Karşımda kıvırcık saçlı, deli dolu, neşeli bir kadın var. Sesi, zaman zaman her an kırılacak bir camı andırsa da anlattıkları bir duvarı aşıp yeryüzünün tamamına ulaşacak kadar güçlü.
Siz de onu dinledikçe, o sesi duyurmak için ona daha çok kulak kabartıyorsunuz. Sordukça anlatıyor, anlattıkça güleç gözlerine gölgeler düşüyor. Hüzünlendiğini anladığı an, kendisinin benzettiği hali ile umuda “deniz fenerine” sığınıyor.
“İlk ceza verildiğinde, bir deniz fenerimiz söndü, Yargıtay’ın cezaları onadığı yönündeki kararı gelince de diğer deniz fenerimiz söndü, sonra diğerleri geldi” diyor.
“Benim için, bu deniz fenerlerinin teker teker sönüşünü izlemek çok zor bir süreçti. Annemin başına gelen bu haksızlığa karşı hissettiğim çaresizliği bir yana bırakmaya, umudumu yitirmeden dengemi kurmaya çalışıyorum" diye devam ediyor.
Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim...
Unutmadan da kızı Su Özerden’in bize aktardığı hali ile annesi Mine Özerden’in sıklıkla söylediği cümlesi ile veda edelim, “Hepimize kolay gelsin.”
Su Özerden, Bakırköy Cezaevi'nde iki yıldır tutulan annesi Mine Özerden'i anlatıyor.
Bize annenizi anlatır mısınız? Nasıl bir kadın? Neleri sever?
Öncelikle kendisini hak savunucusu olarak tanımlayacağını düşünüyorum. Empati duygusu çok güçlü olan, çok duyarlı bir insandır. Her kesimden, her arka plandan insanla ilişki ve empati kurabilir. Herkesin söyleyecek bir şeyi olduğuna ve herkesten öğreneceğimiz şeyler olduğuna inanır. Kendini bir ideoloji üzerinden tanımlamaz.
Hiçbir örgüte, partiye ve topluluğa ait değildir. Herkesi bağımsız ve özgür bireyler olarak kabul eder. Farklılıklarımızla bir arada durmanın önemine inanır. Çok güçlü bir kadın olduğunu düşünüyorum. Ayrıca özgürlük duygusu da çok kuvvetli olan bir insandır. Son iki senedir yaşadığı haksızlığın, onun için çok zor bir durum olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki Gezi tutsaklarının her biri için çok güçlü bireyler olduklarını söylemeliyiz. Bu kuvvet ve metanetlerinin de son iki senedir birçok kez sınanıp, kanıtlandığını ve perçinlendiğini düşünüyorum.
Belki de çok daha kötü bir psikolojide olabilecekken, aslında kendilerini çok iyi idare ettiklerine ve zihnen çok güçlü durduklarına inanıyorum. Haklılığın verdiği huzurdan olsa gerek…
Neleri sever? Muhabbet etmeyi, bildiklerini paylaşmayı, merak etmeyi ve öğrenmeyi sever. Sevdikleriyle zaman geçirmeyi, yürüyüş yapmayı, bazen notaları tam tutturamasa bile şarkı söylemeyi, arkadaşlarını kahvaltıya çağırmayı, dans etmeyi, müzik dinlemeyi ve papatyaları çok sever mesela.
“Sürreal ve absürt”
Peki görüşleriniz nasıl geçiyor? Neler konuşuyorsunuz görüşlerde?
Muhabbet etmeye çalışıyoruz. Cezaevinde yakını olanlar bilir, görüşlerde gerçekten muhabbet etmek çok zor. Belli zaman veriliyor size… İşte bizimki 40 dakika.
Bir de tabii onlar içerde çok tekil bir tecrübe yaşıyorlar. Bizim dışarıdan anlamamız da zor. Dolayısıyla aradaki muhabbet biraz kırılmaya başlıyor.
