Ortaya çıkan tablo, MHP'nin 1999 seçimlerindeki başarısının konjonktürel olduğunu göstermektedir. 1999 seçimlerinde MHP, aldığı 5 milyon 606 bin oyla (yüzde 18,1) bütün tahminleri altüst ederek ikinci sıraya yerleşti. Son seçimlerle karşılaştırıldığında -ki yaklaşık olarak sonuçlar tahmin edildi- bu durum beklenmedik bir gelişmeydi. Bu nedenle, MHP'yi 1999 seçimlerinde yükselten nedenleri değerlendirmek, 3 Kasım 2002'de ülkücü hareketin yaşadığı bozgunu anlamak için gereklidir.
Güneydoğu'da 15 yıl süren "düşük yoğunluklu savaş", uzayan çatışma ortamının ekonomik, kültürel ve siyasal yapıda yarattığı tahribat ile bu tahribatın toplumsal dokuda yol açtığı bozulma; ülkücü hareketi 1999 seçimlerinde başarıya taşıyan en önemli nedenler arasında sayılabilir. Devletin bütün ideolojik aygıtlarıyla dikey ve yatay olarak milliyetçiliği teşvik ettiği ve giderek kışkırttığı; büyük medyanın Türklüğe ait olan herzeyi özel olarak yücelttiği; sokağın "milli" sembollerle ve üç hilalli bayraklarla adeta işgal edildiği; toplumun şovenist bir kuşatma altına alındığı; ve nihayet ülkücü hareketin kendisini, "vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunan" yegane siyasi güç olarak Kürt karşıtlığı temelinde yeniden ürettiği bir tarihsel evrede 1999 seçimleri yapılmıştı. Ülkücü hareket bu dalganın üzerine oturdu ve hükümete uzandı.
Geleneksel taşra sağcılığı
Geçen (1999) seçimlerdeki oy dağılımına bakıldığında ; MHP'nin geleneksel oy deposu olan Orta ve Doğu Anadolu illerindeki desteğini yaklaşık olarak iki, bazı illerde de 3 katına kadar çıkan oranlarda arttırdığı görülür. Ancak bu kez geleneksel oy deposu olan havzanın sınırları genişlemiş, İç Batı Anadolu illeri ile Karadeniz sahil şeridinde de önemli bir sıçramayı gerçekleştirmiştir. MHP Karadeniz sahil şeridinde ortalama yüzde 15'in üzerinde oy almıştır. Samsun, Trabzon ve Giresun gibi illerde bu oran yüzde 20'nin üzerine çıkarken, Zonguldak, Bartın, Sinop ve Rize gibi illerde ise yüzde 10 civarında (Bartın ve Rize'de yüzde 10'un altında) kalmıştır. MHP'nin 1999'da yüksek oy sıçraması yaptığı Orta Anadolu kentleri ile en çok asker cenazesinin kaldırıldığı iller arasında büyük ölçüde bir örtüşme bulunması da dikkat çekicidir.
MHP sürprizinin büyük ölçüde geleneksel Orta Anadolu sağcılığına dayandığı ve 1999'da RP/FP oylarının bu havzada büyük ölçüde MHP'ye kaydığı anlaşılmaktadır. MHP, sistemle daha barışık bir görüntü verdiği için muhafazakar/İslamcı eğilimde olan, ancak sistemle çatışma riskini alamayan kesimlerin desteğini sağlamıştır. Servetin ve iktidarın kenarında kalan, ve artık siyasal ve iktisadi güç merkezlerine dahil olmaya çalışan taşra sermayesinin 1999'da MHP'ye yöneldiği, bir kez de bu partiyi denediği görülmektedir. Bir dışlanmışlık ve kenara itilmişlik duygusunu yaşayan taşralı kitleler de aynı gerekçelerle hareket etmiştir.
Ancak, ülkücü hareketin yükselişini (dolayısıyla gerilemesini) sadece Kürt sorunun yarattığı milliyetçi atmosfere bağlamak eksik olacaktır.
Sol olmayınca yoksullar ne yapar?
