim hakkında kapsamlı bir araştırma yapmış olan Özlem Gülin Dağoğlu ve Gizem Tongo ile sergi hakkında konuştuk.
Özlem Gülin Dağoğlu Montreal Universitesi’nde tamamlamış olduğu doktora çalışmalarının sonuçlarını bu kapsamlı sergide İstanbullular ile paylaşıyor.
British Institute at Ankara’dan (BIAA) Gizem Tongo ise feminist bir perspektif ile Mihri’nin Osmanlı ve erken Cumhuriyet sanat tarihi yazımındaki yerini sorguluyor, son derece enteresan bir hayat yaşamış olan bu öncü kadın ressamı yeniden konumlandırıyor.
9 Haziran’a kadar açık kalacak sergi dahilinde Mihri’nin orjinal eserleri, farklı tekniklerde ürettiği portreleri, resimlerinin tıpkıbasımları ve İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki (Kadınlar İçin Güzel Sanatlar Okulu) öğrencilerinin işleri yer alıyor.
Ayrıca ressamın yaşamış olduğu İstanbul, Paris, Roma ve New York gibi şehirlerdeki izleri takip edilirken, Mihri hakkında yerli ve yabancı basında çıkmış haberler ve makalelere de yer verilmiş.
Mihri’nin çok katmanlı kimliği; bir kadın, bir ressam, bir eğitimci, ‘göçebe’ ve ‘modern’ bir birey olarak nasıl yorumladıklarına dair Özlem Gülin Dağoğlu ve Gizem Tongo ile konuştuk.
“Ressam olmanın çok ötesinde”
Öncelikle şunu sorarak başlamak isterim, Mihri kimdir? Neden Mihri’yi ele alan bir sergi düzenlediniz?
Özlem Gülin Dağoğlu (ÖGD): Mihri, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşamış en önemli kadın portre ressamlarından bir tanesidir. Açba ailesine mensup olan Mihri, İstanbul’da ayrıcalıklı bir çevrede yetişir ve küçük yaşta resim yapmaya başlar.
İstanbul’dan sonra sanat eğitimini Roma ve Paris’te sürdürür, büyük ustalar ile çalışır. Uzun kariyeri boyunca sınırların dışına taşar.
Bir sanatçı olarak üretirken aynı zamanda bir eğitmen olarak da çalışır. Sanatını icra edip yaşamını sürdürdüğü ülkelerde, kadınların yaşam standartlarını iyileştirmek için çalışır.
Bunun en önemli örneklerinden biri, 1914’te İstanbul’da siyaset camiasındaki ilişkilerini kullanarak kadınlar için güzel sanatlar okulu olan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılmasına ön ayak olmasıdır.
Hayatının son 27 yılını geçirdiği ABD’de ise, 1930’lu yıllarda Kadın Seçmenler Cemiyeti (League of Women Voters) gibi kadın haklarını iyileştirmeye yönelik çalışmalarda bulunan cemiyetlerin etkinliklerine ressam olarak katkıda bulunur.
İstanbul, Paris, Roma ve New York başta olmak üzere yaşadığı şehirlerdeki kültürel ve siyasal elitler ile yüksek sosyal statüsünü kullanarak bağlantıya geçer. Bu sayede, Ahmed Rıza ve Mustafa Kemal, Edwin Markham, Thomas Edison, Benito Mussolini ve Franklin Delano Roosevelt gibi, döneme derin iz bırakan yazarların, gazetecilerin ve siyasetçilerin portrelerini yapar.
Mihri’nin sanata ve sanat tarihine olan önemli katkılarına rağmen, eserleri ve yaşantısı hakkındaki bilgiler ve birincil kaynaklar çok sınırlıydı. Özellikle Avrupa ve Amerika dönemlerinin detayları bilinmiyordu. Hatta ikincil kaynaklarda rivayetlere dayanarak aktarılan bir öykünün frapan ve trajik bir kahramanı haline getirilmişti.
Sergimiz, Mihri’nin yeni bir portresini sunmak ve öneminin altının çizilmesi bakımından bir dönüm noktası teşkil ediyor.
