Bu gelişme kuşkusuz savaşı, en azından Türkiye'nin ona dahil olmasını geciktirmek anlamında büyük önem taşıyor. Ancak bu ayak sürüme, ABD'nin özellikle Birleşmiş Milletler (BM) Raporu'ndan sonra dünya çapında yaşadığı sıkışmadan faydalanarak ekonomik talep çıtasının yükseltilmesi gibi ahlak dışı bir düzleme oturmuş durumda.
Nitekim önceki haftanın bütünü, Hükümetin Türkiye'de ve ABD'de bu temelde yürüttüğü pazarlıklarla geçti.
Türkiye'nin Onurunu Kurtarmak
Anayasa'nın 92. maddesinde çok açık olan uluslar arası meşruiyet koşuluna ve halkın açık itirazına rağmen AKP, savaşa yataklık yapmama çizgisine çekilmemektedir. Aksine, "bu kadar para yetmez, savaşa katılmamız için daha çok para verip bunu Kongre'den geçirmeniz lazım, aksi taktirde gurubumuzu ikna edemeyiz" üzerinden bir pazarlık yapılıyor.
Bu arada muktedirlerin duyarlılıkları da sahiplenilmekte ve ekonomiyi düzeltecek denli para yanı sıra, Kürt kurumlaşmasının engellenmesine ve ABD'nin Kıbrıs'ta çözüm baskısından çekilmesine çalışılıyor. Böylece devletin geleneksel politikaları sahiplenilerek muktedirlerin AKP'den yana kuşkularının da aşılması hedefleniyor.
Bu çerçevede Tayyip Erdoğan'ın 18 Şubat Grup konuşması, 6 Şubat konuşmasının Tam tersi bir yerden biçimleniyor. Nitekim, "hassasiyetlerimizi görmeli taleplerimizi karşılamalıdırlar. İsteklerimiz yerine gelmezse asker yerleştirme izni vermeyiz!" diye haykırarak hem ABD'den azami taviz koparılmaya hem de kamuoyu nezdinde hiç olmazsa zevahir kurtarılmaya çalışılıyor.
Barış hareketi
Bu tavra karşı, "Müslümanlık bu mu?" sorusu AKP kadrolarının sorunu; ama "kişilikli politika bu mu?" sorusu, biz savaşa karşı yüzde 94 yurttaşın sorunu.
Dolayısıyla bu dönemeçte Barış Hareketi, sadece savaşı engellemekle değil, aynı zamanda politikaya ahlak standardı getirmek ve satın alınamayacak değerlerin de olduğunu ispatlayarak Türkiye'nin onurunu kurtarmakla yükümlü bulunuyor.
Uygun yöntemler geliştirilmesi ve tabii Kadıköy mitingi sonrasında yaşanan istismarları engellemesi halinde, buna gücü olduğu da görülecektir. Bunu başarması halinde, Türkiye toplumundaki sağcı ve statükocu hegemonyanın ve bunun sonucu politik arenada elini kolunu sallayarak dolaşan ahlak ve hukuk yoksunluğunun kırılması açısından da büyük bir işlev görmüş olacaktır.
İttifakın Gereksinim ve Gerilimi
Her gün yeni örnekleriyle karşılaştığımız gibi ABD'nin Avrupa Birliği'ne (AB) oranla ağır basması, Türkiye'nin yönelimlerini olumsuz etkiliyor. Çünkü ABD'nin istediği, işbirlikçi bir güvenlik devletidir.
ABD'nin hegemonik güç olarak kendini tahkim etme atılımının özellikle Avrasya'da gerçekleşmesi,Türkiye'nin jeo-stratejik önemini yeniden arttırmıştır. Dolayısıyla tıpkı Soğuk Savaş günlerinde olduğu gibi jeo-strateji satarak mevcut statünün sürdürülmesi olanakları oluşmuştur.
Bu durum, Türkiye halkı ve demokrasisi için dezavantaj oluştururken muktedirlerin tercihleriyle örtüşüyor. Militarizmi pekiştirip demokratikleşmeyi daha da zayıflayacak olan durum, muktedirlerin siyasal etkinliğini de güçlendiriyor.
