"Muzaffer bir edayla yatak odasına ilerliyorum. İşte başardım," cümlesinin üzerinden, yani o minik "şeker"leri almaya başlamamın üzerinden tam 20 ay geçti.
Anja Meulenbelt'leyim (!), iyi arkadaşızdır, o beni tanımıyor ama olsun, ben onunla sürekli tartışır, didişirim...
Kayıp Zamanı kitabında, bu kitabı yayımlandığında kendisi 49 yaşındadır, arkadaşı Amy'nin ona "yaşlanmak üzerine bir kitap yazmalısın" demesi üzerine, tepkisini aktarıyor: "Böööğğğ. Yaşlanma üzerine kitap? Menopoz üzerine? Lafı bile itici, haftalık Groone'nin kapak sayfasındaki başlığı şimdiden görüyor gibiyim: Meulenbelt menopozda."
Anja'nın "yaşlılık" ile "menopoz"u eş gördüğü, bu konuda rahatsız olduğu gibi bir yoruma girmeden, ki aslında "bir miktar" huzursuzluk seziliyor dersem bile onu kayırmış oluyorum, "işte başardım" gecesine dönmek istiyorum.
"Hala kendimi on sekizinde hissediyorum" sendromu
Bir not daha: İnsan menopoza girse bile yaşlanmıyor. Geçenlerde, geride bırakmak üzere olduğumuz 1900'lerin tedavisi mümkünatsız "hastalıklar"ı arasına, "hala kendimi on sekiz yaşında hissediyorum sendrom"unu 68'lilere malederek katmışlar. Ne ayıp!
Aslında, o gece yeni bir "bileşim" bedenime giriyor ya, tedirgin olmadım desem yalan olacak.
Tabii, uyanık olduğum her an kendimi kontrol altında tutuyorum, o ateş basmaları bekliyorum, hani biri "ters" bir laf edince nasıl "şaha kalkacağım" diye tetikteyim...
Cinsellik geri gelecek mi?
Bir de tabii en mühimi, "cinsellik geri gelecek mi", hadi kaygısı diyelim! Şikayet ettiğim ne varsa üç gün içinde, abartmıyorum, geçti...
Uykular harika, aynen eskisi gibi, yatar yatmaz uykuya dalıyorum, gözlerimi açıyorum ki sabah olmuş... Haliyle uykular azalıyor ama kesintisizlik önemli, insan erken uyanıyor, bu da güzel, günün uzuyor, fena mı?
Beklediğim de geri geldi. Cinsellik de, şaşırtıcı bir biçimde "normal"e dönüyor. Tabii, herkesin "normal"i kendine... Kimi yayınlardaki "artık her şey çok daha mükemmel" yorumlarına katılmıyorum.
Herkesin "mükemmel"i de kendine. Gebe kalma "korku"sunun ortadan kalkması hoş bir gelişme, çok rahatlatıcı.
Artı eksi kırklar
Bu durumda, "kendimi hala 18 yaşında hissediyorum" da sendrom olmaktan çıktı, sahici bir hüviyet kazandı. Aslında, ben kendimi, her yaş hoş olsa da, hep artı eksi kırklarda hissetmekten hoşlanıyorum. Özetle bir mucize yaşamaya başlıyorum, harika!
Anja, ilk kitaplarını ilerleyen yaşlarında yazan kadın yazarlar üzerine yapılan incelemelerde "menopoza girmiş hanımlar"ı cilt altına zerk edilen bir zehir olarak sezdiğini aktarıyor.
Sonra da, onurunu riske atmak istemeyen ve ıslıklanmadan sahayı terk ettiğini düşündüğü Germaine Greer'in (*) "Menopoz Yılları" kitabına dönüyor. Ben bu kitabı daha önce duymamıştım, acaba Türkçe'ye çevrildi mi?
Nedir bu adlandırmalar?
Kadınların yaşlanma üzerine yazdıkları kimi kitaplarda, "yaşamın üçüncü dönemi", "ikinci şans" gibi adlandırmalara rastlanıyor.
Bu adlandırmalara, bana kalırsa, daha ziyade gazetelerin kimi zaman magazin, kim zaman da kadın-sağlık adlı daha "bilimsel" sayfalarındaki bir nevi teselli gayretleri demeli.
Bu, menoyla birlikte başlayan döneme neden kadını "umutlandıran" ya da "umutsuzluğa" gark eden bir ad takacakmışız ki?
Kendimi müthiş beğeniyorum!
Evet üçüncü günün sonunda sanki mucizeden mucizeye koşuyorum. Kendimi müthiş beğeniyorum. Aynaya bakıyorum sanki inceldim, yüzüme bir mana ve ehemmiyet geldi. Çünkü, yüzümü de önemsiyorum, yani cilt anlamında.
Şu yatmadan yüz temizleme işini hala günlük işler listesine koyamadım ama sabahları nemlendiricisiz sokağa çıkamıyorum, aksi takdirde yüzüm çalı dikeni gibi oluyor.