MHP'nin oy dağılımı bakımından 18 Nisan 1999 seçimlerinin başka bir özelliği de, başta Marmara-Trakya ve Ege bölgeleri olmak üzere, batı illerinde ve büyük kentlerde geçmişe, özellikle 1995 seçimlerine göre gerçekleştirdiği oy artışıdır. Bu nedenle MHP'nin 3 Kasım 2002 yenilgisinin nedenlerini daha iyi anlamak için bir de, 1999 seçimlerindeki oy dağılımının sosyolojik karakterine de bakmak gereklidir. Örneğin; 1999'da MHP'ye ağırlıklı olarak gençler, az ve orta eğitimliler, büyük kentlerin alt gelir grupları ve "kendisini kötü ve güçsüz hissedenler" oy vermiştir. Kendilerini "kötü ve güçsüz" hissedenlerin oy verdiği diğer iki parti ise FP ve HADEP'tir.
MHP'nin büyük kent oyları işçiler, yarı işçiler, işsizler ve lümpen kesimlerden gelmiştir. MHP'nin genel olarak zayıf olduğu Batıda ve büyük kentlerde, oy aldığı diğer bir alan da geleneksel sanayi ve işçi havzalarıdır. Bu alanlarda (1999) FP'nin güç kaybıyla, MHP oylarındaki artış arasında pozitif bir ilişki gözlenmektedir. MHP'nin 3 kasım yenilgisi, söz konu kesimlerde yarattığı hayal kırıklığıyla yakından ilişkilidir. Ülkücü hareket kendisine yönelen yeni oylara kararlılık kazandıramamıştır.
Kendini kanıtlama çabası
MHP'nin 1999'da beklenenin çok üzerinde oy alması, bir operasyon örgütü ve sokak gücü olarak gelişen bu soğuk savaş partisinin, kentli orta-üst sınıfların, aydınların ve daha da önemlisi ordu ve büyük sermaye çevrelerinin beklemediği bir anda iktidar ortağı olmasına yol açtı. Durumun farkında olan MHP; egemen sınıflara güven verme, rüştünü ispatlama ve ülkeyi yönetme yeteneğine sahip olduğunu kanıtlama çabasına girdi. Kendi tarihsel çizgisine aykırı da olsa birçok karar ve uygulamanın altına bu nedenle girmeye ve "taviz" vermeye başladı.
MHP'nin bütün çabalarına karşın; bu partinin sicili, alışkanlıkları, tabanının yapısı ve örgütsel refleksleri gibi nedenler, yine de sistemin merkez güçleri arasında bir tedirginlik yarattı. Ancak, MHP'nin tarihsel çizgisi düşünüldüğünde, Refah Partisi örneğinde olduğu gibi sistemle karşı karşıya gelme olasılığının zayıf bulunmaması, ortaya çıkan sonucun kabullenişinde ve MHP'nin önünün açılmasında belirleyici oldu.
Ancak, seçimlerden sonra MHP tam bir açmaza girdi. Çünkü; boşalan merkez sağa talip olduğunu söyleyen MHP ile partiye oy veren kesimlerin beklentileri arasında derin bir uçurum vardı. MHP merkeze yaklaşma stratejisi izledikçe kendi tabanının talepleriyle çatıştı, geleneksel çizgisine her dönüş girişimi ise merkez güçlerin tepkisiyle karşılaştı.
Devlet düzeninde bozulma ve siyasal merkezde ortaya çıkan dağılma -ki buna bir tür "fetret" durumu diyebiliriz- 28 Şubat süreciyle birlikte onarılmaya çalışıldı. Ancak, "normalleşme" aşamasına geçildiğinde kalıcı, doğal aktörlere dayalı ve daha da önemlisi büyük sermayenin ve Türkiye elitinin tarihsel yönelimlerine uygun olarak siyasal merkezin yeniden inşa edilmesi gerekiyordu. Bu durumda, siyasal merkezin MHP ile takviye edilmesi bir seçenek ve daha çok da bir mecburiyet olarak gündeme geldi. MHP üzerinde oluşan "değişim" eksenli medyatik baskı, hem bu tercihin hem de bir zorunluluğun bir ürünüydü.
Hayal kırıklığı
MHP bütün beklentileri boşa çıkardı. Bırakın siyasal merkezdeki boşluğu doldurmayı, merkez sağı takviye edecek kalibreye bile sahip olmadığı ortaya çıktı. MHP'nin hükümetteki pratiği, yöneticilerinin düzeyi ve kadro bileşimi beklenen seviyenin hayli altındaydı. Bu durum, MHP'nin kendini ispatlama çabasını daha da kırbaçlayan bir etki yarattı ve bu süreç ülkücülerin hükümette adeta teslim alınmasıyla sonuçlandı. MHP desteğiyle siyasal merkezi yeniden inşa etme projesi böylece başarısız oldu. Bir bakıma, apar topar gidilen 3 Kasım erken genel seçimi bu başarısızlığın bir ürünüdür.( Burada DSP'nin parçalanması ve çöküşüyle sonuçlanan MHP'siz ve Ecevit'siz hükümet senaryoları hatırlanmalıdır).