Türkiye’deki arşivlerin yanı sıra Avrupa’daki ve ABD’deki arşivleri tarayarak, Temmuz 2017 yılında tamamladığım doktora tezim için Mihri’nin kapsamlı bir monografisini hazırlamaya çalıştım.
Paris’ten, Berlin’e, Roma’ya, New York’a, Orlando’ya ve Washington DC’ye kadar, çeşitli arşivlerde hâlâ devam ettirmekte olduğum araştırmalarım, Mihri’nin yurtdışında geçen ve en karanlıkta kalmış dönemlerine odaklanıyor. SALT Galata’daki sergi ile bu bulguların bir kısmını paylaştım.
Gizem Tongo (GT): Mihri, Özlem’in de vurguladığı gibi, İstanbul’da başlayan, Avrupa ve Amerika’ya uzanan yaşamında bir ressam olmanın çok ötesine geçmiş bir kadın.
Yetiştirdiği öğrencilerle, sanat kurumlarının açılmasına yönelik çalışmalarıyla ve eğitim alanında kadınların özgürleşme mücadelesine yaptığı katkılarla, yaşadığı döneme -sergimizin başlığına gönderme yaparsak, “modern zamanlar”a- derin iz bırakan bir sanatçı.
Özlem, Mihri hakkında bu zamana kadar yapılmış en kapsamlı çalışmayı doktora tezi olarak hazırladı ve Mihri’ye dair bir sergi hazırlama fikri de kendisine aitti.
Sergimiz, Mihri’nin kendi sesini bulacağımız söyleşilerinden, ABD’deki eğitim kurumlarıyla yazışmalarına ve göçmenlik belgelerine kadar ressama dair bugüne kadar bilmediğimiz ve görmediğimiz pek çok yeni belge ve bilgiyi bir araya getiriyor.
“Göçebe bir kadın sanatçının gözünden, 20. Yüzyıl”
Fotoğraf: Mustafa Hazneci, SALT
Mihri hakkında oldukça detaylı ve çok yönlü bir araştırmanın sonucunda, son derece kapsamlı ve çok katmanlı sergi ortaya konulmuş. Sadece Mihri’nin eserleri değil, hayatı, yaşadığı kentler, sergileri, hakkında yazılanlar ve hatta öğrencilerinin işleri bile sergiye dahil edilmiş. Ekipte kimler vardı ve sergiyi birlikte nasıl kurguladınız?
ÖGD: Çok yönlü ve yoğun bir çalışma oldu. Serginin ana araştırmacıları Gizem ve bendim.
Cihan Harbi ve Mütareke Dönemi üzerine çalışan Gizem, Mihri’nin İstanbul’daki kültür ve sanat camiaları ile ilişkilerine odaklı çalıştı. Ben de Mihri’nin Avrupa ve Amerika’daki hayatına yoğunlaştım. Bu bakımdan, Gizem ile birbirimizi çok iyi tamamladığımızı düşünüyorum.
SALT Galata’dan Lorans Tanatar Baruh ve Farah Aksoy ile Boğaziçi Üniversitesi’nden Ahmet Ersoy’un çok değerli katkıları ile kolektif bir çalışma ile sergimizi gerçekleştirdik.
2017’nin sonunda başlayan ve yaklaşık bir buçuk yıl süren, çok zevkli, heyecan dolu ve entelektüel anlamda ufuk açıcı bir süreçti.
Mihri’nin hikayesinin farklı yönlerini kapsamlı bir şekilde zengin arşiv malzemeleri ve somut kanıtlar üzerinden anlatmak istedik. Hakkında yurtiçi ve yurtdışında çıkan haberlerle, göçmenlik belgeleri ve resmi yazışmalarıyla ve hatta öğrencileri üzerinden sanatçıyı anlatmak istedik.
Sanatçının önemini vurgulamak için, siyasal, sanatsal ve toplumsal dönüşümlere sahne olan döneminin içinde, bu dönüşümlerin aktif bir katılımcısı olarak ele aldık.
