Medyaya tepkili, karar vericilere tepkili, adaletsizliğe daha da tepkili…
Simsiyah kıyafetler içinde bir kadın karşımda duruyor.
Elinde tuttuğu kitabı gösteriyor: “Bu kitabı alıp Tayfun’a götüreceğim. Vera için de yapacağım bunu.”
Kitabın adı “Çoğu İnsan İyidir”.
Kadının adı Meriç Demir Kahraman. Doktor Şehir Plancısı, anne, Gezi mahpusu eşi.
Daha açıkcası sesini duyurmaya çalışan bir adalet arayışçısı.
Eşi Tayfun Kahraman’a Gezi Davası’nda 18 yıl hapis cezası verildi. Tam 602 gündür (18 Aralık) cezaevinde.
Gezi'de karar: Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet, 7 kişiye 18 yıl hapis
Karar vericilere tepkili olmasının nedeni de bu.
“28 Eylül 2023 tarihli Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 78 sayfalık karar metninde Tayfun’la ilgili 2 sayfa var. Suça dair fiilini ispatlayan tek bir kanıt yok. Tayfun’un suç teşkil eden fiili ne?” diye soruyor.
Herkesten de rica ediyor: “Lütfen herkes Adalet Bakanlığı’na bunu sorsun”
Medyaya tepkisi de bununla ilgili:
“Yaygın basında Gezi Davası’na ve yaşadıklarımıza dair tek bir haber yok. Toplumun büyük bir kısmına sesimizi duyuramıyoruz, bir camın arkasından konuşuyor gibiyiz."
“Tayfun Kahraman’ın suçlu olduğuna dair tek bir delil yok, aksine masumiyeti kanıtlı” diyen Meriç Demir Kahraman'ın o güçlü sesi, kutuplaştırıldıkça kalınlaşan camın arkasında kalmasın.
Meriç Demir Kahraman, 25 Nisan 2022’de Gezi Davası’nda verilen cezaları ve sonrasındaki süreci bianet'e anlattı.
“Büyüdükçe babasının tutukluluğuna dair daha çok detay anlatıyoruz"
Vera’ya babasının tutuklu olma halini nasıl anlatıyorsunuz?
Vera, Tayfun’u bizden aldıklarında iki buçuk yaşındaydı, neredeyse bebekti. Şu an ise dört buçuk yaşında.
Ona, hiç öyle “baba tatile gitti” gibi bir şey anlatmıyoruz. “İşiyle ilgili bir sorun çıktı. O yüzden o camın arkasında” diyerek durumu anlatmaya başladık.
Zamanla, Vera büyüdükçe ve farklı sorular sordukça daha çok detay vermek durumunda kaldık. Baba - kız ilişkisini korumak, Tayfun’un Vera’yı çok sevdiği halde gelemediğini anlatmak zorundayız. Vera haklı olarak “herkesin işi var ve herkesin işinde sorunlar var, ben anlamıyorum anne” dediği noktada daha çok şey anlatmak ve somutlaştırmak gerekti yaşadıklarımızı.
Mesela Vera Şehir Planlama’nın ne olduğunu biliyor. Bazen “Ben Şehir Plancı olacağım” diyor.
“Vera ‘Gezi Parkı, park olarak kalsın’ diyen babam haklı”
Vera böyle söylediğinde siz ona ne diyorsunuz?
“Bir eve iki Şehir Plancı yeter” diyorum. “Sen başka bir şey mi olsan, terzi de olabilirsin mesela ama ne yaparsan yap mutlaka işine saygı duy ve işinin en iyisi olmaya çalış” diyorum. Her şey olabilir, yeter ki mutlu olacağı bir işi olsun.
Vera’ya Gezi Parkı’nı da anlattınız o halde...
