Slogan: Değişim için oy ver! Maksat: Bush yeniden seçilmesin... Müzisyenler 1 Ekim'den itibaren ikişerli gruplara ayrılıp ABD'nin dört bir yanında toplam 33 konser verecek. Kalbimiz onlarla... Springsteen, siyasî angajmanını, kendi hayranlarının yayınladığı Backstreets dergisine anlatmış.
Bugüne kadar birçok toplumsal konuda tavır aldınız, albümlerinizde de o tavrı hep korudunuz, ancak ilk defa bu kadar net bir biçimde seçimlere müdahil oluyorsunuz. Nereden icap etti?
Benim hayatımdaki en önemli başkanlık seçimi bu. Beyaz Saray'ın Amerikan değerlerinden çok fazla uzaklaştığı kanısındayım. 11 Eylül ertesinde bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde.bir birlik havası vardı ülkede. 11 Eylül büyük bir üzüntüydü, ama aynı zamanda büyük bir imkândı da.
Apar topar Irak'a savaş açmak -bunun sebebini hiç anlayamadım zaten-bu imkânı heba etti. Konserlerde hep bunu söyledim: Irak'a savaş açmamızın sebebini hiç anlamadım. Gencecik insanlarımızın hayatlarını, gayrı-meşru bir savaşa kurban verdik. Aynı şeye gençliğimde de tanık olmuştum, Vietnam savaşı sırasında...
Irak savaşının yanı sıra, bütçe açıkları, okullarda ders saatleri sonrasında verilen kurslar gibi kamu hizmetlerinin kısılması, gelir dağılımındaki adaletsizlik son yirmi yıldır toplumsal bağlarımızı fena halde tehdit ediyor. Bu seçimlerde taraf olmazsam, otuz yıldır söylediğim şarkılara ihanet etmiş olurum. Ülkenin bu kadar kötü yönetildiğini hiç görmedim.
Özgürlükler erozyona uğruyor. Geçmişte, faaliyetleri düşüncelerimle örtüşen kitle örgütlerinin etkinliklerine katıldım. Yirmi yıldır yaptığım şey bu, böyle yaptığım için de mutluyum. Sanatçının iktidar koltuğundan uzak durmasını, bağımsızlığını korumasını savundum hep, kendi işimi de öyle yaptım.
Ama şimdi mesafeli durmanın, taraf olmaktan kaçınmanın bedelinin çok ağır olduğu bir zamandayız. Yıllardır söylediğimiz şarkıların arkasında durabilmemiz için bu seçimlerde tavır almamız gerekiyordu.
Turnede yer alan isimlere bakılınca - R.E.M., Pealr Jam, Dave Matthews Band, Dixie Chicks, Jackson Browne - her ne kadar bir amaç etrafında toplanılmış olsa da, farklı perspektiflerin söz konusu olduğu dikkat çekiyor. Konserlerde farklılıklar da vurgulanacak mı?
Hepimiz tek bir amaç etrafında bir araya geliyoruz. O amacı gerçekleştirdikten sonra herkes kendi yoluna gidebilir. Kendi payıma, Kerry'yi beğeniyorum. Onun ya da John Edwards'ın bütün cevaplara sahip olduğunu sanmıyorum, ama tecrübeleri var, hayat tecrübeleri var.
Ve Amerika hakkında zor sorular sorabilecek samimiyete ve dürüst çözümler bulmak için çaba gösterecek sorumluluk duygusuna sahipler. Bugünkü yönetim için aynı şeyi söyleyemem. Bugünkü iktidara güvenimiz yok.
Kerry'nin Demokrat Parti kurultayında yaptığı konuşmayı nasıl buldunuz?
Harikaydı. Bugüne kadar yaptığı en iyi konuşma oydu.
Kürsüye "No Surrender" eşliğinde çıkmasını nasıl karşıladınız?
Birçok mitingde o şarkının söylendiğini duydum, iyi tercih bence.
Bugüne kadar parti düzeyinde bir siyasî tercih belirtmemiştiniz. Bu seçimlerde bu kadar açık bir şekilde Kerry'yi desteklemenizin sebebi ne?
Ben Demokrat bir evde büyüdüm. Sekiz-dokuz yaşımdayken, sanırım yine bir seçim dönemiydi, okulda birileri "siz hangi taraftasınız" diye sormuştu. Ben de eve geldiğimde anneme sordum: "Biz hangi taraftayız?" Annem, "tabii ki Demokratız" dedi, "Demokratız, çünkü çalışan insanlardan yanayız". 18 yıl boyunca, bizim evdeki yegâne siyasî konuşma buydu.