O benim için en zor kısmı. Çünkü annem tabii ki bu gezegende en iyi tanıdığım ve beni en iyi tanıyan insandır fakat aramızda cam bir duvar olması muhabbeti etkiliyor tabii. Görüşlerde olabildiğince normal şeylerden bahsetmeyi ve birbirimize hayatlarımıza dair genel haberler vermeyi seviyoruz.
Sanırım bu, içinde bulunduğumuz sürreal, absürt duruma sağlıklı bir kontrast sağlayabilmesi için geliştirdiğimiz bir savunma mekanizması. Görüşler benim için böyle geçiyor diyebilirim.
“Önümüzde çok fazla deniz feneri vardı”
Yaklaşık iki yıldır sürüyor bu cezaevi görüşleri, ilk görüş günleri ve şimdikiler arasında farklılık var mı?
Tabii var…Yavaş yavaş alıştık sanırım. Biz de başta gittiğimiz görüşlerde tabii içimizde çok büyük bir umut ve önümüzde çok fazla deniz feneri vardı.
Sizi iki yıl önceye götürmek istiyorum. Siz duruşmaya gitmiş miydiniz?
Hayır, ben o sırada Amerika'daydım. Üniversiteyi orada okudum ve 2019 yılında mezun olduktan sonra Amerika’da çalışmaya başladım. 25 Nisan 2022’de, tutuklandıkları gün, hala yurtdışındaydım. Mantığa ve hukuka inanarak, tutuklanmayacaklarını düşünüyordum.
Nitekim 18 Şubat 2020’de beraat ettikleri duruşmada buradaydım. Tüm sanıkların beraat etmesi gerektiğine zaten hukuk sistemimizce de karar verilmişti.
Eminim “Tutuklanacaklar mı acaba?” düşüncesi ikinci dava sırasında mutlaka tüm yakınların aklından geçmiştir ama dediğim gibi mantığa, hukuka ve tutuklanmayacaklarına inanıyordum.
“Umudumu yitirmeden dengemi bulmaya çalışıyorum”
Duygusal olarak nasıl hissediyorsunuz?
Bunu cevaplamak çok zor. En güzel şöyle anlatabilirim. Başımıza hak etmediğimiz, kötü bir şey geldiğinde yas evrelerinden geçeriz ya, inkar, öfke, pazarlık, vesaire.. Ben yas evrelerine başlamayı bırak, başımıza kötü bir şeyin geldiğini kabullenmekte bile çok zorlandım uzun bir süre.
Tutuklandıkları gün “Olur mu öyle şey? Hemen çıkacaklar!" dedik. Olmadı.
Tutukluluklarına itiraz ettik, bireysel başvurularımızı yaptık. Olmadı.
Aynı zamanda istinaf kanun yoluna başvurduk “Tabii itirazımız kabul edilir, hemen çıkarlar.” dedik. Olmadı.
Sonra bir de onun üzerine Yargıtay’dan onama kararı geldi. Tutukluyken hükümlü oldular. Yani hukuk sistemimizin her adımında inanılması ve anlatılması çok zor haksızlıklara maruz kaldılar. Arada bir de seçim oldu tabii. 2023 genel seçimlerine çok büyük bir umut bağlamıştık. “Şimdi çıkacaklar, çok az kaldı” dedik.
O da olmadı. Şu an Anayasa Mahkemesinin kararını bekliyoruz.
Benim için, bu deniz fenerlerinin teker teker sönüşünü izlemek çok zor bir süreçti. Annemin başına gelen bu haksızlığa karşı hissettiğim çaresizliği bir yana bırakmaya, umudumu yitirmeden dengemi kurmaya çalışıyorum.
Anneniz de böyle sessiz kalmayı tercih etti gibi hissediyorum. Siz ne düşünüyorsunuz, bu sessizlik bilinçli bir karar mıydı?
Bu soruyu kendisine sorsaydınız “Hayır sessiz değilim ki. Zaten söylenecek her şey söylendi" derdi. Yani aslında en büyük problem de bu. Bu kadar bariz bir hukuksuzluğu ve haksızlığı dilimizde tüy biterek anlatmak zorunda kalmak…
Mahkeme sürecine geri dönüp bakabilirsiniz. İddianameyi inceleyin, içinde bir kanıt arayın. Yargı sürecinde, sanıkların tanık çıkartmalarına ve delil göstermelerine bile izin verilmedi mesela. Yani bu usulsüzlük ve haksızlıklar herkesin kolaylıkla ulaşabileceği, resmi kayda geçmiş gerçekler. Her şey ortada.