Tabi anlattım. Gezi Parkı’na da sık sık gidiyoruz. Orada da anlatıyorum. “Burası bir park ama burada bir bina yapmak istediler, baban da ‘burası park olarak kalmalı’ dedi” diye anlatıyorum. O da “Babam doğru demiş” diyor. “Bu park olmazsa çocuklar nerede oynayacağız demez mi anne?” diye soruyor. Gezi Parkı’ndaki çocukları, ağaçları görüyor ve onlara bir zarar gelsin istemiyor.
Savunmalar için çalıştığımız dönemde de Şehir Plancılarının ne iş yaptığını duyardı, bilirdi. Sonra Tayfun ve diğer arkadaşlarımızı tutuklandığında TMMOB’un Adalet Nöbeti başlayınca gidip gelmeye o kadar alıştı ki, “Mimarlar Odası’na gidecek miyiz?” diye soruyor.
Tabi Vera herşeyi doğru yaştayken öğrensin istiyoruz.
“Bu büyük bir haksızlık. Anne, babamı orada neden tutuyorlar?” diye soruyor şimdi.
O yüzden ben de ona babasının “Gezi Parkı park olarak kalsın” dediğini ve babasının sözünün çok iyi bir Şehir Plancı ve Şehir Plancıları Odası Başkanı olduğu için kıymetli olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
“Tayfun 10 senedir bedel ödüyor, biz 10 senedir bedel ödüyoruz”
Peki siz nasılsınız?
Öfkeliyim, üzgünüm. Açıkçası haksızlığa uğrarsanız nasıl hissedersiniz ben de öyle hissediyorum. Bu bir gerçek, biz gerçeğiz, yaşadıklarımız gerçek.
Tayfun’un 2013 yılında geçici olarak Antep'e sürülmesi ile başlayan süreç yıllar geçtikçe daha da büyük bedeller ödediğimiz bir zulme dönüştü.
2018 Kasım’dan itibaren ise başka bir şey yaşıyoruz, çok büyük bir haksızlık yaşıyoruz. Öncesinde de Tayfun Gezi ile ilgili olarak soruşturmalar geçirdi ancak davaya dahi dönmedi. 2013 ve 2014 yıllarında savcılığın “kovuşturmaya yer yoktur” kararı verdiği iki soruşturma yapıldı. 28 Kasım 2018 tarihinde ise Tayfun bugünkü dava için ifadeye çağırıldı.
Tam 10 saat ifade verdi, ben de çok soğuk bir havada onu yalnız beklemiştim ama meğer Vera da benimle beklemiş, zira altı gün sonra hamile olduğumu öğrenmiştik.
Medyanın tavrı
Bu hissinizin, “adaletsizlikle karşı karşıya olma" halinizin yeterince anlaşıldığını hissediyor musunuz?
Aksine çok açık bir şekilde anlaşılmadığımı hissediyorum. Anlaşılmamak da değil aslında, sesinizi duyurmuyorlar ki. Anlatıyorum, sürekli olarak anlatıyorum yaşadığımız adaletsizliği, tüm sürecin hukuksuzluğunu fakat mesela Milliyet, Hürriyet, Sabah ve daha birçok gazetede tek bir kare haber yok.
Aynı şekilde TRT, Kanal D, Show TV’de ve daha bir çoğu bakıyorum, yok, tek bir saniye bahsi geçmiyor yaşananların. Bu durum bize mahsus da değil biliyorum ama şöyle düşünün: bir gerçeklik yaşıyorsunuz ve yetkililere seslenerek bir vatandaş olarak sorular soruyorsunuz. Ama kapı duvar. Ses yok, cevap yok. Yok sayılıyorsunuz.
Adalet Bakanı’na soru soruyorum; “Tayfun Kahraman’ın suç teşkil eden fiili ne, delili nerede?” Ben yokmuşum gibi, biz yokmuşuz gibi, böyle bir gerçeklik yokmuş gibi, bu sorular hiç sorulmamış gibi; “yaşadığın gerçek ama sen yoksun” diyen bir tavır; hayır ben varım, buradayım, biz buradayız ve cevaplar istiyorum çünkü o “Türk Milleti Adına” verildiği yazan yargı kararlarında Tayfun’un hangi suçu nedeniyle 18 yıl hapse mahkum edildiği yazmıyor, delili de yok.