Başka bir deyiş ile sergimiz ile Mihri’yi ve Mihri’nin gözünden, yani göçebe bir kadın sanatçının gözünden, 20. yüzyılın sanatsal, kültürel ve siyasal ortamlarını, değişimlerini ve modernizmlerini aktarmaya çalıştık. Mihri üzerine doktora tezimi kitaplaştırdığımı da eklemek isterim.
GT: Ayrıca bu sergi Özlem’in de benim de ilk sergi deneyimimizdi. Lorans Tanatar Baruh, Farah Aksoy ve Ahmet Ersoy’un olduğu bir ekiple çalışmak çok keyifli ve öğretici oldu bizim için. Onların deneyimlerinden çok şey öğrendik.
Sergiye dair malzemeyi seçmek, metinleri yazmak, başlığı belirlemek, tasarıma karar vermek... Tüm bunlar ortak ve kolektif olarak karar verdiğimiz şeyler oldu.
Sergiyle amacımız, Mihri’nin hem sanatçı hem de eğitimci olarak katkılarını aydınlatmaya çalışmak, bunu yaparken de Mihri’yi modern zamanların ressamı, kadını, öncüsü, eğitimcisi ve de göçebe bir sanatçısı olarak okumaktı.
Mihri’nin hikayesi İstanbul, Paris, Roma ve New York gibi şehirlere dokunduğu için, kullanılan arşiv malzemeleri de geniş bir coğrafyadan toplanmış birçok farklı türde belgelerden oluşuyor.
İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki öğrencilerin çizimleri, Mihri’nin eğitimci olarak dokunduğu hayatlardan bir kesit sunduğu için bizim için çok değerli.
“Erkeklerin hakimiyetindeki sanat dünyası”
Mihri’yi feminist bir bakış açısı ile döneminin ürünü bir birey ve dönemini şekillendiren bir aktör olarak ele alıyorsunuz. Geç Osmanlı döneminin bir kadın sanatçısı olarak Mihri’yi, hayatını ve işlerini nasıl yorumluyorsunuz?
ÖGD: Mihri’ye feminist bakış açısı ile yaklaşmayı, hatta bunu serginin ismine de yansıtmayı istedik.
Mihri, ilk eşinden 1920’li yılların başında boşandıktan sonra, daima babasının ismi olan Rasim’i kullanır. Ancak serginin ismi için, sanatçıyı ilk eşinin soyadından (Müşfik) ve babasının isminden (Rasim) bağımsız olarak ele aldık.
Geç Osmanlı döneminde, Mihri, hem sanatı, sanatını icra etme şekli, hem de kendini öne çıkartması ile kadınlara ayrılan yerleşmiş dar kalıplara sığmaz, toplumsal limitleri zorlar. Cesaretli, atak ve istediğini elde etmek için yılmadan mücadele eden bir kadın sanatçıdır.
Yaşadığı ve çalıştığı farklı şehirlerde bağlantı kurduğu ve portrelerini yaptığı şahsiyetlerin isimlerine, Avrupa ve ABD’de hakkında çıkan birçok habere ve gerçekleştirdiği işlere baktığımızda, gerçekten de başarılı olduğunu anlıyoruz.
Mihri’nin bugüne dek karanlıkta kalmış hayatının ve kariyerinin detaylarını yavaş yavaş keşfettikçe ve aydınlattıkça, yaşadığı dönemde şöhret kazanmış başarılı bir sanatçı ile karşılaşıyoruz.
1929’da tüm dünyayı sarsan Büyük Buhran’ın merkezi olan New York’ta bir kadın, göçmen ve de sanatçı olarak emek vererek geçinen Mihri, zorlu ve çok sıkıntılı dönemler geçirir. Ama 1935’te kaleme aldığı mektubunda belirtiği gibi, “Çok sevdiği New York’unda kalmak için” her şeyini kaybetmeye göze alacak kadar kararlı ve hırslıdır.
GT: Sergimizde Mihri’nin bir kadın sanatçı olarak görünmeyen tarihini görünür kılmaya çalışırken, aynı zamanda onun yaşadığı dönemde ve farklı coğrafyalarda nasıl bir kültürel aktör ve eyleyici olduğunu da anlamaya çalıştık.
Sergimizin başlığı da dahil olmak üzere, Mihri’yi kendi kadın kimliği ile tek başına ön plana çıkarmayı amaçladık.