“Gezi döneminde annem Fethiye’deydi”
Mine Hanım zaten Gezi'ye bile gitmemiş, Fethiye’deymiş zaten Gezi olduğu zaman
Ha! Tam olarak bundan bahsediyorum aslında. Evet, doğru. Annem, Gezi’nin büyük bir kısmında Fethiye’de bir dil okulunda çalışıyordu. Hatta dil okulunda yaptığı bir telefon konuşmasında “Burada bir kaos yönetiyorum” diyor. Dil okulundaki öğrencilerinden bahsediyor. Bu iddianamede delil olarak sunulmuş ve Gezi’den bahsettiği algısı yaratılmış. Bu absürtlüğün üzerine daha ne söylenebilir ki?
Bu arada herkes için de iddianamede benzer saçmalıklar var! Suç teşkil etmeyen şeyler, hukuksuz bir şekilde dinlenen telefon tapelerinde, sanki bir suçmuş gibi değerlendirilmiş. Evet, annem Fethiye’deydi. Ayrıca İstanbul’da olsaydı da bu bir suç teşkil etmezdi!
Ya da Yargıtayın Onama kararıyla çıkardığı 532 sayfalık Gerekçeli Kararına bakalım.
Hatta annemin kendi kaleminden aktarmak isterim:
“Hani 40 kere söylersen olur diye bir hurafe vardır ya, ‘Gerekçeli Karar’ metni aynı yalanları aynı ve farklı sayfalarda onlarca kez tekrarlayarak bizleri birer ‘suçlu’ haline getirmeye uğraşıyordu. Benimle ilgili 153. ve 155. sayfalar arasında ve nihayet 520. ve 523. sayfalar arasında ‘tespit edilmiştir’ diye biten, neredeyse birbiriyle aynı olan 18 cümle var. Tespit edilen neymiş diye dönüp bulmaya, anlamaya çalışıyorsunuz, fakat hiçbir yerde tespit içeren, somut gerçeklere dayanan bir cümle bulamıyorsunuz. ‘Tespit edilmiştir’ diye biten cümlelerin hepsi asılsız iddialar, niyet okumalar ve kötücül kurgulardan ibaret. Ayrıca kanıtların da dava dosyasında olduğu iddia ediliyor... Nerede?!”
Burda başka bir hususa daha değinelim. Gerekçeli Kararda defaten tekrarlanan; Taksim Platformu hesaplarından, toplumu kışkırtıcı dezenformasyon faaliyetleri ve provokatif eylem çağrısı yapmak gibi asla gerçek olmayan iddialar ortaya atılmış.
Halbuki Taksim Platformu, yüzlerce paydaşı olan, mahalle dernekleri ve uzmanların katıldığı, sosyal medya paylaşımlarının haftalık toplantılarda ortak alınan kararlarla hazırlandığı bir platform.
Ayrıca Taksim Platformu’nun tüm sosyal medya paylaşımları halen websitelerinde ve sosyal medya hesaplarında bulunuyor! Bu paylaşımların anayasal hakların ve kanunların dışına asla çıkmadığını siz de bizzat görebilirsiniz.
Neresinden tutarsan dağılan bir senaryo yazılmış yani… Gezi'nin organize edilmemiş bir toplum hareketi olduğunun birçok kanıtı var. Mesela herkesin Gezi’si farklıydı, öyle değil mi?
Dava sürecinden bir örnek verelim: Gezi Davası ve Çarşı Davası birleştirildiğinde Çarşı Davasının avukatları, müvekkillerinin bazılarının MHP’li olduklarını ifade ettiler. 21 Şubat 2022’de davalar birleştikleri hızla yine ayrıldılar…
Gezi’nin dokusunun hiçbir şekilde homojen ve organize edilmiş olmadığını anlamak için bu anektod yeterli aslında. Gezi Hareketi, CHPlisi, MHP’lisi, Müslüman’ı, ateisti, genci ve yaşlısı ile tam bir mozaik, hatta ebruydu.