Ancak, sermaye sınıfının bir "imparator" kudretiyle her şeyi belirleyebileceği gibi indirgemeci ve aşırı determinist değerlendirmelerden kaçınmak gerektiği de açık. Siyasal alanın göreli özerk yapısı nedeniyle, bizatihi bu alanın dinamiklerinin de makro yönelimleri etkileyip belirleyebileceğini unutmamak gerekiyor. Nitekim, 18 Nisan 1999'da MHP'nin, 3 Kasım 2002'de de AKP'nin gerçekleştirdiği büyük sıçrama aynı olguya işaret ediyor.
MHP'nin çekirdek oylarına doğru yaşadığı gerilemeyi hızlandıran aktüel nedenlerden biri de AK Parti'nin kurulmasıdır. RP/FP'nin taşralı orta sınıflar ve yoksullar dünyasında bıraktığı boşluğu MHP dolduramamış, diğer bir anlatımla 1999'daki seçim başarısına karşın bu alanda kalıcı olamamıştır. AKP'nin kurulması sanıldığı gibi sadece Milli Görüş hareketinin öz örgütü Saadet Partisi'ni değil, en az onun kadar MHP'yi de etkiledi. Ülkücülerin bu kesimden aldığı oyların büyük bölümü son seçimlerde AKP'ye geri döndü.
Oy alanlarındaki daralmayı bir ölçüde fark eden MHP, bu nedenle 3 Kasım seçimlerinden hemen önce geleneksel siyasal pozisyonlarına çekilme denemelerine girdi. Bu deneme kendisini, AB uyum yasalarına karşı direnme ve idam cezasının kaldırılmasına karşı sert bir muhalefet yürütme şeklinde dışı vurdu.
Soğuk Savaş partisinin açmazı
Ülkücü hareketin kendisini ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak yeniden konumlandırmasının çok zor olduğu da ortaya çıkmıştır. Çünkü, reaksiyoner bir hareket olarak doğan MHP; esas olarak kendi kimliğini karşıtına göre kuran, politikalarını buradan üreten, düşmanlaştırıcı ve çatışmacı bir kültürün ve pratiğin içinden ilerleyen bir yapıya sahiptir. Örgütsel yapısı, gelenekleri, kadro bileşimi ve siyasal refleksleri bakımında bir sokak gücü ve operasyon aygıtı olarak şekillenmiştir.
Soğuk Savaş döneminin kapanmasıyla birlikte, 1990'lı yılların başından itibaren Türkeş'in öncülüğünde başlatılan yeniden yapılanma ve değişim süreci; atılan bütün adımlara karşın tamamlanamamıştır. Ülkücü hareketteki liderlik kültü, Türkeş'in sağlığında yeni dönemin ihtiyaçlarının belirlediği parti içi mücadelenin üstünü örtmüş, "Başbuğ"un sahneden çekilmesiyle bu iç mücadele açık çatışmaya dönüşmüştür. Bu süreç, Devlet Bahçeli'nin liderliğinde, kanatlar arasındaki hassas dengelere dayalı bir uzlaşmayla sonuçlanmıştır. İşte, partinin geleneksel yapısı ile bu yapıyı görece değişime zorlayan dinamikler arasındaki salınım ve çatışma, MHP'yi önce büyütmüş sonra da küçültmüştür.
Komünizmin küresel ve ulusal ölçekte baş tehdit olarak algılandığı Soğuk Savaş döneminin bitimiyle birlikte, ülkücü hareket, önce tarihsel olarak haklı çıktıklarına dair bir edebiyat üzerinden toparlanma yaşamasına karşın, orta vadede hedefsiz kalarak boşluğa düşmüştür. Bu dönemde, "Esir Türkleri kurtarma" ütopyası da -Türki cumhuriyetlere yönelik bazı atraksiyonlardan sonra- çökmüş, bu durum ülkücü hareketi siyasal alanda gereksizleşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Ancak, Sovyetler Birliği'nin dağılması üzerine ortaya çıkan geniş pazardan devletin ve Türk sermayesinin pay alma siyaseti, ülkücülerin 12 Eylül'den sonra yeniden meşruiyet kazanmalarını sağlamıştır. Devletle barışma sürecini, 1990'lı yıllarda Kürt savaşındaki yükselmesinin yarattığı ortam tamamlamıştır.
