Tam 30 yıl önce gözaltına alınan (7 Mayıs 1981) Ali Ekber Yürek'in gözaltındayken ölümüyle ilgili bir soruşturma başlatılmış durumda. Yürek'in mezarı 1 Haziran tarihine kadar açılıp inceleme yapılacak. İncelemeyle ölüm nedeninin ortaya çıkarılması amaçlanıyor. Basitçe söylemek gerekirse cevaplanmaya çalışılan soru şu: Yürek öldü mü, öldürüldü mü?
12 Eylül darbesini izleyen günlerde gözaltında ya da tutukluyken, sorgulama sırasında ölen insanların anne babaları, yakınları başta olmak üzere pek çok kişinin cevabından emin olduğu bu soru, 30 yıldır gündemden çıkmış değil. Afşin Cumhuriyet Savcısı Mehmet Kuş tarafından başlatılan soruşturmada Yürek'in işkence sonucu hayatını kaybettiği anlaşılırsa, sorumluların peşine düşülecek. 30 yıl sonra.
Afşin Cumhuriyet Savcısı'nın başlattığı soruşturma, aynı dönemde Maraş Eğitim Enstitüsü binasında yapılan sorgularda ölen başkalarını ve bu sorguların en üst düzeyde sorumlusu olan Yusuf Haznedaroğlu'nu (o zaman tuğgeneral ve Kahramanmaraş Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı) bir kez daha gündeme getirdi.
Radikal gazetesinden İsmail Saymaz'ın o dönem aynı yerde ağır işkenceler gören Hamit Kapan ve 1988'de tümgenerallikten emekli olan Haznedaroğlu'yla yaptığı röportajlar, 30 Nisan ve 1 Mayıs'ta peş peşe yayınlandı. Olayların yaşandığı tarihten 30 yıl sonra Kapan, gördüğü işlenceleri ve tanık olduklarını anlattı; Haznedaroğlu'nun sık sık işkencelerde bulunduğunu, birçok kez bizzat işkence yaptığını ve ölümlerin sorumlusu olduğunu söyledi. Haznedaroğlu ise, işkencelerin ve ölümlerin sorumlusu olduğunu 30 yıldır olduğu gibi gene red etti.
Kahramanmaraş Sıkıyönetim Komutanlığı'nın elinde sorgulanırken ölenler, sorgularda yapılan işkenceler, aslında ölüm olaylarından beş yıl sonra kamuoyuna Nokta dergisinin haberleriyle yansımıştı. 1986'da yayınlanan haberlerde Sedat Caner adlı polis memuru, Kahramanmaraş'ta tutuklulara işkence yapıldığını, bizzat işkence yaptığını ve işkence sonucu ölenleri, ayrıntılarıyla, isimler vererek açıklamıştı.
1988'de ise konu Tempo dergisinde Nadire Mater ve Güldal Kızıldemir'in haberiyle bir kez daha gündeme geldi.
Bu kez sorguda ölenlerden -polis Caner'in işkence sırasında boynu kırılarak öldüğünü açıkladığı- Mehmet Ceren'in babası, köylüleri, ölüm raporunu düzenleyen doktor konuştu, otopsi tutanağı yayınlandı. Doktor, "fenalaştı, kalp masajı yaptım, öldü" diyor, otopsi tutanağında " ölüm nedeni akciğerlerdeki arazların kalbi de etkilemesi sonucu, kalbin ani iflası sonucu" deniyordu.
Polis Caner'in "Mehmet Ceren Kahramanmaraş'ta işkenceden ölmüştür. Bunu her zaman ve her yerde tekrarlarım" açıklamasına * karşı Haznedaroğlu'nun cevabı o zaman şöyleydi: "Tamamen yalan. Herhalde bir yerlerden para aldı. Gayet güzel uydurma bilgileri yayınlattı."
Haznedaroğlu'nun ölüm olayı hakkında daha önce verdiği ifade de şöyleydi: "THKP-C Dev-Savaş örgütü mensubu olmasıyla, Adana ilinde Askeri Cezaevi'nde bulunurken, soruşturma maksadıyla Kahramanmaraş'a getirilen Mehmet Ceren, daha hiç soruşturulması yapılamadan rahatsızlanmış ve kaldırıldığı hastanede vefat etmiştir."
