Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Sağlığı ve Kadın Hekimlik Kolu ile Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları AnabilimDalı'nın ortaklaşa düzenlediği II. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi'nde Gülnur Savran, "Modern Tıp Biliminin Kadın Bedenini Denetleme Biçimi" başlıklı bir sunuş yaptı.
Kongrenin "Bilimde Cinsiyetçilik" oturumunda konuşan Savran, özetle şunları söyledi:
Kadın bedeni, tarih boyunca erkek egemenliğinin çok öncelikli bir alanı olmuş. 18. yüzyıldan başlayarak patriyarkal denetim, radikal bir paradigma değişikliği yaşamaya başladı. Kadınlar üzerindeki patriyarkal denetimi sağlayan normlar ve baskı biçimleri dinsel, geleneğe dayalı ya da meşru görülen toplumsal hiyerarşilere dayalı normlar olmaktan çıktı.
Kadın bedeni giderek doğal süreçlerin ve kategorilerin tahakkümüne bırakıldı. Yani artık günahkar, kötü, şeytanla işbirliği yapan, ikincil, aşağı değil, belli bir eşitlik içinde doğal kategorilerle denetlenmeye başlandı.
19. yüzyılda da bu modern paradigma, kadınları, bir cinsiyet olarak, erkek cinsiyeti karşısında farklılığı temelinde tanımlamaya başladı. Bir "ikili karşıtlık" oluşturulmaya başlandı.
Bu paradigma nasıl işliyor? Mekanizmalar neler? Bu paradigmalar, belli bir toplumsal gelişmeler zemininde gerçekleşir. Tarihsel zemini, modern patriyarkal toplum yapısıdır.
Ben, doğallaştırmayla modern patriyarkanın merkezi kavramı olan eşitlik arasında bir bağlantı olduğunu ve kırılmanın gerçekleştiği süreçte cadı avlarının çok önemli bir veçhe olduğunu göstermeye çalışacağım.
Modern paradigmayı esas kuran biyoloji, tıp, psikoloji ve psikiyatri bilimleri. En anlamlı hareket noktası cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsellik kavramlarının bu paradigmada nasıl kurulduğunu görmek olabilir.
Cinsiyet, kadın ve erkek bedenleri arasındaki temel biyolojik farklılıklara işaret eder. Üreme işlevine bağlı fizyolojik farklılıklar, abartılarak öne çıkartılır.
Kadın ve erkek bedenleri arasındaki ortaklıklar ise bastırılarak geri plana itilir. Üreme işleviyle bağlı bu farklılıklar, kadın ve erkek bedenlerinin temel, onları tanımlayan nitelikleri haline gelir.
Çoğaltılan bu farklılıklar dizisi, bir başka açıdan da şişirilmiş bir dizidir: Sadece üreme alanıyla bağlantılı fizyolojik farklılıkların yanı sıra insan davranışları ve pratikleri de buraya dahil edilir.
Örneğin, Emily Martin adlı feminist bir bilim kadınının dikkatimizi çektiği, teknik bilimsel yazından bir örnek. Bu yazıda, spermle yumurtanın davranışları anlatılıyor. Etkin olan, kendi kendine hareket eden sperm, yumurtanın zarını delip ona duhul edip yumurtaya genlerini aktarır, büyüme programını harekete geçirir. Yumurta ise duhul edilip döllenmeyi beklerken fallup kanalı boyunca taşınır, en fazlasından kayar. Oysa bir süre sonra ortaya farklı bir tablo çıkıyor: Spermin yumurtaya yapışmasını sağlayan, yumurtanın protein üreten faaliyetidir. Döllenme ise yumurta ve spermin karşılaşıp birbirlerinde erimeleridir.
Bilimsel yazın tarihi bize gösteriyor ki, cinsiyetin kurulması sürecine fizyolojik farklılıkların yanı sıra insan davranışlarından taşınmış farklılıklar da dahil edilir.
Cinsiyetlerden söz etmek mümkün ve gereklidir ancak modern paradigmada her iki cinsiyet kendi içinde bütünlüklü, mutlak kategoriler oluşturur. Üremeye dair bir işlev farklılaşması yerine sabit özellikleri olan iki farklı grup, sınıf, cins oluşturulur.
Üstelik bunlar birbirini dışlayan ikili karşıtlık halinde oluşturulur ve geçirgen değildirler.
Cinsiyetler böyle tanımlanırken yapılan şey, toplumsal cinsiyetten cinsiyete çeşitli ögeler taşımaktır. Toplumsal bir düzenden, biyolojik olduğu ileri sürülen bir kategorileştirmeye birtakım unsurlar taşınır. Bu kategorileştirmeye hormonlar ve davranışlar da aynı biçimde dahil edilir.
Üremeye ilişkin biyolojik farklılığın güçlülük, cinsi iştah ve benzeri davranışlara yansıdığı varsayılır. Cinsiyetçi işbölümünden kaynaklanan bazı davranışlar, bu paradigmada doğallaştırılır. Cinsiyet kategorisi fazla yük bindirilmiş bir kategori olarak kurulur.
