Umutsuzlukları arttığı oranda uysallaşan yönetilmesi kolay olan ve hiç karşı koymadan alışkanlıklarının buyruğuna giren bir çevre, merkezden gönderilen her mesaja umutla bağlanır; ta ki bu umut yine yerini umutsuzluğa bırakana kadar...
Farklı etnik ve dinsel gruplarla birlikte yerlilerle göçmenlerin tarihsel ikiliğine dayanan fındık ve tütün coğrafyalarının, liberal politikalar uygulayan geleneksel liderler yetiştirmiş olması, aslında siyasi karşıtlığın kültürel düzlemde gerçekleştiğini gösteriyor.
Tüccarların ellerindeki stokları tüketebilmesi amacıyla her yıl biraz daha geciktirilerek açılan piyasalar elindekini avucundakini tüketmiş ve fakirleşmiş olan üreticiyi tüccarın karşısında pazarlıktan yoksul bırakıyor.
Çünkü piyasalar arz ve talebin karşılaşma alanı olarak inşa edilen noktalar değil, tekel üyeleri ya da Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ile tüccarlardan oluşan kodamanlar kurulu arasında belirlenmiş olan fiyata meşruiyet kazandıran süreçlerdir.
Bu süreçte, siyasi iktidar, üreticiyi geriden tüccara doğru iter, tüccarın boş depolarının dolmasını sağlar.
DP dönemi
Sermayenin II. Dünya savaşı sonrası yeniden yapılanması için zemin hazırlayan Keynesçi Devlet, işin bilimselleştirilmesi, emeğin parçalanması ve kitlesel üretim-tüketim arasında bir denge bulmaya çalışırken; diğer yandan bazı sektörlerin önceliğini dile getirerek işgücünün hiyerarşik bir vaziyet kazanmasına aracılık yapmıştır.
Bu dönemin Demokrat Parti'si (DP) de, sendikacılığın, iş saati düzenlemelerinin, asgari ücret ve sosyal güvenlik uygulamalarının önüne geçmek için tütünü aile tarımı saymıştır ki; bu hiyerarşinin ulusal ölçekte sanayi temelli olarak sürdürülmesine meşruiyet kazandırsın.
Cumhuriyetin kent-kır ayrımına dayanan ilerleme nosyonu nasıl köy nüfusunu bürokrasiden uzaklaştırmak, en azından köyünde tutmak marifetiyle ilerlemişse; sözüm ona demokrat dönem de işgücünü sanayi-tarım şeklinde parçalayarak bu gidişata güç kazandırmıştır.
Aynı Demokratların bu günkü liberal uzantıları, ulusüstü ekonomik yapılanmalarla ilişkisini güçlendirmek ve bilgi-üretim teknolojileri temelli bağımlılıklarına bir sürekli kazandırmak için, bir yandan tarımsal nüfusu diğer sektörlere kaydırma çalışırken bir yandan da tarımsal işletme büyüklüğünü arttırmaya çalışmakta; bu yolla tarımsal emeği/çiftçiyi, büyük tarımsal işletmeler için bir araç haline getirmektedir.
Devlet de, mevcudiyetini, örgütsüz emek ile ortak politikalar geliştiren örgütlü sermaye arasındaki savaşımın üzerine oturtmaktadır.
Liberalizmin ekonomik uygulamaları, Türkiye'de, her daim onu destekleyecek bir siyasadan mahrum bırakılmıştır. Ekonomide uluslararası kapitalizmle eklemlenmeye; siyasal alanda ise kamu tekelinin devam ettirilmeye çalışılması, gerek istihdam gerekse fiyat politikaları açısından buna gerek duyulması, kendi içinde önemli açmazları beraberinde getirmiştir.
DP, iktidara gelirken "görülmemiş kalkınma" sloganını dile getirmiş, örnek olarak da ABD'yi seçmiştir.
Yerli tasarruf düşük kalınca da, Batı yardımına bel bağlamıştır. Bu yardımdan da umut olmayınca, çözüm, enflasyonist politika uygulayarak suni bir ilerleme misyonuna sarılmak olmuş; bu da devalüasyon ve Batı denetimine daha da açık hale gelmek gibi, kapitalist politikalar uygulayan gelişmekte olan ülkeler için kaçınılmaz olan süreçle noktalanmıştır.