Ben hep ilerici, özgürlükçü düşüncelere sahip oldum, insan şarkı yazarken toplumsal kökeni önemli bir rol oynuyor, ondan azade olmak mümkün değil. Ben kıt kanaat geçinen bir evde büyüdüm. Her Noel'de, annem banka kredisi alır, yıl boyunca da o borç ödenirdi, bir sonraki Noel'de de yeniden borçlanılırdı. Ay sonunu getirmenin nasıl bir şey olduğunu bilirim. Dolayısıyla, seçimlerde tarafsız kalmam mümkün değildi.
Bu söyledikleriniz size sık sık yapılan bir eleştiriyi akla getiriyor: "Bir milyoner nasıl olur da çalışanların sorunları hakkında şarkı yazabilir?"
Mark Twain'in evini gördünüz mü hiç?
Hayır.
Çalışma odası çok güzel. Ev de öyle, Viktorya tarzında yapılmış çok güzel bir bina. Yani, Mark Twain güzel bir evde oturup halkın dertlerini dile getirebiliyordu... Nedense bu eleştiriye daha çok müzisyenler muhatap oluyor, örneğin sinemacılara kimse bir şey söylemiyor. Kimse "Martin Scorsese niye mafyaya katılmıyor?" diye şikâyetlenmiyor. Galiba ömür boyu bu soruyla karşı karşıya olacağım. Şarkı yazmanın nasıl bir şey olduğundan bihaber olanların yaptığı bir eleştiri bu.
Bir seferinde, "bir yazar anlaşılmak için yazar" demiştiniz. Fakat şarkılarınız, en başta "Born in The USA" ve "American Skin (41 Shots)" olmak üzere, çok farklı biçimlerde yorumlandı. Şarkıların kendilerini anlatmasından yana olduğunuzu birçok defa söylediniz, ama bu turnede, seyircilere mesajınızı, meramınızı muğlaklığa izin vermeyecek şekilde ifade etmeyi düşünüyor musunuz?
Şarkılarıma inanıyorum. Fakat şu da var: Bir şarkı yayınlandığı andan itibaren, şarkının yazarı, o şarkı hakkında yapılan tartışmalardaki seslerden biridir sadece. Bu realiteyi kabullenmek gerekir.
"American Skin" meselesinde, New York Post'un yorumunu benimseyen insanlarla da karşılaştım, şarkıyı tamamen benim düşündüğüm gibi anlayanlarla da. Şarkılar bir kere toplumla buluştu mu, onu yazan da, tartışma korosunda bir ses oluyor sadece. Benim avantajım, gitarın benim elimde olması.
Şarkıda ne demek istediğimi anlatmaktan imtina etmem. Sonuçta ben, şarkılarımla tek tek bireylere hitap ediyorum. Belli bir anda durup niyetimi beyan etmekte mahzur görmem. Ayrıca, şimdi internet diye mucizevî bir araç var. Onun sayesinde meseleleri daha hızlı bir şekilde netleştirmek mümkün. Bazen işleri iyice karıştırıyor, o ayrı. Ancak, benim gibi geniş bir dinleyici kitlesine hitap edince, yelpaze de geniş oluyor haliyle.
Mesela geçen seferki turnede, Irak savaşı hakkındaki hakikatler daha ortaya dökülmemişken, yaptığım konuşmayı kimileri alkışladı, kimileri yuhaladı. Bu işler böyledir. Yorumlarımı gecenin sonunda dile getiriyorum; iki dakika sadece. Üç saat çalıp iki dakika konuşmak adil bir dağılım bence.
Evet, dinleyici velinimettir, ama benim ve bizim grubun görüşleri ve inançları da yaptığımız müziğin, söylediğimiz şarkıların ayrılmaz bir parçasıdır; bu görüşleri, inançları, çeşitli konularda aldığımız tavırları mümkün olduğunca berrak bir şekilde ifade etmemiz de bir ödevdir, insanlar da bizden bunu bekliyor zaten.
Herhangi bir konserimde, dinleyicilerden bir kısmı "Tom Joad"cudur, bir kısmı "Dancing in The Dark"çıdır, ama hepsi oradadır. Ve o konser belli bir zaman dilimindedir, biz de o anın gerektirdiği tavrı alıyoruz.
Yani, "herkese kapımız açık, ama bu inandığım şeyleri söylemekten kaçınmamı gerektirmez" diyorsunuz...