Ülkenin büyük bir kesimine camın arkasından konuşuyorsunuz ve sesinizi duyuramıyorsunuz. Burada bir gerçeklik yaşanıyor. Bu nasıl yok sayılır?
“Ben gerçeğim, merhaba” demek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir video çektim. Hep aynı şeyi söylüyorum aslında ama “hep aynı şeyi farklı şekillerde nasıl söyleyebilirim” diye bir arayış içerisindeyim. Bu videonun da bu anlamda yazılı bir şeyden daha etkili olacağını düşündüm.
O dönemin Başbakanı olarak sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın o dönem söyledikleri var videoda, Tayfun’un keza.. Ama yok.
Bahsettiğim medya yine de görmüyor. Haber değeri de yok, magazin değeri de yok. Akıl almaz bir şey. Toplumun büyük bir kesimini etkileyen bir konuyu toplumun büyük bir kısmı asla görmüyor. Bu birilerinin diğerlerini yok sayma halinin kendisi çok hastalıklı bir durum olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla, bu bir mücadele; oldu bittiye getirmeme mücadelesi, buradaki adaletsizliği gösterme, gerçek olduğumuzu gösterme mücadelesi.
“Gezi mi kaldı ya' diyen insanlar var”
Ne yaparsanız yapın sesiniz, toplumun bir kesimine ulaşamıyor...
Bunu şöyle bir duruma benzetiyorum: Çok yağmurlu bir havada uçağa binersiniz. Aşağıda kıyamet kopuyordur, fırtına alabildiğine. Ama siz uçakta yükselirsiniz daha da yükselirsiniz ve nihayet bulutların üstüne vardığınızda her taraf günlük güneşliktir. Tüm fırtına bulutların altında kalmıştır. O yükseklerde hava şahanedir, günlük güneşlik fakat aşağıda kıyamet kopuyordur. Durum bir kesim için biraz böyle.
“Gezi mi kaldı ya?” diyen insanlar var mesela. Bu arada, en altta dediğimiz o kıyametin koptuğu yerde zaten insanların çoğu can derdinde, geçim derdinde, yaşam derdinde.
Böyle, akşam haberlere baktığınızda, biri diğerini öldürmüş, öbürü başkasını dövmüş, onu izleye izleye yorulmuş insan, sürekli bir dehşet akışı. Sonra bir dizi açıyor onda da kavga dövüş, kıyamet. Beyni erimiş, bir şiddet bombardımanı ile yatıyor insanlar, bilemiyorum bunun toplumsal sonuçlarını, araştıranlar vardır elbet.
Bunu şu nedenle anlatıyorum, bu en çok izlenen kanallarda Gezi Davası’nda yaşanan hak ihlallerine dair bir şey yok. Çok büyük bir kesim zaten ekonomik olarak kendini ailesini geçindirmekle uğraşıyor.
Onlar da bu kanalları izliyor ve Gezi’de ne olup bitti farkında değil. Daha bir çok başka konunun da farkında değil. Biz, ben bir cam arkasından bize yapılan haksızlığı anlatmaya çalışıyoruz sürekli. Sesimi duyan var mı?
“Tayfun’un şiddetle ilişkisi balık tutmak”
Mahkemenin 18 yıl cezası sonrasında da üst mahkeme cezayı onayladı. Hukukun ilerlediği süreci nasıl yorumluyorsunuz?
Tayfun’un özelinde şunu söyleyebilirim. Bu kişi zaten masumiyetini ispatladı. Savunmalarla, belgelerle anlattı. Cebir ve şiddetle bir alakası olmadığını anlattı durdu, kanıtladı.