Şartlar değişiyor MHP direniyor
Öte yandan, 1998 yılından itibaren nesnel koşulların tamamında bir değişim ortaya çıkmıştır. 28 Şubat süreci, popüler anlamının ötesinde, Türkiye'de 7-8 yıllık bir sapmayla bir bakıma Soğuk Savaş'ın bitirildiği tarihtir. Böylece, İslamcı hareketin yanı sıra, ülkücü hareketle devletin yasak ilişkisine de bir ölçüde son verilmiştir. Bu açıdan bir kez daha bakıldığında; MHP'nin 1999 seçimlerinde, milliyetçi rüzgarın harekete geçirdiği trenin son vagonuna atladığı söylenebilir. Çünkü, 1999 seçimleri yükselen milliyetçi dalganın geriye çekilmeye başladığı, Kürt sorununun silahlı çatışma evresinin sonlanmaya başladığı ve devletin "milli tehdit" değerlendirmesinin esastan değiştiği bir evreye denk gelmiştir.
Bu tablo 2002 Türkiye'sinde çok daha nettir. MHP bunu görememiş, ülkede yaşanan büyük ekonomik yıkım ve bu yıkımın yarattığı büyük yoksullaşmadan kendisini de sorumlu tutan seçmene, bir önceki dönemin söylemiyle seslenmeye devam etmiştir. Genel ve soyut parti söylemi, yoksulların ve işçilerin ilgisini çekmediği gibi, daha önce kendisine bir ölçüde alan açtığı büyük kentlerin merkezlerinde de karşılık bulmamıştır. MHP'nin kamuoyuna verdiği profil, "devletin vakarı" adına başhekim azarlayan bir sağlık bakanıdır. Sonuç olarak, 1999 seçimlerinde "kendisini kötü ve güçsüz hisseden" kesimlerin oy verdiği üç partiden biri olan MHP, IMF politikalarına teslim olması, özelleştirmeci siyasetleri benimsemesi; Tarım Bakanlığı kendilerinde olmasına karşın, kırsal kesimde yaşanan ekonomik çöküşün yarattığı tepki nedeniyle net bir yenilgiye uğramıştır.
Bu yenilgi yer yer öylesine derin bir boyut kazanmıştır ki, MHP 1999 seçimlerinde yaklaşık yüzde 40 oy aldığı "geleneksel kalesi" Yozgat'ta bile yüzde 12'ye gerilemiş, yine yüzde 40'ın üzerinde oy aldığı Bahçeli'nin seçim bölgesi Osmaniye'de yüzde 29'da kalmıştır. Sonuçta MHP, başta klasik oy havzası olan Orta Anadolu illeri olmak üzere, Türkiye'nin hiçbir seçim bölgesinde birinci parti olamamıştır.
Nitekim, Necdet Sevinç ve Arslan Bulut gibi ülkücü yazarlar, ilk şaşkınlık geçtikten sonra günlük Yeniçağ gazetesinin 6 ve7 Kasım 2002 tarihli sayılarında yer alan yazılarında, MHP yenilgisini özelleştirmeci olmasına, kendilerine dayatılan şartlara teslimiyete ve IMF'ye boyun eğilmesine bağlıyorlar. Parti yönetimine yakın haftalık Kurultay gazetesinin yazarları da, paralel bir değerlendirmeyle parti yönetiminin ve partili bakanların ülkücü tabandan koptuğu, teşkilata yabancılaştığını ve merkez sağ politikacılara dönüştüğünü ileri sürüyorlar.
Yeni dönemde MHP'nin geleceği
Bir önceki seçimlerde oylarını yüzde 143 oranında arttıran MHP, 3 Kasım 2002'de ise yaklaşık olarak yüzde 150 düzeyinde güç kaybetti. Ancak, DSP, SP ve ANAP ile karşılaştırıldığında MHP'nin sandığa gömüldüğünü söylemek doğru olmayacaktır. MHP 3 Kasım'da net olarak geleneksel tabanına doğru daralmıştır. MHP'nin son seçimlerde aldığı yüzde 8,3 oranındaki oy düzeyi, aşağı yukarı ülkücü hareketin çekirdek gücünü oluşturmaktadır. Bu oran, MHP'nin 1995 seçimlerinde aldığı sonuçla (yüzde 8,5) hemen hemen aynıdır. Daha da önemlisi, 3 Kasım sonuçları, oran olarak MHP'nin 1979 seçimlerinde aldığı oylara da (yüzde 7,6) çok yakın bir düzeye işaret etmektedir.
