Uludere Saldırısının üzerinden daha bir ay geçmedi ama olay neredeyse unutulmak üzere.
Geçen hafta Paris'te yaşayan belgesel yönetmeni Bülent Gündüz'ün organizasyonunu yaptığı, Kazım Öz, Aydın Orak, Ömer Leventoğlu, Özkan Küçük, Nazmi Kırık'ın da içinde yer aldığı bir grup sinema yönetmeni ve sanatçıyla Roboski'deydik.
Köy camisinde bizi karşılayanlar arasında, saldırıdan sağ kurtulan Servet Encü de vardı.
Gözleri dolu dolu
Fiziksel olarak herhangi bir yarası yoktu ama 34 arkadaşının bombardıman sonucunda parçalanarak ölmesine şahit olmak ve tesadüfen o olaydan sağ kurtulmak onu çok fazlasıyla etkilemişe benziyor.
Mezarlık, olayın meydana geldiği iki dağın tam karşısında. Olayı anlatırken o noktaya bakan Servet'in gözleri hep ağlayacakmış gibi dolu dolu.
"Yoksulluktan dolayı bu kışta kıyamette kaçakçılığa gidiyoruz, ekecek tarlamız yok; olan bölgelere de devlet mayın döşemiş. Gelir getirecek başka hiçbir şeyimiz yok. Yetikililer sınır köylerinin kaçakçılık yaptığını biliyor.
''Bu olaydan bir ay öncesine kadar da her gün 100-200 katır sınırın öbür tarafına gidiyordu. Geçen sene bir kere durdurdular mallarımıza el koydular ama kimseye karışmadılar. Bu sefer neden üzerimize bomba yağdırdılar, kim emir verdi bilmiyorum."
Ölü taklidi...
Servet grubun 50 metre gerisinde yürüyormuş, bu mesafe hayatını kurtarmış. Sınırı geçtikten sonra köye doğru açılan dört yol olduğunu belirtiyor genç adam.
Bu gelişlerinde dönüşte bütün yolların askerler tarafından kapatıldığını ve kaçakçıları sınıra doğru yönlendirdiklerini söylüyor.
Yaklaşık bir saat sonra F-16'lar bombalar yağdırmaya başlamış.
Servet köylülerin bekleme sırasında ailelerine telefonla sınırda bekletildiklerini söylediklerini aktarıyor, daha önce böylesi bir saldırı olmadığı için de hiç kimsenin aklına kötü bir şey gelmediğini vurguluyor.
"Birden bizi bombalamaya başladılar. Bulunduğum yerden aşağıya doğru attım kendimi, karın üzerine düştüm, kendimi gizleyebileceğim ne bir ağaç, ne de bir kaya vardı, bu yüzden yarım saat boyunca ölü taklidi yaptım. Jetler gittikten sonra köyü aradım imdat istedim, herkesi öldürdüler, bize yardıma gelin dedim. Yaklaşık yarım saat sonra köylüler geldi."
Ya kan kaybı, ya soğuk
Servet altı kişinin bombardımandan yaralı kurtulduğunu ama herhangi bir tıbbi müdahale olmadığı için yaralıların kan kaybından ya da soğuktan donarak öldüğünü belirtiyor.
"İnsan ruhunun bedeli 20 milyar mı, bu insanların çoğu ailelerinin geçimini sağlıyordu. Onların ölümüyle yüzlerce insan perişan oldu" diyen Servet, devletin tazminatlarla olayın üzerini kapatmaya çalıştığını söylüyor.
"Biz tazminat değil, asıl suçluların bulunup yargılanmasını istiyoruz.''
Hangi parça kime ait?
Ölenlerden birinin akrabası "Saddam Hüseyin bile bu zulmü yapmamıştır,'' diyor.
''İnsanları öldürüyordu ama hiç değilse ölenlerin akrabaları gidip cesetleri tespit edebiliyordu. Biz çocuklarımızın parçalarını yerden topladık, hangi parçanın kime ait olduğunu bilemedik. Bu vahşeti hangi yürek kaldırır?"
Mezarlıkta bulunan bir köylü "Bu mezarlarda yatanların hepsi de korucu çocuğu! Devletin silahlı güçleri önünde 24 yıl kendimizi siper ettik. Devlet hizmetimizin bedelini bu ağır faturayla, çocuklarımızın bedenini parçalayarak bize ödedi," diyor.
Mezarlıkta
Yüksekçe bir yamaca yapılan mezarlığı kar, mezarların üzerini de ailelerin bıraktığı çiçekler bürümüştü. Bir çoğu aynı yere açılan mezara, biri diğerinin ayak ucuna gelecek şekilde gömülmüştü.
Kadınlar ellerinde kayıplarının fotoğrafları ve onlara ait özel birkaç eşyaları ile ağıtlar yakıyorlardı.
50 yaşlarında bir kadın "ağlamaktan gözümde yaş kalmadı yavrum, hangi birine ağlayacağıma şaşırdım, bak bu mezar ablamın oğlunun, şu gördüğün kardeşimin oğlunun, hemen yanındaki kaynımın çocuğunun..." diyerek yaşadıkları acıya rağmen metanetli durmaya çalışıyordu.
Dallarda kına tepsisi
Mezarlığın tam orta yerinde bir ağaç var, dallarına asılı süslü bir kına tepsisi dikkatimi çekti.
İşte cevabı: "Çoğu muradına eremeden öldü, hepsi bekardı. Bu sepet de muradına eremeden ölen gençlerimizin acısını temsil ediyor."