Ressam olarak baktığımızda, Mihri, Batı resim sanatının akademik kuralları çerçevesinde işler üreten bir portre ressamı. Bu hayatının sonuna kadar da böyle kalıyor.
Mihri’nin cinsiyeti üretme pratiğini elbette etkiliyor.Geç dönem Osmanlı’da, dünyanın her yerinde olduğu gibi, bir kadın ressam olmakla bir erkek ressam olmak arasında büyük bir fark ve asimetri mevcut.
Gazetelerin ve dergilerin köşeleri erkekler tarafından tutulmuş, sanat jurileri sadece erkeklerden oluşuyor. Onun dışında, bu asimetri erkeklerin ve kadınların resmedecekleri konuları da belirliyor.
Bir kere, kamusal alan erkeğe ait. Açık hava ressamlığı (plein air) veya kamusal iç mekanlarda yapılan resimler daha çok erkek sanatçılar için mümkün olan şeyler.
Mihri’nin portrelerinine baktığımız zaman, resmettiği kişilerin çoğunun aile ve sosyal çevresindeki yakınları olduğunu görüyoruz ve bu resimler evde yani iç mekanlarda yapılan resimler. Sergimizde yer alan ve 1919’da Büyük Mecmua dergisinde yayımlanan bir söyleşide Mihri yaşadığı hayat tarzının onu “çok şeylerden mahrum” ettiğini de açıkça dile getiriyor.
Kısacası, Mihri erkeklerin hakimiyetindeki sanat dünyasında aktif bir ressam ve eğitimci olarak sanatını ve tecrübelerini ortaya koymaya çalışan bir kadın ve bunu da başarıyor. Biz, bu başarı öyküsünü de görünür kılmaya çalışıyoruz sergimizde.
“Kadın haklarının Kemalist Cumhuriyetin hediyesi olmadığını gösterdi”
Resmi tarih yazımına göre, kadının toplumsal hayatta rol almaya başlaması ancak Cumhuriyet sonrasına tarihleniyor. Ancak son dönemde yapılan araştırmalar geç-Osmanlı döneminde de kadın hareketlerinin başladığını ve özellikle elit ailelere mensup iyi eğitim almış kadınların önemli roller üstlendiğini ortaya koyuyor. Mihri sergisi bu anlamda bize neler söylüyor?
GT: Cumhuriyetin yönetici kadroları tarafından doğrudan desteklenen resmi tarih yazımı, kadın haklarının tepeden inme ve devlet tarafından “bahşedilmiş bir lütuf” olduğu algısını yarattı.
Oysa, seçme ve seçilme hakkı dahil olmak üzere, kadınlara yönelik siyasi ve toplumsal hak taleplerinin tanınmasına giden süreç ne Cumhuriyet’in ilanıyla aniden ortaya çıktı ne de kadınların kendi mücadelesinden bağımsız gelişti.
1980 ve 1990’larda Türkiye’de kadın hakları meselesinin Cumhuriyet sonrasına tarihlendirilmesi sorgulanmaya başlanıyor; Osmanlı kadın dergileri, dernekleri, genel anlamda Cumhuriyet öncesi kadın hareketi mercek altına alınıyor.
Mihri, kadın tarihimizde iz bırakmış bir şahsiyet; Osmanlı’nın son dönemlerindeki toplumsal dönüşüm sürecine ürettiği eserlerle, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasındaki öncü rolüyle ve yetiştirdiği kadın öğrencilerle müdahil oluyor.
Bu bağlamda, Mihri sergisi, daha doğrusu Mihri’nin kendisi, kadın mücadelesine dair bize birçok şey söylüyor.
Mihri’nin ressam ve eğitimci olarak başardıkları, resmi ideoloji tarafından aktörü erkek olarak tanımlanmış modernleşme sürecini sorgulamanın olanaklarını sunuyor. Mihri gibi pek çok kadının devlet politikalarının pasif destekçileri veya nesneleri değil, bu politikalar için mücadele eden, onları biçimlendiren, etkileyen aktif özneler ve aktörler olduklarını gösteriyor.