Mahkeme de “yok” diyor. O zaman mahkeme ispatlayacak Tayfun’un cebir ve şiddetle hükümeti devirmeye çalıştığını. Fakat böyle bir ispata gerek bile duymuyorlar. Zaten yok; yeryüzünde olmadığı için dosyalarda da şudur suç denilen bir fiil yok, onun delili de yok dolayısıyla.
Son olarak Yargıtay 3. Dairesi’nin verdiği onama kararına bakıyorum. Karar 78 sayfa. Tayfun’a 18 yıl hapis cezasını reva gören bir kanıt yok, bulamazsınız. Yargı olarak siz bu insanı suçlu ilan ediyorsanız somut olarak bunu kanıtlamanız gerekir.
78 sayfalık kararda Tayfun’la ilgili sadece 2 sayfa var. 2 sayfada gerekçe dahi sunmaksızın bir insanı 18 yıl hapse mahkum edemezsiniz, biz bunu yaşamayalım, 100. yılına girmiş Türkiye Cumhuriyeti de bunu yaşamasın, 155 yıllık yüksek yargı kurumu da bunu yapmasın.
“Tayfun Gezi’de olmasaydı suç işlemiş olurdu”
Nasıl yani?
Evet iki sayfa. O da şöyle. İki polis demiş ki ‘Biz Tayfun Kahraman’ı gördük Gezi’de”. Orada görmüş olması yetiyor. Bu insan meslek odası başkanı orada olacak tabii. Görev tanımlarından biri bu. Orada olmazsa asıl suç işlemiş olur. Kaldı ki bu ifadeyi veren polisler de meslekten ihraç edilmiş sonradan.
Tayfun’u düşünüyorum bazen, Tayfun’un şiddetle ilişkisini düşünüyorum. Şiddetle ilişkisi olsa olsa balık tutmak.
Öyle biri ki Tayfun, oturup kavga etmek istesen edemezsin. Öyle sakindir. İş arkadaşlarıyla, öğrencileriyle, bizle, herkesle sakin bir ilişki kurar, şiddetle ilişkisi yok adamın.
Mahkeme kararlarında yazıyor ya “Türk Milleti Adına”; o zaman bana ve kızı Vera’ya tutarlı bir şekilde açıklasınlar. Tayfun’u bu kadar sürede sadece cam arkasından göreceksiniz, bunu yaptı desinler, delili de burada desinleri, açıklasınlar. Ben de bunu Vera’ya izah edeyim. Bu insan hayatı. Biz gerçeğiz.
Varsa bir suçu ispat etmesi gerekiyor yargının fakat bunu yapmaya tenezzül dahi etmiyorlar. Tehlikeli olan şey de bu, bugün bize, yarın başkasına. En ufak bir açıklama, ispat etme gereği dahi duymadan insanların hayatını bu kadar derinden sarsmaları. Bu rahatlıkla hissetmeleri kendilerini. Ve bu kadar fütursuz, bu kadar ciddiyetsiz, bu kadar yaptığı şeyin insanın hayatında bir karşılığı olduğuna dair bir his dahi taşımamaları.
Bazı kesimler davanın çözümünün de “siyasi” olduğunu düşünüyor…
Bu dava siyaseten kullanılıyor.
20 Kasım'da Hakan Fidan dedi ki, “AİHM kararları bize siyaset olarak dönüyor, biz de siyaseten tavır alıyoruz bu davalarda.”
Soruyorum; Tayfun Kahraman neden AİHM’e başvursun? Neden kendi ülkemizde sorularımıza cevap bulamıyoruz biz? Yani böyle mantıklı sorular sorup mantıklı cevaplar almak istiyorsunuz fakat mantık diye bir şey kalmadı.
Soralım; “5 kişi milyonlarca insanı sokağa dökebilir mi?” Bu kadar güçleri varsa, bu insanlar neden içeride?