18'e iki gün kala
Şervan Encü'nün annesi Lale, elinde oğlunun fotoğrafı, cep telefonu ve çakmağıyla "dayê nemayê...." diye ağıt yakıyordu.
''Damat olmadan oğlumu aldılar benden, madem ki kaçakçılık yasak neden tutup hapse atmadınız da öldürdünüz onu, neden....? " diye ağlayarak bu haksızlığa ve zamansız ayrılığa isyan ediyordu.
Özcan Uysal'ın annesi de oğlunun fotoğrafını yakasına yapıştırmış sessiz bir şekilde ağıtlar yakıyordu. "İki gün vardı doğum gününe, Özcanım 18 yaşına basacaktı. 18 yaşına girmeden öldürdüler onu.
Kırık ayna
Mezarın ayak ucunda kırık bir ayna duruyor.
Ayna Özcan'a aitmiş, annesi aynayı gösterip "Özcanım kendisini çok severdi, günde belki on defa bu aynadan bakar, saçına şekil verirdi. Aynasını ayak ucuna koydum ki yavrucum kendisini izlemeye devam etsin" diyerek ağlamaya ve ağıt yakmaya devam ediyor
"Ne ben, ne de oğlum muradımıza eremedik, oğlumu damat edemedim, 18 yaşını göremedi kınalı kuzum..." diyerek içine içine akıtıyor acısı taze anne....
Bombardımana iki oğul
Halil İbrahim Amca da bombardımanda iki oğlunu kaybetmiş. Zidan 13, Mahmut 19 yaşındaymış.
Geçen nisan ayında annesini kaybeden çocuklar, bu sene ilk defa kaçağa gidiyorlarmış. Zidan yedinci sınıfta okuyormuş ve bilgisayar almak istiyormuş, kaçağa gitmesi ondan.
"Başbakan acımızı 20 milyarla kapatmaya çalışıyor. Sorarım yetkililere, değil evladınızı, bir parmağınızı kaybettiğinizde bile hiçbir para o eksikliği tamamlayamaz. Biz tazminat istemiyoruz, suçluların açıklanıp yargılanmasını, cezalandırılmasını istiyoruz.
''Eğer bu olayı açığa çıkarmazlarsa bütün köylüler karar aldık, buradan başka bir ülkeye toplu olarak göç edeceğiz."
''Öpülecek yeri kalmamıştı''
Sedat Encü'ün kızkardeşi "Babam imdatlarına koştuğunda kardeşim ' bacağım ağrıyor' demiş. Kardeşim üç saat yaralı olarak kalmış o karın üzerinde. Sonra da ölmüş. Eğer bir helikopter ya da ambulans olsaydı belki kurtulurdu" diyerek acılarını döktüğü bir mektubu bizimle paylaşıyor.
Bir diğer genç anne "benim oğlum karne sevinci yaşayamadı, çok korkmuş yavrum, katırların altına saklanmış, bombalar orada yakalamış onu" diyerek oğlunun bebeklik halinden kalma bir fotoğrafını gösteriyor.
Bir başka anne "Her yeri yanmıştı yavrumun, simsiyah olmuştu bedeni, vücudunda öpülecek yeri kalmamıştı, alnından öptüm usulca ama o kokuyu, oğlumun yanmış bedeninin kokusunu nasıl unutacağım ben?" diye soruyor...
Korucu gazisi
Korucu gazisi Abdurrahman Ürek ''devletin gazi çocukları da var" derken,16 yaşındaki oğlu Yüksel'in mezarı başında ağlıyor. Babası sakatlandıktan sonra okulu bırakıp ailenin geçimini üstlenmiş Yüksel.
Yüksel'in korucu gazisi babası konuşurken "Allahım, sen bu haksızlığı kabul etme" diyerek hıçkırıklara boğuluyor
Denktaş'a ulusal yas...
Ürek'in hemen yanında duran bir genç bir adam Rauf Denktaş için ulusal yas ilan edilmesini hatırlatıyor.
''Ama 34 genç için devlet erkanından bir kişi bile yanımıza gelmedi, olaydan birkaç gün sonra acımızla dalga geçer gibi kaymakamı gönderdiler. Ona yapılan saldırı günlerce basında yer aldı. 34 parçalanmış bedenin acısını bu saldırıyla örtmeye çalıştılar.
''Yıllardır sonuçlandırmadıkları Hrant Dink davasını da bu olayı bastıracak, karanlıkta bırakacak şekilde sonuçlandırdılar. Kirli bir cinayeti başka cinayetlerin üzerini örtecek şekilde kullanmaya çalışıyorlar, bu olayı gündemden düşürmek, unutturmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar."
Açıklama ve unutmama
Aileler devletten hala gerçekleri açıklamasını bekliyor. Her haberin ve her olayın çok çabuk eskidiği ülkemizde maalesef bu olay da unutulmaya terk edilmiş gibi görünüyor.
Yıllar önce Ankara'da bir asker Kürt olduğumu öğrenince bana "Güneydoğu ülkenin en doğusunda yer aldığı için gelişmemiştir, sorun da buradan kaynaklanıyor" demişti.
O çocuk halimle gülmüş "peki coğrafik olarak Türkiye'nin çoook doğusunda yer alan Japonya neden bu kadar gelişti?" diye sorunca bana cevap verememişti.
Acaba adaletin terazisinde de yön kaybı mı var dersiniz?
Siz de merak etmiyor musunuz, o "kutsal" terazi şu an ülkenin hangi koordinatlarına gömülmüş durumda? (HAK/BA)
* Hatice Kamer, gazeteci, Diyarbakır
*Fotoğraf galerisi için tıklayın.