Saygı duruşu ve istiklal marşının ardından okul müdürümüz Veli Oduncu konuşmasında, öğrenci, veli, öğretmen ve okul çalışanlarına yeni eğitim-öğretim yılının hayırlı olmasını diledi.
Geçen yıl öğrencileri tatile gönderirken tavsiye ettiğimiz nasihatlerin yerine getirildiğini müşahede ettiğini belirtti. Bu bağlamda herkesin yaz tatilini dinlenerek ve arta kalan zamanlarda sosyal, spor ve kültürel faaliyetlerde bulunduklarını, son sınıfa geçenlerin ise dinlendikten sonra yoğun bir şekilde üniversiteye çalıştıklarını söyledi. Geçen yıl mezun abi ve ablalarının ÖSS başarılarının çok çok iyi olduğunu, 235 kişiden 190'ının çok iyi okullara yerleştiğini belirtti.
Bu yıl daha başarılı bir yıl olacağını ümit ettiğini söyledi. 9.sınıflara "işte böyle güzel ve başarılı bir okula geldiklerini okulun kıymetini iyi bilmelerini, önce güzel ahlaklı, mütevazı ve sonra çalışkan olmalarını, Atatürk İlke ve İnkılaplarına bağlı olmalarını, kendileri ve çevresi ile barışık, tarih bilincine sahip, hoşgörülü, herkese eşit davranan, iyi bir Türk vatandaşı olmalarını, öğretmenlerine saygılı davranmalarını tavsiye etti. Kurallara uymalarını, idareci ve öğretmenlerinin ikaz ve tavsiyelerine dikkat etmelerini" söyledi. Velilerle birlikte onları kutladı.
Bizim okulun web sitesinde yazıyor bunlar. Sevgili okul müdürümüzün akıllara durgunluk veren zekasıyla sarf ettiği cümleleri en iyi şekilde aktarmışlar. Tabi ne yapacaktık biz tatilde? Sosyal aktivitelerde bulunacaktık, spor yapacaktık, yasal kitaplar (!) okuyacaktık. Okula geldiğimizde ise Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun, derslerden başka bir şeyle ilgilenmeyen insanlar olacak, kantin fiyatlarına ve haraç gibi toplanan aidatlara göz yumacak, kuzu kuzu geçinip gidecektik. "M.A.L. ruhu" dedikleri buydu zaten. Ama biz fark etmeden bu ruhun huzurunu kaçırınca olanlar oldu. (M.A.L: Mersin Anadolu Lisesi)
Heyecanımızın nüksettiği dönemlerdi. Dünyayı, dünyanın-memleketin sorunlarını anlamaya çalışıyor, merak ediyorduk. Kitaplardan ve şiirlerden konuşuyor, devrimci şarkılarımızı söylüyorduk denize sıfır okulumuzun deniz manzaralı banklarında otururken. Siyaset yasaktır okullarda, biz de sessiz siyaset yapardık. Gizli gizli. Ama hararetli olduğumuz zamanlar da olurdu, tartışırdık. Siyaset içimizdeydi bizim, ne de olsa başkaldırma kurduyla doğmuştuk Yaşar Kemal'in dediği gibi ve bize siyasetimizden kopmamız, müdür beyimizin de öngördüğü gibi idarecilerimizle zıtlaşmamamız ve öğretmenlerimize itaat etmemiz söyleniyordu. Biz nasıl itaat edebilirdik ki içimizdeki kurtla?