Bir belgeselci, bir yönetmen, bir şehir plancı, bir mimar, bir avukat, bir iş insanı, bir sosyal bilimci, “gel beraber cebir ve şiddetle hükümeti” devirelim demiş, buna kim inanır? Kaldı ki bu insanlar dışardayken yan yana da gelmemiş. Yani bu bir niyet okuma, bunu ispat etmek zorundalar.
Tayfun beyin cezaevi günleri nasıl geçiyor, neler yapıyor?
Benim tahminim ettiğimden ve benim tanıdığımdan daha dirayetli bir insan çıktı Tayfun aslında.
Ben zaten onu onu meslektaş olarak tanıyordum. Gezi’nin bizzat şahidiyim de, Tayfun’un o dönem nasıl ağır bir yükün altında kaldığının da tanığıyım..
Aslında benim Tayfun’a aşık olmamın nedeni bu hikayeyi yönetebilmesidir. Yani gözümde canlanıyor. Kare kare bütün o anları anlatabilirim. Dirayetini biliyordum ama bu kadarını bilmiyordum gerçekten.
Mesela, mevsimi geldiğinde yasemin kokusu alıyorum. O bu kokuyu alamıyor. Avluya bir kuş gelirse sadece onu görebiliyor. Ses yok, renk yok düşünsenize, sokağa çıktığınızda şimdi mesela tahliye olan arkadaşların durumunu düşünmeye çalıştım.
Öyle bir şey ki renkler, sesler, kokular birbirine karışıyor. Çok dar bir alandasınız üstelik fiziksel olarak, vücudunuzda bütün bunların karşılığı var.
Mesela bize söylemişlerdi ilk olarak göz bozulur diye. Gözün farklı yerlere odaklanması gerekiyor. Nereye odaklanabilir? Gökte bir şey yok. Şansınıza işte bir kuş uçar veya bir uçak geçerse en azından oraya odaklanabilirsiniz. Yani psikolojik, nörolojik, fiziksel bir sürü bizim de muhtemelen henüz bilmediğimiz sonucu var Tayfun’un ve diğer arkadaşlarımıza yaşatılanların.
Ama bence en önemlisi tabii ailemizin bütünlüğünü bozyuor olması. Tayfun’un annesi, babası, ben, Vera hepimiz için çok zor.
Rakamlarla ortaya koyunca tablo daha net görünüyor. Tayfun 20 aydır çocuğunu sadece 96 saat gördü. Üstelik bunun 59 tanesi, bir camın arkasından, telefonla konuşarak, 27 açık görüşümüz oldu. Yani 20 ayda 4 güne tekabül ediyor, işkence gibi.
Bunu bir çocuğa nasıl yaparsınız? Bunu bir babaya nasıl yaparsınız? Bunun bir vebali var. O yüzden hep diyorum bu gerçek, biz gerçeğiz, yaşadığımız gerçek.
Peki, bu “gerçekliği” bekliyor muydunuz?
Osman Kavala tutukluydu, Yiğit Aksakoğlu tutukluydu. Kendinizi hazırlıyorsunuz, görüyorsunuz üzerinize doğru bir göktaşı geliyor. Duruşmalara katılıyoruz, orada duruyoruz. “Öyle bir rokete binip de Mars'a gideyim” demiyoruz.
Buradasınız ve o üzerinize gelmekte olan göktaşı düşüyor sahi sahi. İçerik olarak baktığınızda beklemiyordum çünkü bu insan zaten anayasal görevini yapmış bir Şehir Plancı, cebir ve şiddetle alakası yok, aksine Gezi döneminde hükümetle yapılmış görüşmelerin içinde yer almış, hükümet tarafından görüşülmek üzere belirlenen isimlerin içinde olan kişi Tayfun Kahraman.
TMMOB Şehir Plancılar Odası istanbul Şubesi Başkanı, anayasal görevi bu; İstanbul Şubesi Başkanı olarak İstanbul'la ilgili bütün her ölçekteki planlarla ilgili hukuki görüşünü ibraz etmek zorunda.