Geleneksel konsept zorlanıyor
Ancak bunun Irak özgülündeki uygulaması, ciddi potansiyel sorunları da beraberinde getirdi. Çünkü sorun Afganistan, Yugoslavya, vb. değil de Irak'ın yeniden düzenlenmesi olunca, Türkiye'nin geleneksel konseptini değişime zorlayan gelişmeler gündeme gelecektir.
Ki bu risk ABD ile ilişkilerde ciddi bir gerilim üretiyor. "Milli" addedilen çıkarların karşısına dikilen faktörleri ezme (önleyici vuruş) yönelimi anlamında tarzları aynı olsa da, Türkiye, Irak politikasında ABD (ve İngiltere) ile uyum sergileyebilmekten uzaktır.
Onların Kürtleri bu süreçte bir araç olarak kullanma politikasına karşın, Türkiye kendi Kürtlerini bile kabullenmenin çok uzağında durmakta ve tam da bu nedenle komşu Kürtlerin devletleşmesi olasılığını savaş gerekçesi saymaktadır.
Bu yapısal çelişkiye rağmen Türkiye, sorunlarının birikimi ve ekonomik krizi nedeniyle ABD ile birlikte yürümekte, onunla kurulu stratejik ittifak sorgulanmamakta, ama diğer yandan da ona karşı ciddi tahkimatlar yapılıyor. Nitekim ABD'nin Irak'ta bir Kürt devleti kurmak istediği,dahası Türkiye'yi parçalamak, dahası işgal etmek istediği yargısı halen milli paranoya olarak işleniyor.
Statükonun Sürdürülemezliği
Gelinen noktada görülmelidir ki, bölgenin soğuk savaş dengeleri ile düne kadar ayakta tutulan suni statüsünün sonuna gelinmiştir. ABD kendi çıkarları için bölgenin yeniden düzenlemesine giderken kaçınılmaz bir şekilde mevcut güç dengelerini ve sorunlarını da yedeklemeye çalışıyor.
Türkiye gibi temel bir müttefikin ağırlığını koyması, bu planlamada kuşkusuz bazı değişimler yaratmakta, ama değişimi engelleyememektedir. Kaldı ki Türkiye'nin hassasiyetlerinin karşılanmasının oranı da, ABD'nin Kürtlerden gereksindiği askeri ve coğrafi katkının bizzat Türkiye tarafından karşılanmasıyla orantılı olacaktır.
Halen dayatılmakta olan "çözümün" Bölge gerçeklerinin ve hukukun değil ABD'nin çözümü olması bir yana, onunla uyumlulaşan Türkiye'nin sorunlarını daha da arttıracağı kesindir. Her şeyden önce Kürtlerle işbirliğini engelleme paranoyası, Türkiye'nin giderek savaşa dahil olma oranını da arttıran bir işlev görecektir.
Kürtlerin inkarı
Dahası tıkanma yaşanacak her dönemeçte de provokasyonlara açık bir ortam oluşacaktır. Bölgenin yeniden düzenlenmesi, Kürtlerin inkarına dayalı statükonun bir şekilde değişime uğraması ve hem ciddi bir sorun hem de ciddi bir güç olan Kürtlere belli bir yer açılması demektir.
Bu durumda Türkiye'nin, kendi kuruluş konseptinden yana, giderek artacak bir değişim baskılanmasıyla karşılaşması da kaçınılmazdır. Dolayısıyla kendi anti demokratik dengeleri içinde, sorunları çözen değil, ezen ve erteleyen bir siyaset geleneğine sahip olan Türkiye'nin gelinen noktada bu tarzını sürdürmesi, tıpkı Kıbrıs'ta olduğu gibi giderek daha da zorlaşacaktır. Oysa O, statükoda inat etmekte, öyle ki, "taşlar yerinden oynarsa bizim de bütünlüğümüz bozulur"gerekçesiyle savaşa dahil olunmaktadır.