Bugün
Günümüz siyasi iktidarı bu tecrübenin farkında olacak ki, siyasi alanda manipülasyonu arttırmak, ekonomik alanda ise enflasyonu dizginlemek için tüketimin önemli bir araç olduğunu keşfettiğinden, uluslararası finans çevrelerinden ya da ulusal finans sermayesi vasıtasıyla, likitide akışını sağlamak zorunda kalıyor.
Bu da ulusal ekonomik alanın bir cazibe merkezi imajına sarmalanmasını, ihracata dönük ekonomi uygulamalarını ve en nihayetinde işgücü ve sosyal güvenlik maliyetlerini düşürme yönünde belli bir iradeyi gerektiriyor.
Bu iradeyi gösterememek, hem siyasi iktidarın ekonomik zeminin kaymasına neden olacak; hem de bir kapitalist gelişme kalıbından bir başkasına geçmeyi, yani krizi zorunlu hale getirecektir.
Nasıl ki; 1950'lerin başlarındaki Kore savaşını izleyen, siyasi-askeri birliktelikle eş zamanlı ilerleyen ve büyüyen ihracat ekonomisi; 1953'ten sonra karların düşmesi ve biriktirilen karların sanayi aktarılması, ithalat finansmanının dış borçlar ve Marshall yardımı benzeri siyasi temelli bağışlarla sağlanmaya çalışılması, uluslararası örgütlerin istikrar önlemleriyle sonuçlanmışsa, günümüzde de tükettiğimiz oranda döviz üretemediğimizden uluslar arası sermeyenin girişine, cari açık tehdidine ve yapılanma-kriz-devalüasyon-yeniden yapılanma şeklinde ilerleyen kapitalist ilerleme sarmalına hayati derecede bağımlıyız demektir.
Kaldı ki; 1950'lerin ABD'ye uygun politika anlayışı, bugün bir isteklilik halini almıştır ki; bu durum Türkiye'nin sınıflar dengesine ve tabii ki bunun tarihine ilişkin bir fikir verir.
Nitekim, Cumhuriyetin kuruluşundan -hatta Tanzimat'tan- bu yana hangi siyasal ideoloji iktidarda olursa olsun, Türkiye'nin sınıflar dengesinde ve bürokratik yapılanmasında bir değişim söz konusu olmamıştır.
Makro ölçekteki ekonomik değişimlere, ulusal ölçekte üretim örgütlenmesini eklemlemekten öte bir misyonu kalmamış siyasi iktidar, sadece yöneti(şi)m/denetim mekanizmalarındaki politika farklılıklarına uyum sağlayarak, sermaye olan ilişkisini uzun vadeli kılar.
Gerek serbest piyasa ekonomisinin simsarlığını yapan, Batı Anadolu'nun ticarileşmiş ve ayrıcalıklı hale gelmiş tabakasının iktidara taşıdığı tepkisel kapitalist Menderes; gerekse milliyetçi-muhafazakar ve liberal-küreselci ironisiden güç alan, amorf bir parti kimliği üzerinde demokrasiye muhafazakar bir çerçeve çizen muhafazakar-kapitalist Erdoğan, yani piramidin en üst basamakları, içinden doğdukları coğrafyaya o kadar yabancılaşmışlardı ki, o coğrafyanın en önemli ekonomik faaliyetini uluslaraüstü kapitalizmin değirmeni içinde öğütmüşlerdir/öğütüyorlar.
Suni, üretime dönüşmeyen ekonomik çevrim içerisinde, düşük döviz kuru yüksek faiz oranı arasında sıkıştırdığı mali piyasalarını, iç tüketimin kısıldığı ve ücretlerin düşürüldüğü emek piyasaları ile paralel hale getirmek için...
Hem ulusüstü ekonomik bağımlılığı hem de ulusal siyasi iktidar alanını yeniden üretmek için... (GG/EÜ)
* Gökhan Gökgöz, Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Sosyoloji Bilim Dalı, Yüksek Lisans