Kaldı ki, Tayfun 2009’dan beri devlet memuru. Devlet Tayfun Kahraman’ın 14 yıldır güvenlik soruşturmasından geçiriyor tüm memurlarda olduğu gibi; bu güvenlik soruşturmaları İçişleri Bakanlığı’ndan geçiyor, Emniyet’ten geçiyor. Bu adamın en ufak bir terör örgütüyle iltisakı yok, olsa devlet memuru olabilir mi 14 yıldır?
25 Nisan 2022’de 30. ACM 18 yıl ceza verince, Yargıtay bunu bozar diye düşündük. 155 yıllık yüksek yargı kurumu, bir ciddiyeti var aklımızda. Yok, olmadı. 2 sayfada tek bir gerekçe göstermeden onandı ceza 28 Eylül 2023’te.
Şubat 2020’de aynı dosyaya bakan 13. ACM hükümeti cebir ve şiddet ile devirmeye dair “tek bir somut delil yok” dolsyısıyla “oy birliğiyle beraat” dedi. Bu dosya aynı dosya, aynı dava. Tek bir delil, tek bir saç teli dahi eklenmedi. Beraat kararını “delil bakılsın o zaman” diye bozan İstanbul 3. Bölge Mahkemesi, mahkumiyet kararını 5 satırda hiçbir şey söylemeden “herşey uygundur” diye onadı ve süreç Yargıtay’a geldi. Böyle terazi mi olur? Bu adalet mi? İşte içinde kaldığımız gerçek.
Ayrıca sizin videoda belirttiğiniz görüşmeler var
5 Haziran 2013 ve 13 Haziran 2013. Birincisi Bülent Arınç ile Ankara'da yapılan toplantı değeri, o dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan,’la yapıldı. Tayfun iki toplantıda da var.
Bu arabuluculuk değil mi?
Yönetenler adına düşünelim “Benim size zarar vereceğimi düşünseniz evinize çağırır mısınız?” “Beni evinize davet eder misiniz?” “Hatta davet etmeyi bırakın, beni taksi yollayıp evinize getirir misiniz biz bir konuşalım diye?”. Yani bu hikaye insanın mantığına aykırı, hayatın olağan akışına aykırı.
Ama bütün bunları göz ardı ederek ceza veriyorlar. Bunları izah etme ihtiyacı dahi duymuyorlar.
“Okuyup yazarak akıl sağlığını koruyor”
Tayfun bey nasıl dayanıyor olana bitene?
Tayfun, orada o kadar çok okuyor ve çalışıyor ki… Her konuyla ilgili okuyor ve sürekli yazıyor, üretmeye devam ediyor ve akıl sağlığını böyle koruyor. Nasıl koruyabilir ki başka türlü?
En azından bir şekilde üretmeye devam etmesi beynini çalıştırması lazım.
Zaten bir sürü şeyi yapamaz hâlde. Çünkü bir şekilde kimliksizleştiriliiyorsunuz orada. Tayfun buna karşı direniyor.
Daha az görünen tarafları da var tabi bu zulmün, mesela Tayfun’un öğrencilerine de büyük haksızlık yapıldı. Tayfun’un derslerini, yönettiği tezleri de başka arkadaşlarımız, akademisyenler devam ettirmek zorunda kaldı.
İstanbul’un deprem gerçeği
Tayfun’un İBB’deki görevi İstanbul’u depreme hazırlamakla ilgiliydi; Tayfun İBB’de Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanı olarak görev yapıyordu aynı zamanda. Herkesin 6 Şubat Maraş Depremlerinden sonra evini inceletmek üzere İBB’ye başvurduğu Hızlı Tarama Sistemi’ni öneren kişi Tayfun.
Dolayısıyla, sadece Tayfun ve ailemiz değil tüm İstanbul cezalandırılıyor. Böyle bir insanı cezaevinde tutmak insanları cezalandırmak anlamına geliyor. Depreme karşı en önemli adımları atan, bilgili biri şu an cezaevinde. Tayfun gibi kendini bu kadar iyi yetiştirmiş, bilgisini kamu yararına kullanan bir imar hukukçusu cezaevinde.