Özetle Türkiye'nin çözüm üretmek yerine sorunları ezici geleneği, bu özgülde Onu daha da etkileyecek bir işlev yüklenmiş bulunuyor. Dahası "bütünlüğümüzü korumak" gerekçesiyle savaşa dahil olmak, "mozaik değil mermer" olduğumuza ilişkin egemen söylemin de koca bir safsata olduğunu gösteriyor.
Oysa sorunun çözülmesi, dolayısıyla milli paranoyalarımızdan kurtulmak mümkün. Bunun için sorunlarımızı kendi gerçekliğiyle kabullenmek ve demokrasinin gereğine uygun davranmak yeterli. Bu sayede, "güvenlik" gibi üretilmiş kaygılarla savaşa sürüklenmek riskinden kurtulacağımız gibi, gerek kendi içimizde gerekse de Kuzey Irak Kürtleriyle kalıcı bir barışa ve bütünlüğe ulaşmak da mümkün olacaktır.
Sorun da Çözüm de İçeride
Buna rağmen geleneksel politikalarda ısrar ediliyor ve savaş konjonktürünün kaçınılmaz sonucu sorunları büyütecek bir arayış sergileniyor. Nitekim ekonomisi krizden kurtulamayan, Gayri Safi Milli Hasılası (GSMH) 20 yıldır 3 bin doların altında tıkanan, ama buna rağmen devasa bir silahlanma programını uygulayıp demokratikleşme yerine Osmanlıcılaşan bir Cumhuriyet olarak, şimdi de güney komşumuzun iç sürecinde belirleyici olmaya çalışılıyor.
Güvenliğini halkının hak ve özgürlüklerinde değil, tek tipleştirilmesinde ve giderek tarihsel coğrafyasına hükmetmekte gören bir Cumhuriyet'in, tıpkı İsrail (ve tabii ABD) gibi kendi sınırlarına sığmakta zorlanması kaçınılmazdır.Bu gerçeklikte esas olarak ABD saldırganlığına karşı biçimlenen Barış Hareketinin, dikkatlerini aynı zamanda kendi devletinin "milli" politikalarına yöneltmesi yaşamsal bir önem taşıyor.
Bu aynı zamanda barış sorunu ile demokratikleşme arasındaki bağın, Türkiye'de diğer ülkelerden çok daha güçlü olmasının da kaçınılmaz sonucudur. Dolayısıyla Barış Hareketi,"milli" tabuları sorgulayarak devleti hukuk ve tutarlılık çizgisine çekmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Çünkü bu savaş atmosferi bir kez daha göstermiştir ki tabularını aşamayan bir Türkiye, içte demokratik, dışta barışçıl olamayacaktır.
Kimlik ve savaş
Nitekim Türkiye'nin Irak'a giriş kararlılığı, daha şimdiden ipuçları görüldüğü gibi, içeride demokratikleşmeyi dışarıda ise barışçıl çözümleri zorlaştıracaktır.
Çünkü Irak'ın Kürtlerini bile kendisine savaş nedeni yapan bir egemen akıl, aynı zamanda kendi Kürtlerini ve demokratikleşme gereksinimlerini de tanımama konusundaki kararlılığını sergilemiş oluyor.
Bu aynı zamanda her türden kimlik ve bundan doğan hakkı savaş nedeni görme düzeyindeki ısrarın göstergesi olarak geleceğimizin ipotek altında tutulması kararlılığını gösteriyor.
Oysa yapılması gereken bunun tam tersi, kendi Kürtlerini, kimlikleriyle eşit ve özgür yaşatmak, savaşa ise asla bulaşmamaktır. Böylesi bir yönelim, Bölgenin bütünü açısından da Türkiye'yi bir çözüm odağı haline getirecektir.
Özetle yaklaşmakta olan savaşın bu öngününde Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu ve dışsal olmaktan çok içsel kaynaklı olan devasa sorunlar yumağı,temel yönelimlerdeki değişime bağlı olarak çözüm potansiyellerini de içlerinde barındırmaktadırlar. (EA/NM)