“Anneme ve vicdanımıza güveniyorum”
Peki son olarak okurlarımız sizle ve annenizle ilgili neyi bilsin isterdiniz?
Annem bana bu coğrafyanın, birçok haksızlık, travma, acı ve felaketle şekillenmiş olduğunu ve bu yüzden duygusal zekamızın ve toplumsal vicdanımızın çok güçlü olduğunu öğretti. Yani, bu haksızlığın biteceğine dair umudumu ayakta tutmaktan asla vazgeçmeyeceğim çünkü anneme ve vicdanımıza güveniyorum.
Bir de şunu vurgulamak isterim. Ben annemi çok seviyorum ve harika bir insan olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde diğer Gezi tutsaklarını, onların yakınlarını ve ailelerini bu süreçte yakından tanıma şansı buldum. Hepsi gerçekten çok özel insanlar.
Fakat aslında sevgili Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Can Atalay ve annemin nasıl insanlar olduklarının hiçbir önemi yok! Haksızlık haksızlıktır. Dava sürecini inceleyen herkes, Gezi hareketine sempatisi olan ya da olmayan, burda yaşanan hukuksuzluğu kolaylıkla görebilir.
Gezi Davası’nda gelinen şu noktada, dikkatimizi çevirdiğimiz nokta Gezi hareketinin cezalandırılmaya çalışılması olmamalı. Asıl dikkatimizi çekmesi gereken şey, ortada hiçbir kanıt yokken, asılsız iddialarla hüküm giymenin muhtemel olmasıdır. Sizin de başınıza gelebilir! Ülkemizde hukuk çalışmıyorsa bu hepimizi ilgilendirir.
Belki annenizden bir mesaj iletmek istersiniz…
Annem herkese şunu derdi, “hepimize kolay gelsin”. Annemin mesajı bu olur. Kısa ve öz, bence içinde bulunduğumuz durumu da çok iyi özetliyor.
Mine Özerden ve Gezi Davası
Sinemacı, belgeselci, reklamcı ve eski Anadolu Kültür çalışanı Mine Özerden’in, Gezi Davası'nda hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etmekten 18 yıl hapis cezası almasına giden süreç, 2012’de Taksim yayalaştırma projesine karşı bir araya gelen Taksim Platformu’nun kuruluşunda yer almasıyla başladı.
Sosyal antropoloji eğitiminin ardından Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV bölümünden mezun oldu. Bir süre reklam sektöründe çalıştı. Ünlü İstanbul zillerinin öyküsünü ve Zilciyan efsanesini anlatan Zilname adlı kısa metrajlı belgeseliyle 1993’te İFSAK Belgesel Başarı ödülünü kazandı.
2001’de Sinema Televizyon Mensupları Derneği’nin kuruluşunda yer aldı. Aynı yıl Anadolu Kültür’de çalışmaya başladı. Diyarbakır Sanat Merkezi, Kars Sanat Merkezi, Diyarbakır Avrupa Sineması gibi kurumların kuruluş ve işleyiş aşamalarında görev yaptı.
2012’de, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası görünümünde bir AVM, Taksim Meydanı’na ise yayalaştırma gerekçesiyle dalış tünelleri yapılmasına tepkiyle ortaya çıkan Taksim Platformu’nun kuruluşunda yer aldı. Bireylerden oluşan Platform daha sonra kurumların bir araya gelmesiyle oluşturulan Taksim Dayanışması’nın bileşeni oldu. Platform, hiyerarşisi olmayan, tüm kurumsal kimliklerden bağımsız, demokratik katılımı önemseyen, gönüllü emek verilen bir yapıydı.
Gezi'de karar: Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet, 7 kişiye 18 yıl hapis
GEZİ'DE GÖZLER YARGITAY'DA
İstinaf, "Gezi Davası" cezalarını onadı
(EMK)