Cemselerle gelen cenaze: "Bakmak yasak!"
Baba Vahap Ceren ise ölüm haberinin gelişini ve cenazeyi almak üzere haberi getiren askerlerle birlikte gittiği Sıkıyönetim Karargahı'nda karşılaştığı durumu anlatıyordu:
"iki cemse dolusu askerle oğlumun ölüsünü getirdiler. Komutan Fuat, 'Oğlun geldi' dedi. Yanına varmak, yüzünü görmek istedim. O anda dediler ki, 'Amca, bize göstermememizi emrettiler'. Madem buraya getirdiniz, benim oğlum mu, değil mi, bir bakayım yüzünü göreyim. 'Hiç kimseye göstermememiz emredildi' dediler. 'Uzak dur' dediler. Yola döküldük, iki cemse askerle bizim köyün ufak kabristanının uzak bir köşesine defnettiler. Ne beni, ne de köylüm olarak hiç kimseyi yaklaştırmadılar. Kıbrıs'ta askerliğini yapan yeğenim, 'Mehmet'i ne zamandır görmedim, bir göreyim' diye askerlere yalvardı. 'Emir böyle' diye onu da kovdular. Oğluma dini tören de yapılmadı. Gömdükten sonra, 'Bunun yakınına kimse yaklaşmayacak' diye emrettiler. Korkumuzdan yaklaşamadık. Bana 'Oğlun hastalanmış, kalp krizinden ölmüş' dediler. Ben aslan oğlumun işkence verdiğini, verirken öldüğünü biliyorum. Madem yarası yoktur, neden göstermediler bana?"
Vahap Ceren, olayın peşine düşecek gücü, avukat tutacak parayı beş yıl sonra bulabiliyor, Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcılığı'na bir dilekçe yazıp mezarın açılmasını, yeniden otopsi yapılıp oğlunun ölümünün aydınlatılmasını istiyordu.
Soruşturma açılıyor. dilekçenin verilmesinden beş buçuk ay sonra takipsizlik kararı veriliyordu. Soruşturmada Haznedaroğlu, Necdet Kondolot (Siyasi Şube Müdürü) ve Bilge Akdoğan'ın (polis memuru) ifadelerine başvurulmuş, onlar da "maktulün işkenceye maruz kaldığına dair bilgi ve görgüleri olmadığını" belirtmişlerdi. Ayrıca, ilk otopsi raporunda da "maktülün boynunun kırık olmadığı, darp izine rastlanmadığı ve işkence izi görülmediği" yazıyordu.
Radikal'de yayınlanan röportajda Hamit Kapan, "İşkencelerde arkadaşlarınız öldürüldü mü?" sorusuna, "Yakın arkadaşlarım öldürüldü" diye cevap veriyor. "Fehmi Özarslan ve Mehmet Ceren. Örgüt arkadaşımdı. Öldürdükten sonra ölülerinin yanına beni koyup beni orada bıraktılar... Birinin ciğeri ağzından geldi. Bir tanesinin boynu kırıldı öldü."
Nokta dergisinde 1986, Tempo dergisinde 1988'de yapılan haberler, 30 yıl sonra soruşturulma aşamasına gelen bir ölüm olayının ve açılmayı bekleyen başka mezarların arkasında uzayıp giden sorumlular ordusunu bugün bir kez daha gözler önüne seriyor. Ölüm olaylarından doğrudan ve dolaylı sorumlu olanlar, raporlarında ya da kararlarında gerçekleri gizleyenler, gözlerini kapatanlar. Rütbeli ve rütbesiz askerler, emniyet görevlileri, doktorlar, savcılar, politik liderler, hükümetler...
Öte yandan, böyle bir 30 yıl koridoru, gerçekleri ortaya çıkarmak için 30 yıllık mezarları açma mecburiyeti, aslında koskoca bir bölge için geçerli değil. Kürt köylerinde, şehirlerinde 30 yıl öncesi, sadece dün, bugün demek. 30 yıl öncesini aydınlatmak, aslında bugünü aydınlatmakla aynı anlama geliyor.
* Sedat Caner, Mehmet Ceren olayıyla ilgili ifadeleri nedeniyle Malatya Cumhuriyet Savcılığı tarafından "yalan beyan"da bulunmakla suçlandı; yargılama sonunda beraat etti.