Tayfun bu konuda kendisini yetiştirirken kişisel çıkarını değil toplumu düşünen biri. Yoksa açardı özel bir büro, kendi kazancına, dünyalığına bakardı, ama öyle yapmadı, uzmanlığını ve birikimini her zaman toplum için kullandı Tayfun.
Görüşlerde en çok hangi konular gündeme geliyor?
Dışarıda olsa konuşacağımız konular. Vera’nın gelişimi, okulu, arkadaşları bunları konuşuyoruz. Yakında anaokuluna gidecek onu konuşuyoruz, nasıl ilerleyelim, nasıl karar verelim diye. Bizim beraber çocuğumuzu büyütüyor olmamız lazım çünkü.
Her hafta kitap ve fotoğraf götürüyorum Tayfun’a, onlarla ilgili konuşuyoruz. Vera’nın fotoğrafları. Tabi onda da kota olduğu için avukat arkadaşlarla haber yolluyorum 2 kitap 10 fotoğraf getireceğim, çıkarsın Tayfun diye.
En çok koyan şeylerden biri de budur mesela bana, Vera’nın yeni fotoğraflarını görebilmek için Tayfun elindeki hangi fotoğraflardan vazgeçmek zorunda kaldı diye bakıp düşünüyorum bana iade edilenlere.
Bir görüş gününü anlatır mısınız?
Sabah saat 9’da başlayan görüş için biz 5 gibi kalkıyoruz. Beşiktaş’ta oturuyoruz, saat 8’de Silivri Cezaevi kampüsü içinde hareket eden servise yetişmemiz gerekiyor.
O servis dediğim otobüse binmeden önce aranıyorsunuz, x-rayden aramadan geçiyorsunuz. Sonrasında otobüsten iniyorsunuz, tekrar bir aramadan geçiyorsunuz. Vera da aramadan geçiyor.
Çocuğu didik didik arıyorlar. İnfaz koruma memurları hep “hani bakalım şeker var mı?” diye arıyorlar ama..
İki kere tüm vücudunuz aranıyor. Ayrıca bir kabinde bütün vücudunuzu arıyorlar. Ayrıca retinamızı tarıyorlar. İnsan boyunda bir bariyerden geçiyorsunuz.
Sonra bir saatlik görüşünüz başlıyor.
Vera nasıl karşılıyor bunları?
Şaşırıyor. İlk başta çok zorlandı. Hiç tanımadığı insanlar üzerini arıyor.
Bir keresinde hiç unutmuyorum geçmek zorunda olduğu turnikelerden birine bir sarıldı. Öyle bir tutunup ağladı ki. Daha anlatamıyor da derdini. Doğru düzgün konuşamadığı evredeydi, 2.5 yaşında tam.
Sonra sonra artık bu böyle rutin gibi oldu onun için de. Ayakkabılarını kendi çıkarıyor, gerekli yere koyuyor. Tokaları öttüğü için babasının yanına tokaları ile gidemiyor buna üzülüyor mesela.
Kulaklarını deldirdik yenilerde, küpe takıyor mesela onları da çıkartmak zorunda çocuk. Bir de çocuk yanınızda fakat yanınıza bir şey almanıza asla izin verilmiyor.
Çocuk bu susuyor da acıkıyor da o süre içinde, ama yok ne bir yudum su ne bir kuru ekmek götüremiyorsunuz yanınızda. İnfaz korumalardan istiyor Vera da “abi, abla çok susadım, bana su verir misin?” diyor. Suyu veriyorlar tabiki fakat düşünsenize yanınıza bir bardak suyu alamadığınız bir şeyin içinden geçiyorsunuz. Biz bunu yaşıyoruz. Vera bunu yaşıyor 20 aydır.
