Çağdaş Gazeteciler Derneği, İnsan Hakları Derneği ve "Günyüzü Kadın Danışma Dayanışma Kooperatifi"nin aktif bir üyesi olan feminist Kızılaltun, "Töre/namus" gerekçesiyle saldırıya uğrayan Fatma E.'nin davasında Günyüzü'nün, tanık olarak çağrılmasını bir kazanım olarak görüyor.
Kadın hareketinin ilk kez bir töre/namus şiddeti davasında taraf kabul edilmesinin kendisinde doğurduğu heyecanı ve bianet okurlarıyla paylaşmak istiyor Kızılaltun.
Merhaba yaşam
çok uzak görünse de hemen yanı başımızda bir küçük çocuk için bir yanım 'merhaba yaşam...' diyor.
'tarihin en büyük tahliyesi tamamlandı. 1029 türk bombalardan kurtarıldı.' gazete sürmanşetten vermiş...
askerin kucağında bir çocuk, gülümseyerek selam veriyor...
ne büyük bir çelişki değil mi...
bir yerde askerlerden kaçıyorsun...
diğer tarafta hayatını kurtardıkları için askerlerin kucağında, etrafa gülücükler saçıyorsun...
ama o küçücük kalbinle bilmiyorsun ki, seni kurtaran o asker, yarın kurtarıldığın yerde, ölüme terk ettiklerini seni yaşama çeker gibi ölüme itecek...
ya kalanlar...
ya kurtarılamayanlar, kurtarılmayıp ölüme terk edilenler...
ya hala bombaların altında parçalanan bedenler...
ya gidebilen ama senin gibi davullarla zurnalarla karşılanmayanlar...
ne büyük bir başarı değil mi...
seni ölümden kurtarmış görünmek mi daha zor, sen ve senin gibi niceleri öldürmeyip tüm silahları bir daha gün yüzüne hiç çıkmamacasına gömebilmek mi?..
savaşmak mı daha zor, barışmak mı?
yine de bir yanım merhaba yaşam diyor senin için, yaşama doyamadan gözlerini kapayanlara içim burkularak...
Hoşçakal yaşam
ve 'hoşçakal yaşam' diyor bir yanım...
bir kadın muhtemelen annesinin evlenirken çeyizlerini getirdiği bir sandığın içinde hayata hoşçakal diyor...
diyemiyor...
demek zorunda bırakılıyor...
her şeyi yapmak zorunda bırakıldığı gibi...
evlenmek zorunda bırakıldığı gibi genç yaşında...
çocuk yapmak zorunda bırakıldığı gibi daha çocukken...
sevmediği, sevemediği biri ile yıllarca yaşamak ve mutsuz olmak zorunda bırakıldığı gibi...
birilerinin 'namus' unu temizlemek için mutsuz olduğu yere dönmek zorunda bırakıldı gibi...
o karanlık küçücük naftalin kokan sandığın içinde aydınlığı görmeden bedenine boşaltılan mermiler gibi...
sonra sürekli soruyorsun kendine...
hep sorduğun sorular...
bildiğin yüzlerce sosyolojik, psikolojik, politik, ekonomik sebepler...
ama yine hep aynı sorular...
bir insan bir insanın üzerine, bir sandığın üzerine nasıl boşaltır ki onca mermiyi..
nasıl...
demek ki bilmek yetmiyor...
bilmek bu yazgıyı değiştirmeye yetmiyor...
sonra bu yazgılarımızın düğümlerini kim attıysa ustaca atmış diyorsun kendi kendine...
ama değiştirebiliriz bildiklerimizi, hoşça kal demek zorunda kaldıklarımıza rağmen...
bu yüzden de benden kilometrelerce uzakta bir kadın 'ölmek istiyorum, artık dayanamayacağım' diye çığlık attığında bildiklerim yetmiyor...
küçücük bir köyde yaşıyorsun ve iki göz bir evde seni istemeyen bir kocaya gönderilmek isteniyorsun...
gitmezsen ölürsün deniliyor sana...
sonra yine soruyorum kendime...
neden..
bir baba çocuğuna nasıl böyle söyleyebilir diyorum...
kendi babamı düşünüyor ve bildiğim onca sebebe yine anlam veremiyorum...
sonra bir haber daha ....
evden kaçan kızını çocuklarının önünde altı kurşunla öldüren bir babanın haberini...
hep neden diyorum...
hep neden...
biliyorum, biliyorsunuz...
ama bilmek yetmiyor...
Skandal niteliğinde cinayetler
sorumluluklarımız, duyarlılıklarımız...
birilerine ihale edip kendi küçük yaşantılarımıza dönmek ne kadar kolay...
namus cinayetleri feministlere, savaşlar barış aktivistlerine, çevre çevrecilere ihale edilince bize sadece yaşamak kalıyor...
oysa her gün lübnan'da, ırak'ta olduğu gibi skandal niteliğinde cinayetler işleniyor bu ülkede...
ve medyanın haber düzeneğinin yaratmış olduğu olağanlaştırma mantığı... ekranlardan akan, ya da sayfalarda bir leke oluşturan haberler...
bu yüzden medyanın reha muhtar - gülşen aşkına yazdığı öykü haberler daha bizden oluyor...
bu yüzden bir çeyiz sandığından çıkan naftalin ve kan kokularını algılayamıyoruz...
bu yüzden nükleer santrale karşı çıkmak için gittiği Sinop'ta boğulan gençler yeterince yer bulmuyor öykü haberlerimizde ve bizde...
bu yüzden politikacılar insanların yaşamlarını zenginleştirmek yerine kendi ali diboluk'larına daha kolay dalabiliyor...
bu yüzden de düğünlerde sıkılan silahlardan çıkan mermiler her gün aramızdan birini alıyor...
attıkları her mermide erkekliklerini ispat-ı vücut eden erkeklerin seçtiği vekiller de kadınlara cehennemi uygun görebiliyor...
ve bu da sadece bir haber olarak Türkiye'de artık olağanlaşan cinayetlerin arasına ekleniyor...
ve her geçen gün daha da hafızasızlaştırılan toplumun bellek mezarlığına gömülüyor...
ama şu bir gerçek ki her şeyi bu kadar olağan görmeye devam edersek her gün bir başkasına hoşça kal demek zorunda kalacağız...
ve bizden olmayanları ölüme terk edersek, edenlere ses çıkarmazsak sebepleri sadece bilmekle yetinirsek merhaba diyeceğimiz bir yaşamımız hiç olmayacak... (CK/AD)