Mihri, modernleşme projesinin bir simgesi değil, bunun kültürel bir eyleyicisi ve aktörü oluyor.
ÖGD: Mihri’nin yüksek sosyal sınıfı, onun ressam olmasına kapı aralayan koşuldur. İstanbul’da kadınlar için sanat eğitimi olanaklarının çok sınırlı olduğu bir dönemde, genç yaşta ve tek başına, 1906’ya doğru sanat eğitimini ve çalışmalarını devam ettirmek için önce Roma’ya gider. Roma’dan sonra Paris’e geçer.
İstanbul’a geri döndüğünde, Avrupa’da edindiği sanat eğitimini Osmanlı kadınlarına sunmak için çaba sarf eder.
Cumhuriyet’ten önce, 1914’te, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde yeni nesil kadın sanatçıları yetiştirir.
Elit bir aileden gelen Mihri de toplum ve sanat için önemli bir rol üstlenmiş olur. Modernleşme projesinin önemli bir aktörüdür.
Sergi, Mihri örneği üzerinden, modernleşme projesine kadınların aktif birer katılımcısı olduğunu vurguluyor.
Aynı zamanda, kadınların haklarının Kemalist Cumhuriyetin bir “hediyesi” olmadığını, kadınların 19. yüzyıl sonundan itibaren haklarını aradıklarını ve yavaş yavaş elde ettiklerini göz önüne seriyor.
Son olarak eklemek istediğim, Mihri İmparatorluk ve Cumhuriyet arasında köprü kurduğu gibi aynı anda Osmanlı-Türk, Avrupa ve Amerika kültür, sanat ve siyasal camiaları arasında da köprü kurar. Bunu başarabilen yegâne sanatçılardan bir tanesidir...
“Prenses Mihri”
Uluslararası bir perspektiften değerlendirdiğinizde Mihri’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? İmzasını ‘’Prenses Mihri’’ olarak atmış olduğunu biliyoruz. Yurtdışında kendini çağdaş bir kadın sanatçı olarak mı, yoksa Doğu’dan gelen egzotik bir kadın olarak konumlandırıyor?
ÖGD: Mihri gibi 50 yılı aşan ve üç kıtayı kapsayan bir kariyeri olan sınırlı sayıda sanatçı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Mihri, hayatının büyük bir bölümünü yurtdışında sürdürür ve orada çalışıp ün kazanır. Kariyerinin başından beri belirlediği bir ideal doğrultusunda ilerler.
Döneme damgasını vuran şahsiyetlerin portrelerini yaparken, bu sayede bu önemli insanlar arasında yer edinmek için çalışır ve bunu da başarır. Bu idealini elde etmek için de yeri geldiğinde kendini yeniden kurgular, hatta ihtiyaç duyduğunda kendini tekrardan yaratır da diyebilirim.
Mihri’nin çok iyi bir ürün yerleştirme anlayışı vardı. Bu ürün bazen yaptığı eserler, bazen de kendisidir. Örneğin ünlü Amerikalı şair Edwin Markham’in doğumgünü davetinde, şaire portresini hediye eder ve portreyi sahnede şairin arkasına yerleştirir. Şairin fotoğrafını çeken gazeteciler, dolayısı ile Mihri’nin eserinin de fotoğrafını çekmiş olurlar. Bu sayede, bugün hala kayıp olan Markham portresinin görseli de günümüze kadar gelmiş olur aslında...
Mihri’nin bu eseri yaptığı döneme de dikkat çekmek istiyorum. Maddi şartları ve Amerikan bürokrasisi ile ilişkileri açısından en sıkıntı çektiği dönemlerden bir tanesinde, 1930’lu yılların başında yapar bu portreyi. Ama meşakkatli durumu Mihri’yi yıldırmaz. Kültürel hayatın aktif bir parçası olmaya devam eder.
Mihri Rasim, Düşünen Edison, takribî 1930’lar, pastel, 152.4x101.6 cm, Cornell Fine Arts Museum, Rollins College izni ile.