Toplumsal cinsiyetin bize sunduğu olanak, bu mutlak kategorileri parçalamak; üreme ve anatomiye bağlı farklılıklarla cinsiyetçi işbölümünden kaynaklananları ayrıştırmaktır.
Modern paradigmada, doğallaştırılmış ve ikili karşıtlık içinde kurulan kategoriler üzerine, cinsellik birebir yerleştirilir. Üreme abartılır, cinselliğin tamamlayıcısı haline gelir. Özellikle kadın cinselliği hazdan kopartılıp üreme amaçlı olarak kurulur.
Bu iki faktörün sonucu olarak cinsellik, karşı cinsellikle, heteroseksüellikle sınırlandırılır. Üreme, cinsellik, cinsiyet arasında koparılamaz bağlar kurulur. Uygun erkek davranışı erkeksi olmak ve kadınlarla sevişmek, uygun kadın davranışı kadınsı olup erkeklerle sevişmek olarak belirlenir.
Cinsiyet algısının en önemli ögeleri bu yüzden heteroseksizm ile kadın cinselliğini koparılıp üremeye, klitoristen koparılıp vajinaya yönlendirilmesidir.
Heteroseksizm, eşcinsellik ve kadınlar
Heteroseksizm kavramı, ilk olarak 19. yüzyılda kullanılır ve erkeklerle sevişen erkekler, "eşcinseller" olarak ayrıştırılıp tanımlanır. Eşcinsel pratik kimlik unsuru haline getirilerek kadınsı, tam erkek olmayan bir grup erkeğe özgülenir. Bu grup, bir azınlık grubu olarak kurulur. Bu tanımlanma daha çok erkeklerle ilgili; lezbiyenlerin görünmezliği nedeniyle eşcinsellik tarihi de esas olarak erkek eşcinselliği üzerinden kurulur.
Modern paradigma öncesinde çok çeşitli coğrafi bölgelerde ve dönemlerde erkekler arasındaki cinsel pratikler belli hiyerarşik koşullarla meşru görülürken psikanalizle birlikte eşcinsellik psikoseksüel bir aksaklık olarak kurulup tanımlanır.
Bir süredir eşcinsellik hastalık olarak kabul edilmiyor ancak psikanaliz, tıp ve psikolojinin kurduğu bu modern paradigmada yine de biyolojist ve psikolojist bir yaklaşımla tanımlanmaya çalışılıyor.
Eşcinselliğe genetik, psikolojik bir takım açıklamalar getirilmeye çalışılıyor. Bu yeni paradigma, tanımlanabilir, açıklanabilir, sınırlı bir gruba özgü bir durum olarak tanımlanıyor. Homofobi ve heteroseksizm, heteroseksizmin norm olduğu varsayımı altında yayılıyor.
Hormonların esiri olmuş canavarlar
Kadın bedeninin tıbbileştirilmesi ve patolojikleştirilmesine bir örnek de adet öncesi sendrom, adet, gebelik, menopoz gibi doğal süreçlerin tıbbileştirilmesidir.
Kadınların adet öncesinde yaşadıkları tekil rahatsızlıklar "sendrom" adı altında bir araya getirilip "hastalık" olarak kodlanıyor. Kadınlar da hormonlarının esiri olmuş canavar ya da kurbanlar olarak sunuluyorlar.
Örneğin, erkeklere öfke duymalarının birçok farklı haklı nedeni olabileceği gözardı edilerek adet döneminde aşırı duygusal, şiddet eğilimli, öfke patlamalarına maruz kalan yaratıklar olarak kurulmuş oluyorlar.
Kadınlar anne ve eş yurttaşlar
Daha önce modern paradigmanın boşlukta değil belli bir tarihsel zeminde geliştiğini, bu zeminin de patriyarkanın kapitalist biçimi olduğunu söylemiştim.
Aslında daha kritik olan, 18. yüzyıldan itibaren, patriyarkanın büründüğü biçimin ayırt edici özelliği sayılan, erkeklerle kadınlar arasında meşru görülen, kodlanmış yasal karşılıkları olan statü farklılıkları ile toplumsal hiyerarşilerin ortadan kalkıyor olmasıdır. Bunun yerine eşit yurttaşlık çerçevesi yerleşir. Bu çok sancılı bir süreçtir ama 18. yüzyıldan başlayarak ivme kazanır.
Buna göre, erkekler ve kadınlar eşit hak sahibi yurttaşlardır. Yurttaşlık haklarından eşit olarak yararlanırlar. Ancak bu eşitlik söyleminin altında erkekler ve kadınlar arasındaki egemenlik ilişkisi devam eder. Erkekler kadınların bedenlerime, emeklerine, kimliklerine el koymayı sürdürürler.
Carole Pateman, "Eşitler arası toplumsal sözleşmenin gerisinde aile içinde eşit olmayanlar arasında yapılmış bir cinsel sözleşme vardır" der.