Doğru, Mesele çok basit. Yaptığım, söylediğim her şeyin alkışlanmasını bekleyemem. Yıllar içinde madalyonun iki yüzünü de gördük. Buna bir itirazımız yok. Bir konser, bir fikirler forumudur; gece boyunca bizim sunduğumuz da o forumdur.
Bazı hayranlarınız, sitenize Al Gore'un yaptığı konuşmayı koymanızı yadırgadı... O konuşma sizin siyasî tavrınızla, toplumsal sorumluluk anlayışınızla çelişki içinde değildi, dolayısıyla sizin açınızdan bir tutarsızlık söz konusu değildi, ancak yine de yadırganmasına engel olmadı. Sizce sebebi ne bunun?
Kadim fanlarımız yadırgamışsa, buna çok şaşarım. Konserlerimize öylesine gelmiş biri belli bir şarkıya tepki gösterirse bunu anlarım, ama otuz yıldır bizi takip edenler toplumsal konulardaki tavrımızı, tutarlı ve doğrudan olduğumuzu bilir, izleyici-sanatçı ilişkisi yoğun bir özdeşleşmedir: "Ben senim, sen bensin."
Meselenin can damarı budur. Öte yandan, şu da var ama: Evet, biriz, ama aynı kişi değiliz. John Wayne filmlerinin hastasıyım mesela. Bana esin kaynağı olmuşlardır. Ama John Wayne'in siyasî görüşlerinden hazzetmem. John Wayne'i ve filmlerini severim; işin bir de bu boyutu var.
Sizi sadece müzikal olarak değil, politik olarak da esinlendirenler kimlerdi?
Gençken, daha Steel Mill'deyken (Springsteen'in 1969-70 yıllarındaki grubu), birçok toplumsal amaçlı konserde çalmıştık. 1960'ların sonuydu; benim kuşağımdan olup da alternatif kültürün herhangi bir kolunda büyümüşseniz, bunları yapmak eşyanın tabiatı gereğidir.
Adına ister aktivizm, ister eylemcilik, ister sorumlu yurttaşlık deyin, o zamanlar soluduğumuz hava buydu. Benim kuşağımdan olup da böyle düşünmeyen birini gördüğümde çok şaşırıyorum. Ben ve arkadaşlarım böyle yetiştik. Hayran olduğumuz ve bu tavrın bayraktarlığını yaparak bizi esinlendiren isimlerin başında Dylan geliyor tabii.
Dylan çok net bir şekilde veriyordu mesajını, John Fogerty'ninki daha örtüktü, ama çok etkileyiciydi. Ben onu kılavuz aldım; niye yönümü öyle çizdim, bilmiyorum... En siyasî şarkıları Steve Van Zandt yazardı, fakat hep "acaba bu ikisini -müzikle siyaseti- birbirine karıştırmakla iyi etmiyor muyum?" diye yakınırdı. (gülüyor) Steve öyledir, (gülüyor) Belki yetiştiğim çevre nedeniyle, belki dinlediğim müzik nedeniyle -Animals'ın sınıf bilinçli müziği ilgimi çekerdi- ben böyle bir tavır geliştirdim.
Gençliğimde siyasî eğitim almadım, ailem siyasetle pek ilgili değildi. Zaten bizim kasabadaki politika da kasaba politikasından ibaretti. Dolayısıyla, siyasî eğitimimi popüler müzik vasıtasıyla aldım. Popüler müzik ve zamanın ruhu iç içeydi o zamanlar.
"River" dönemi sizin için -ve Steve için- bir dönüm noktası oldu galiba. Amerika dışına çıkmanız, başka kültürlerle temas etmeniz...
Steve için bir dönüm noktası olduğu kesin, ama ben yurtdışına çıkmadan önce "The River" ve "Darkness On The Edge Of Town"u yazmaya başlamıştım bile. Doğu Berlin'e gitmiştik; müthiş bir tecrübeydi bizim için. ABD'nin dışına çıkınca, kendi ülkesine eleştirel bir gözle bakmaya başlıyor insan.
Elimden gelse, bütün lise öğrencilerini iki aylığına Avrupa'ya yollardım. Çünkü, ABD sınırları içinde yaşayıp gerçek bir.dünya vizyonuna sahip olmak çok zor... ABD çok geniş bir ülke, ayrıca Amerikan kültürünün öyle bir hegemonyası var ki, onun dışına çıkmadan, ona eleştirel bir gözle bakmak pek mümkün olamıyor.