Peki siz kendinizi yorgun hissediyor musunuz, umutsuz hissediyor musunuz? “Yeter ya bu ne bıktım dediğiniz” oluyor mu?
Şimdi evlilik temel bir sözleşme; “iyi günde kötü günde hastalıkta, sağlıkta”. Ben, bu sözü Tayfun’a verdim. Bu sözü Vera’ya da verdim. Bu böyle bıktım diyebileceğim bir şey değil benim için. Benim bıkmak gibi bir lüksüm yok. Ne zaman ki adalet yerini bulacak, ne zaman ki Tayfun eve gelecek, ben o zaman dinleneceğim.
Benim durmak, bir ara vermek gibi bir lüksüm yok. Samimi söylüyorum, 20 aydır bir arkadaşımla öylesine buluşup kahve içmişliğim yok.
Zaten çalışmak zorundayım. Hayatımı kazanmak zorundayım, para kazanmak zorundayım. Vera var, bakmak zorundayım. Bu davayla ilgilenmek zorundayım. Tayfun oradan çıkana kadar mücadele etmek zorundayım.
Bıktım deyip kenara çekilmem mümkün değil. Patinaj çektiğim olmuyor mu? Oluyor. Sonra yine bir güç alıp hareket geçiriyorum.
Terapi desteği alıyor musunuz?
Evet alıyorum. Akıl sağlığınızı da korumanız gerekiyor.
Destek almamız gerekiyor. Ben kimdim? Vera’nın Tayfun’la Tayfun’un Vera ile ilişkisi, Tayfun ile bizim ilişkimiz. Bütün her şey. Benim bunu tek başıma destek almadan kaldırmam mümkün değil.
"Lütfen herkes benimle birlikte sorsun"
Benim sormadığım, aklıma gelmeyen diyeyim fakat sizin “insanlar bu konuda bu detayı da bilsin” dediğiniz bir nokta var mı? Paylaşır mısınız?
Tayfun Kahraman’ın 18 yıl yatmasına sebep olan suçu ne? Herkesin Adalet Bakanı’na bunu sormasını istiyorum. Çünkü 78 sayfalık Yargıtay kararı bunun yanıtını vermiyor.
Ben neden eşimi 18 sene beklemek zorundayım? İki buçuk yaşındaki çocuğu 20 aydır onu bekliyor. Bir de 16 sene daha beklemesi gerektiğini söylüyorlar. Tayfun Kahraman hakkında bu kararı verenlerin, bana bunu izah etmesi gerekiyor. Tayfun’a, bana, Vera’ya, bu ülkeye, bize bunu izah etmeleri gerekiyor.
Türk Milleti Adına verildiği söylenen kararlar ise bunlar, bunun nedenini de Türk Milletine açıklanması gerekiyor. Bugün bana, yarın bir başkasına.
“Sen hükümeti cebir ve şiddetle devirmeye teşebbüs ettin” deyip bunun ispatlamazsan olmuyor. Bir şeyi 40 defa söylersen olur diye mi düşünüyorlar. Öyle mi oluyor hukuk?
“Sen teröristsin, sen teröristsin, sen terörist” diye 40 kez söyleyince Tayfun Kahraman terörist mi olacak? Yok, o iş öyle olmuyor, olmaz.
Türkiye’de yaşayan herkes, Tayfun Kahraman ve diğer insanların suçlandığı şeyle ilgili en ufak bir fiili illiyet olmadığını bilsin ve lütfen bu söyleşiyi okuyan herkes benimle birlikte sorsun:
Tayfun Kahraman’ı, 18 yıl boyunca Vera’dan, ailesinden, öğrencilerinden, sevdiklerinden ayrı kalmasına neden olacak suç teşkil eden fiili ne, delili nerede? Adalet Bakanlığı’ndan yanıt bekliyoruz.
Gezi Davası Kronolojisi
Tayfun Kahraman: Peki, şimdi ne yapacağız?
(EMK)