Bu arada, bizi bilimsel bir sonuca götürür mü bilemiyorum ama benim tespitim şu: ne kullanmaya başlasan cilt hemen onun tiryakisi oluyor, kullanmayınca da felaketi anlıyorsun.
Oysa, hiç denemeyince eksikliğini hissetmiyorsun, en azından bu benim içim böyle... Mesela, Sophia Loren cildini gülsuyu ile temizlermiş; o pahalı tonikler yerine denemeye değer. Acaba, Türkan Şoray ne yapıyor?
Günlük programım: "Yalandan kim ölmüş"
Asıl önemlisi de müthiş bir güven... İnsan, Küba devriminin 40. Yıl kutlamalarında Fidel Castro'nun yaptığı konuşmadan ödünç aldığım deyişle "daha az genç" olmaya başlayınca dünyaya hükmettiğini düşünüyor, çünkü dünyayı daha az takıyor.
Tabii, ben her gece yatağa gitmeden en son görüştüğüm yeni arkadaşımla, bu durum bir hastalık olmadığına göre ilaç demek haksızlık, yolumda yürümeye başladığım yeni günlerinde yeni alışkanlıklar kazanıyorum.
Sabahları kalkınca bol bol su içiyorum, bunun için neredeyse sürahi kadar büyük bir yeni bardağım bile var. Sonra her gün mutlaka on dakika yatakta kolları bacakları havalarda uçuyorum.
Pazartesi, Çarşamba, Cuma günleri de buna ek 20 dakika aletli aletsiz, evde elime ne geçirdiysem televizyonun bir gün önce kaçırdığım haberlerinin karşısında soluk soluğa ter atıyorum. Aksi takdirde, bütün bedenim ağıyor, sızım sızım sızlayan kemiklerim hareket istiyor.
Sonra bir ılık duş dememi beklemeyin, o kitaplarda. Normal bir duş alıyorum, en son soğuk suyla elbette. Şimdi, yazdıklarımı aksatmadan yapabildiğime şaşıp kıskanmayın, yalandan kim ölmüş?
Vitaminler, kalsiyum ve de uyku
Yalnız, kadınların menoyla, ya da acaba yaş almakla mı ilgili, birlikte yediklerini daha az yaktıkları, dolayısıyla da hızlı kilo aldıklarını etrafınızdaki bütün örneklerde görebilirsiniz...
Mesela, bir zamanların incecik Çolpan İlhan'ını düşünün, 36. Antalya Festivali'nde sahneye çıktığında baktım da, evet, kalın bir kadın değil ama artık ince de değil.
Kahvaltıya oturduğumda zımba gibiyim. Vitaminim ve de kalsiyumum çayımın yanında. Bu vitaminleri bilen bilmeyen herkes pek önemsiyor, tabii ben de. Almasam başka türlü mü olurum bilmiyorum, ama madem ki usul bu, uyuyoruz.
Gene de, yaş aldıkça boyu kısalan, dik duramayan kadınları düşünün. Hep konuşuruz ya; anneannemiz bir düştü bir daha kar etmedi, yoksa hiçbir hastalığı yoktu diye... Şimdi, anladığım kadarıyla bu kemikle ilgili, o da ne diyorlar ostrojen eksikliğiyle bağlantılı. Neyse, tıp alanına fazla girmeyelim.
"Yok canım ne menopozu?"
İnsanın kendine güveni geldikçe, yani bu aslında kendini bilmek gibi bir şey değil mi, ilişkileri de rayına oturuyor. Öyle her şeye kızmak, sinirlenmek yok, stres biriktirmek, sonra patlamak, hani tamamen yok oluyor demeyeyim de, hayli azalıyor.
Çok sıkışınca, "ihtiyarlık böyle, kusura bakma" diyor, gerilimi dağıtıyorum. Tabii, hemen "estağfurullah" lafları... "Canım, sen en fazla 43 -- bu nasıl ölçülüyor?-- gösteriyorsun" gibi "iltifat"lar.
Bir keresinde, 43 gösteren değil de, sahiden 43 olan bir kadın arkadaşımla çabuk yorulmaktan söz ederken, "eh, artık menopoz" dememe kalmadı ki, "yok canım, ne menopozu" diyerek bir "iltifat" daha. Ama, lafımı ağzıma öyle bir tıkadı ki, "kendimi neyle suçladım" diye düşünmek zorunda kaldım doğrusu.
Ne utancı!
Anja'yla arkadaşı eller, gözaltları ve de boyundaki kırışıklıklar üzerine konuşmuşlar. Sonra da utançtan kurtulmak için gülmüşler....
Ne utancı?
İlle de "kırışıklıklarımı seviyorum" diye ortalığı ayağa kaldırmak gerekmiyor ama daha az genç oldukça herkesin kişisel tarihi kendine yansımıyor mu? Ne var bunda? (NS/BA)
* "Menopoz Yılları", orijinal adıyla "The Change: Women, Ageing and the Menopause" 1993'te Penguin Kitaplar'dan çıktı.
* Nevbahar Songül'ün yazısı 2000'de Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi'de yayımlanmıştı.