Eğer her Amerikalı çocuğa bir hediye verebilecek olsaydım, iki aylık bir Avrupa gezisi hediye ederdim, işte o zaman, bize anlatılanları dinleyişimiz, kendimizi algılama biçimimiz, seçtiğimiz lider türleri değişirdi.
Güney Amerika'da, Afrika'da dinlediğim inanılmaz müziklerden Amerika'da parmakla sayılacak kadar insan haberdar olabiliyor. Öte yandan, Jersey'den gelen altı-yedi kişilik rock grubu Fildişi Sahili'nde konser veriyor ve müziğimizi ilk kez duyan insanlar bizi çılgıncasına alkışlıyordu. Amerika dışındaki açıklık, bizim kapalılığımızla büyük bir tezat içinde. Kapalılığımızın nedeni niyetimizin öyle olması değil, kültürel bir sorun. Başka şeylerle karşılaşmadığımız için öyle oluyor.
Siyasî görüşlerinizin seyrinde dönüm noktaları neler oldu? "River" konserlerinde, Joe Klein'ın "Woody Guthrie: A Life" kitabından sitayişle söz ediyordunuz...
Büyük kitap o, çok güçlü... Başka sanatçıların eser yaratırken etraflarındaki duygusal, sosyal, politik atmosferle nasıl bir ilişki kurduklarına sardırmıştım. Yaratıcılıklarıma siyasal tercihlerini nasıl dengeliyorlardı? Ben farklı bir türdüm: Başarılı bir pop müzisyeni. Bu tabii kartları değiştiren bir etken, insanın yüreğinde taşıdığı ülke nasıl bir yer, çocuklarımıza nasıl bir ülke miras bırakmak istiyoruz? Bizden önce meşaleyi taşıyanları inceledim. Ve bana doğru gelen şeyleri bir araya getirdim.
Sanatın işlevlerinden biri de yaşadığımız dünyayı bize aksettirmesi. Ancak, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, "kapa çeneni, çal gitarım" anlayışı hakim...
Ülkenin gidişatına, sosyal ve siyasal hayata müdahil olan bir sanat geleneğimiz var: Woody Guthrie, Bob Dylan, James Brovvn, Curtis Mayfield, Public Enemy... Bu isimlerin müzikleri sadece zevkli ve heyecanlı değildi, zamanın ruhunu da ifade ediyordu.
Bu benim için çok temel bir şey, yaşadığımız günün olayları, sorunları. O isimleri dinlerken konuşan benmişim gibi geliyordu. O insanlarla aramda bir bağ olduğunu hissediyordum. Bir ülkede, biri birine "kapa çeneni" diyorsa, o ülke yanlış istikamette demektir. Hayır, tam aksine, ifade özgürlüğünü savunmalıyız. Duyduklarınız hoşunuza gitmeyebilir, benim duyduklarım da benim hoşuma gitmiyor, (gülüyor)
Tepkilerin çok sert olması şaşırtıcı. Las Vegas'ta Linda Ronstadt'a yapılanlar mesela: Ronstadt, konser sırasında sahneden Michael Moore'un filmi "Fahrenheit 9/11"i tavsiye edince salon bir anda boşaldı...
Dixie Chicks'in de başına benzer bir şey geldi. Çılgınlık. Toplum olarak ikiye bölündüğümüz bir zamandan geçiyoruz. Olup bitenlere karşı herkes çok yoğun duygular içinde. Ve insanlar, karşı taraftakilere karşı çok sert tepkiler gösteriyor. Hele çok sevdiğiniz, müziğine hayran olduğunuz bir sanatçı karşı taraf-taysa... Sanatçı-seyirci bağı çok karmaşık bir şey, çok karmaşık...
Bu turnede vereceğiniz mesaj, elde etmek istediğiniz sonuç ne?
Bu turnenin en iyi tarafı şu: Çok basit bir hedefimiz var. Kasım ayında Beyaz Saray'da yeni bir yönetim görmek istiyoruz. Aynı zamanda, MoveOn ve America Çoming'le birlikte seçmenleri kütüklere kaydolmaya ve sandığa gidip oy kullanmaya teşvik ediyoruz, insanları sokağa çıkmaya, ilerici oyları mobilize etmeye, seçmenleri demokrasi sürecine katılmaya davet ediyoruz. Amacımızın aracı da bu. Bu turnenin amacı çok net: Yönetimi değiştirmek istiyoruz.
* Çeviren Yücel Göktürk.