Yine bu dönemde, başyapıtı olarak nitelendirdiğim ve bizzat incelediğim, Thomas A. Edison portresini yapar. Edison’un kayınbiraderine bir mektup yollayıp Edison’un kendisine poz verdiğini anlatır. Oysa, doktora tezimi hazırlarken aslında Mihri’nin Edison portresini bir fotoğraftan yaptığını buldum...
Mihri, nasıl ve nerede en çok ilgi çekebileceğini tasarlayıp, ona göre eserlerini ve kendisini öne çıkartır. Avrupa ve Amerika’da Mihri dönemin basınının büyük ilgisini çeker. Kendini prenses imajı ile kurgulayıp bu ilgiyi daha da artırmaya çalışır.
Biraz önce değindiğim gibi, yüksek sosyal statüsünü yaşadığı şehirlerdeki sanatsal ve politik elitler ile bağlantı kurmak için kullanır. Yeri geldiğinde de ilgi çekmek için kullanmaktan çekinmez.
Özellikle yurtdışında hakkında çıkan gazete haberlerine bakarsak, gerçekten de bazen kendini oryantalist ve egzotik bir prenses imajı ile kurguladığını görürüz. Mihri’yi bütün bu yönleri ile tanıtmak çok önemli.
GT: Özlem’e katılıyorum. Mihri oldukça zeki bir kadın, sanat pazarını biliyor, neyin ilgi çekeceğini, neyin sükse yapacağının kestirebiliyor. “Mihri Rassim Pasha”, “Prenses Alciba Rassim Pascha” gibi isimlerle kendini tanıttığı gibi, kimi zaman da çarşaflara bürünüp, peçe arkasına gizliyor yüzünü. Bazen de küt kestirdiği saçlarıyla, takılarıyla ve son moda kıyafetleriyle gayet “modern” ve “Batılı” bir kadın olarak çıkıyor karşımıza.
Uluslararası bir perspektiften bakarsak, Mihri çokkültürlü bir hayat yaşıyor. Sonuçta, Avrupa’da eğitim görmüş, Fransızca, İtalyanca, İngilizce bilen, modern ve “Ortadoğu aydını” diyebileceğimiz bir kadın.
Mihri’nin uluslararası kültürel işbirliklerinde bana en ilginç gelen şey onun politik figürlerle yakın teması oldu.
Örneğin, Mihri’nin İtalya’daki faşist rejimin ünlü düşünürü ve şairi Gabriele D'Annunzio ile yakın ilişkisi var. Onun dışında Benito Mussolini’nin portresini yaptığını da biliyoruz. Mihri’yi her ne kadar çok sevsek de, bir nebze “ihanet edip” bu ilişkileri de sorgulamak gerek diye düşünüyorum.
İnas Sanayi-i Nefise’nin kadın sanatçılar için önemi
Peki, İnas Sanayi-i Nefise –yani Kadınlar İçin Güzel Sanatlar Okulu– hakkında bize bilgi verebilir misiniz? Etkisi uzun soluklu olabildi mi? Kadınların sanat dünyasında varolmalarının kapılarını aralamaktaki başarısı veya başarısızlıkları sizce nelerdir?
GT: 13 Ekim 1914 tarihinde, Osmanlı kadınlarının güzel sanatlarda gelişmesi ve kadın mekteplerine resim muallimesi yetiştirmek maksadıyla İstanbul’da bir İnas Sanayi-i Nefise Mektebi açılıyor.
Böylece, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açıldığı tarihten itibaren (1883) sadece erkeklerin yararlandığı güzel sanatlarda yükseköğrenim hakkı artık bundan sonra kadınların da hakkı oluyor.
İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılması, Osmanlı kadınlarının sanat üretimindeki rolü ve güzel sanatlar eğitiminin kurumsallaşması açısından bir dönüm noktası oluyor. Öğrenciler liyakat temelinde ve ücretsiz olarak okula kabul ediliyorlar. Böylece çok farklı sosyo-ekonomik sınıftan kadına fırsat eşitliği çerçevesinde öğrenim görme imkanı sağlanıyor.
İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılması, Osmanlı kadınlarının sanat dünyasında görünür olmalarının kapılarını bence başarılı bir şekilde aralıyor.