Bu rakamlardan iki sonuç çıkmaktadır: Birincisi, mevcut tablo ülkücü hareketin 12 Eylül'den sonra, özellikle 1990'lı yıllarda aldığı bütün oyları kaybederek çekirdek tabanına oturduğunu göstermektedir. İkincisi, 3 Kasım seçim sonuçları MHP'nin yüzde 7 ila 9 arasındaki bir oy oranının kararlılık kazındığına işaret etmektedir. Bu oran, yüzde 10 düzeyindeki seçim barajının hemen altındadır ve konjonktürel gelişmelere göre bu sınırı aşma potansiyeline sahiptir. Bu iki sonuca bir tespit daha eklenebilir; 3 Kasım seçimlerinin ülkücü hareket bakımından daha "vahim" bir yenilgiyle sonuçlanmamasının nedeni, yaygın, dinamik ve disiplinli bir örgütlenmeye sahip olmasıdır.
Yukarıdaki belirlemelere ek olarak MHP bakımından 3 Kasım 2002 seçim sonuçları değerlendirildiğinde şular söylenebilir:
* Devlet Bahçeli partide oluşan bir koalisyonun genel başkanlığa taşıdığı bir isimdir. Türkeş'in ölümünden sonra, partide görece radikal değişim yalılarıyla gelenekçi güçler arasındaki iktidar mücadelesinde bir pat durumu yaşanmış ve Bahçeli, hem geleneği hem de değişim eğilimini içermeye çalışarak parti yönetimine uzanmıştır. Bahçeli, Tuğrul Türkeş karşısında, diğer bütün adayların kendi lehine çekilmesiyle genel başkan seçilebilmiştir. Şartların zorladığı değişim ihtiyacını zamana yayan Bahçeli'nin "Değişmedik geliştik" denklemi bu durumu ifade etmektedir. 1999 seçim zaferiyle konumunu güçlendiren ve parti programını değiştirerek örgüt üzerinde tam bir hakimiyet sağlayan Bahçeli ekibi, 3 Kasım seçim sonuçlarıyla birlikte başladığı yere geri dönmüştür.
* Devlet Bahçeli'nin çekilme kararında ısrar etmesi halinde MHP'de şiddetli bir parti içi iktidar mücadelesi beklenmelidir. Çünkü, Bahçeli'nin çekilmesi söz konusu koalisyonu bozacaktır. Genel başkana yönelik çekilme kararını değiştirme baskısı bu durumun ürünüdür. Partinin daha da ufalanmasından korkulmakta ve genel başkanın yerinde kalması için ısrar edilmektedir. Bu nedenle, Devlet Bahçeli'nin kararından vazgeçmesi kuvvetli olasılıklar arasındadır. Bahçeli'nin sözünde durması halinde "savaş" kaçınılmazdır.
* Seçim sonuçları, partideki radikal faşist kesimleri güçlendirmiştir. Şimdilik "Başkan iyi ama çevresi kötü" diye başlayan muhalefetin daha da büyümesi beklenmelidir. Önümüzdeki dönemde, MHP içindeki geleneksel ideolojik pozisyonlarına dönüş baskısı da şiddetlenecektir. Nitekim, 1997 Kongresinde Tuğrul Türkeş karşısında en yüksek ikinci oyu alan ve Bahçeli lehine yarıştan çekilen Ramiz Ongun, açık muhalefet yapmaya başlamıştır. Diğer taraftan, görece merkez sağa yakın bir siyasal konumlanmadan yana olan parti içi çevrelerin de harekete geçeceği olasılık dahilindedir.
* MHP'deki asıl sıkıntı, içine girilen kimlik krizidir. Ülkücü hareket, kendisini var eden koşullarda meydana gelen köklü değişim nedeniyle boşluğa düşmüş; yeni koşullara uygun olarak kendisini ideolojik, politik ve örgütsel olarak anlamlandıramamıştır. MHP önümüzdeki dönemde ya faşist çekirdeğe doğru büzülmüş dar bir parti haline gelecek (bir ölçüde tarihi pozisyonuna iltica edecek) ya da yeni koşullara uygun olarak ideolojik ve politik düzlemde kendisini yeniden tanımlayarak örgütsel bakımdan da yeni duruma uygun şekilde konumlanacaktır. Ancak, tarih ve siyasal koşullar ülkücü hareketi yeniden göreve çağırana kadar, eldeki parti her iki halde de eski MHP olmayacaktır.