Dilek'le o sıralar Devrimci Liseliler'e (Dev-Lis) merak salmıştık. 68'liler ormanındaki etkinlikte tanışmıştık Dev-Lislilerle. Her cuma toplantı yapıyorlarmış, bizi de davet etmişlerdi. Biz de cuma günleri okul çıkışı Mobese kameralarından kendimizi sakınarak gidip gelirdik. Sosyalist Demokrasi Partisi'nin il binasında toplanırdık. Toplantıya tabi ki lise öğrencileri katılırdı. Tabi başımızda da büyük ağabeylerimiz dururdu. Her toplantıda bizi sayarlardı. A Lisesinden 7 öğrenci, B Lisesinden 10 öğrenci, M.A. L'den de 3 öğrenci. Aa, olur muydu ya! Demek ki örgütlenme zayıftı. Kafa sayısını artırmamız gerekiyordu. Bir de artmadı mı? İşte o zaman ağabeylerimiz sinirlenirlerdi. Kendi örgütledikleri 50-60 kişiyi ise hiçbir zaman mitinglerde göremezdik. Toplantılarda ilk gündem maddesi okullarda yaşanan sorunlar olurdu. Sırayla söz hakkı verilirdi, sırayla konuşulurdu. Ciddi konuların yanı sıra komik olaylar da olurdu. MSN'de insan örgütleyenler, bir olayı anlatırken Cemil Çiçek'le Cemil İpekçi'yi karıştıranlar, okulda Dev-Lisli olmasıyla övündüğü için disipline yollandığını bir hengameyle anlatanlar olurdu. Biz tabi bunlarla dalga geçerdik. Ama Dev-Lis'i de bırakmazdık. İyi çocuklardı. Yarınlarımız için güzel düşünceleri vardı. Hepimizin güzel düşünceleri vardı.
Yaprak da o sıralar Öğrenci Gençlik Sendikası'yla (Genç-Sen) ilgileniyordu ve fikir alışverişinde bulunuyorduk. Mersin'de bir kitapevi vardır. U. Kültür merkezi. Sadece kitap satılmaz burada. Kurs verilir, müzik kasetleri ve CDleri satılır. Dilenirse üst kattaki "cafe" sinde bir şeyler yenilebilir. Ara sıra bazı etkinlikler düzenlenir. Şiir dinletileri, imza günleri, anma toplantıları falan da olur. Bizim solcu çevreye hitap eder. Severiz burayı. Kim sevmez ki kitaptan, müzikten ve kafa dengi insanlardan oluşan bir ortamı? Yaprak daha çok gelip giderdi, Ayşen de burada saz kursuna başlamıştı. Ben ve Dilek de ara sıra uğrardık. İşte bizim sosyal hayatımız buydu. Bizim sporumuz da buydu, ilacımız da.
Sıradan bir gündü. Her zamanki gibi erkenden kalkıp, ünü Türkiye'yi kasıp kavuran okulumuza gelmiştik. İlk derse girdik. Aradan on-on beş dakika geçmişti ki birden sevgili müdür yardımcılarımız, Hüsam ve Sena Hocalarımız polisleri kıskandıracak bir edayla sınıfı bastılar. Ben neye uğradığımı şaşırdım. "Hemen herkes kalksın! Herkes tahtaya! Hiçbir şeye ellemeyin! Koş koş koş koş hadi hadi!" diye bağırmaya başladılar. Diğer arkadaşlarım gibi hemen tahtaya çıktım.
Ne biçim iştir bu böyle? Bizi tahtaya çıkar, özel eşyalarımızı didikle! Neymiş efendim keyiflerinden değilmiş, bizim iyiliğimiz için arıyorlarmış. Biz yasal olmayan bir şey getirirsek ünlü okullarının adı kirlenir. Ya bir de siyasi içerikli bir şey çıkarsa! Vah vah o zaman bakın şunların haline! Neyse ki o gün bizde bir şey bulamadılar. Kızın birinin telefonu açıkmış (Bizim okulda öğle teneffüsü dışında telefonu açmak yasaktır. Kamera ve kameralı telefon da hepten yasaktır). Kulağında da küçük bir küpe. Oo, şimdi suçluluğu tescillendi. Oracıkta, sözleriyle kızı ağlattılar. Ben de daha fazla sinirlendim. Yaprak'la Dilek'e dönüp bizi böyle aramamaları gerektiğini, mutlaka bir şeyler yapmamız gerektiğini söylerken (sesim çok çıkmış olacak ki) bizim Sena Hoca'nın sesi geldi: "Ne oldu Nisan? Bir sorun mu var? Söyle!".Cevap vermedim. Ama o an bir şeyler sezdiğimi hatırlıyorum. Bu aramaların bizimle bir ilgisi vardı ve galiba bu son olmayacaktı...(NN/EÜ)
* Yazıdaki isimler değiştirildi.