Kadın yurttaş her zaman anne ve eş yurttaştır. Onun yurttaşlık statüsünü belirleyen anne ve eş olmasıdır; bu eşit sözleşmenin kurduğu topluma, bu statüleriyle katılırlar. Anne ve eş olmak, yurttaş olmanın belki de en belirleyici etkenlerindendir.
Patriyarkanın bu yeni biçimiyle, kadınların üreme ve yeniden üretim emekleri de görünmez ve karşılıksız hale gelir. Yani, hep sözünü ettiğimiz "görünmeyen ev emeği"...
Bu emek, üreme ve yeniden üretim emeği doğallaştırılır, kadının doğal kişiliğinin uzantısı olarak kurulur. Dolayısıyla, kadınların ücretli işgücü piyasasına katılımları, emeğin yapısal farklılıklarıyla birlikte olur. Yani, modern patriyarka ile birlikte yeni ve farklı bir dışlama ve tabi kılma süreci kurulur.
Bu yeni durumda, eşit yurttaşlar arasındaki ilişkide, doğallaştırma ve görünmezleştirme yoluyla kurulmuş bir tahakküm söz konusudur.
Yeni paradigmanın cinselliğe yansıması
Eski paradigmada kadın - erkek cinselliği türdeş ama hiyerarşiktir. Cinsellik malzemesinin tözü aynı iken iki cins hiyerarşide farklı yerlerde konumlanır. Erkek cinselliği kadın cinselliğinin yetkin, olgunlaşmış biçimi olarak değerlendirilir. Tek cinsellik, dikey bölünme söz konusudur.
Yeni paradigmada ise "farklı ama eşit cinsellik", "cinsel tamamlayıcılık" öne çıkarılıyor. Yatay bölünme söz konusu. İki farklı cinsellik biçimi "doğal farklılık"ta temellendiriliyor.
Örneğin, kadın orgazmı eski paradigmada üremenin koşulu olarak düşünülüp kadının haz ve orgazmı ile cinsel birleşme yumurtlamasının ön koşulu olarak görülürken 19. yüzyılın başında dişinin kendiliğinden yumurtladığı keşfediliyor ve kadının işlevi giderek yumurtlamaya indirgenmeye başlanıyor
Thomas Laquer, "Cinsellik algısındaki paradigma değişikliğinin temeli, eşitlik ideolojisi içinde erkek egemenliğinin varlığını sürdürebilmesi için gerekli verileri biyolojiden devralmasıdır" diyor.
Yani bilimsel bulgular ortaya çıkarılıp derlenene kadar aslında kadınlar ve erkekler arasında eşitlik ideolojisinin gerektirdiği biçimde doğal farklılık kurulmaya başlanmıştır. Esas güdücü bilim değil, erkek egemenliğinin kurduğu toplumsal yapıdır demek istiyor.
Patriyarkal düzene geçişte, cadı avlarının çok kritik bir rolü var ve bu süreç bize modern patriyarka hakkında da bazı şeyler anlatır. Cadı avlarında iki şey ima ediliyor. Birincisi, hekimliğin sağaltıcılığının kadınlardan erkeklere, ebelerden modern tıbba geçmesi. İkincisi, kadın cinselliğinin üremeye, kadın emeğinin de yeniden üretime kanalize olmasıdır.
Cadı avlarında peşine düşülen kadınlar ya sağaltıcılık, doğum kontrolü, çocuk düşürtme gibi pratikleri uygulayan ya da üremeye yönelik olmayan cinsellik biçimleri kadınlardır. Yani aktif cinselliği devam eden yaşlı kadınlar, lezbiyenler, anal seks yapanlar... Ki her iki tür de üremeye yönelik suçlar olarak tanımlanır.
Ortalıkta kadınları üremeye ve yeniden üretmeye teşvik eden, kadın emeğini böyle tanımlayıp doğallaştıran bir eğilim var. Bağlamı da dönemin Avrupa'sındaki ekonomik ve demografik kriz. Nüfus düşmüş, emek gücüne ihtiyaç var, kadınların doğurmasına gereksinim duyuluyor.
Cadı avları aslında aktif bir nüfus politikası olarak değerlendirilebilir ve bence aslında genellikle ileri sürüldüğünün aksine eskinin bir kalıntısı değil geçiş döneminin bilinçli bir politikasıdır. Yeninin kuruluşunun bir veçhesi, kadın emeğinin ve cinselliğinin statüsünün ve denetiminin değişmesinde doğallaşmanın kök salması olarak nitelenebilir.
Kuşkusuz, sözünü ettiğim bu modern paradigma, yaşadığımız tarihsel somut gerçeklikte bu kadar arı biçimde bulunmuyor. Kadın bedeni, dinsel ve geleneksel normlardan arınarak sadece doğal kategorilerle denetlenmiyor. Ancak bütün bunlarla birlikte denetlendiğinden söz etmek yanlış olmaz. (BB)