Örneğin, mektebin açılmasından sonra yaklaşık iki yıl içinde, İstanbul’da düzenlenmeye başlanan Galatasaraylılar Yurdu sergilerinde İnas Sanayi-i Nefise Mektebi öğrencilerinin isimlerini görmeye başlıyoruz.
Fakat, Ocak 1923’te, İnas şubesi kaldırılıyor ve okul erkeklerle birleşiyor. Bu durumun kadınlar açısından olumlu ve olumsuz iki sonucu oluyor: Karma eğitimle birlikte, güzel sanatlarda kadın erkek eşitliğine adım atılıyor; fakat Akademi’de bu tarihten itibaren sadece erkek hocalar eğitim verebiliyor ve bu durum 1972’ye kadar, Neşe Erdok’un Neşet Günal atölyesinde asistan olarak atanmasına kadar devam ediyor.
Mihri’den Neşe Erdok’a kadar geçen süre elli yıldan fazla!
ÖGD: Gizem’in de değindiği gibi, İnas Sanayi-i Nefise sayesinde Osmanlı kadınları ilk defa resmi bir sanat eğitimine kavuştu. Sanırım kadın sanatçıların Mihri’nin açtığı yoldan ilerlediğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan mektebin etkisi uzun soluklu oldu, bence.
Ancak, resmi bir sanat eğitimine kavuşsalar da kadın sanatçılar erkek egemen sanat dünyasına hemen kabul edilmediler. Mihri sayesinde bir kapı aralandı, bu da çok önemli bir birinci adım oldu. Ama bu sadece bir başlangıç oldu.
Osmanlı ve Türkiye sanatına katkıları
Fotoğraf: Mustafa Hazneci, SALT
Son olarak, Mihri’nin Osmanlı ve Türkiye sanat ortamına katkıları nelerdir?
GT: Bence, Mihri’nin Osmanlı sanat dünyası için başardığı en değerli işlerden biri 1914’te İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılmasına ön ayak olması ve bu mektepte uzun bir süre hocalık ve yöneticilik de yapmasıdır.
Bugün, Fahrelnissa Zeid’den Belkıs Mustafa’ya, Nazlı Ecevit’ten Güzin Duran’a, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde yetişen bir kadın ressamlar kuşağından bahsedebiliyoruz.
ÖGD: Mihri, 2. Meşrutiyet sonrasında yeniden yapılanmakta ve şekillenmekte olan kültürel ve siyasal ortamın önemli aktörleri ile yakınlık kurar. Yakınlık kurduğu şahsiyetlerin portrelerini yapması önemli bir katkıdır tabii.
Bunlar bir dönem Hariciye Nazırı olan Mustafa Asım Bey’in (Turgut) aile fertlerinin, Ahmed Rıza ve ailesinin, Tevfik Fikret gibi isimlerin portreleridir.
Bunun yanı sıra, siyaset camiasındaki ilişkilerini kullanarak İnas Sanayi-i Nefise’nin açılmasında büyük rol oynar. Osmanlı kadınlarının Avrupa standartları ile kıyaslanabilecek seviyede resmi bir sanat eğitimi almalarını sağlar. Kadınların ressam olarak görünürlük kazanmalarına katkıda bulunur.
Roma’da Türk öğrencileri için bir sanat akademisi kurarak genç Cumhuriyet’e katkıda bulunmayı da dener. İtalya başkentinde Fransa, Büyük Britanya veya ABD gibi Türkiye için de milli bir sanat akademisi açmaya çalışır. Akademi açılamaz, ama Mihri’nin bu girişimleri Avrupa basınında büyük ilgi ile karşılanır.
ABD’ye yerleştikten sonra Türkiye ve kadın hakları üzerine halka açık konuşmalar yapar, Mustafa Kemal’den övgü ile bahseder. New York’a giden Türk heyetleri ile de bağlantıdadır.
Mihri’nin görüştüğü kişilerden biri gazeteci Ahmet Emin Yalman’dır. Yalman’ın eşi Rezzan Yalman’ın portresini yapar.
Mihri’nin ABD döneminden günümüze kadar gelen nadir eserlerinden bir tanesi olan Rezzan Yalman portresini sergimizde incelemek mümkün. (NÖ/EKN)