Yazımızda Türkiye'nin "vitrini" olarak gösterilen "megakent" İstanbul ve başşehir Ankara'daki toplu ulaşımdan bahsedeceğiz. Lakin toplu ulaşım bir nebze de olsa toplu fotoğrafı görmemizi sağlayabilir düşüncesindeyiz.
Önce taşı toprağı sıkıntı ve stres olan İstanbul. İstanbul'u bilmeyenler için birkaç özetleyici cümle kurmakta fayda var.
Türkiye'nin bu en kalabalık (kimilerince nüfus 15 milyonu geçiyor) kentinde en yaygın toplu ulaşım aracı belediye otobüsleri. Minibüsler de önemli bir işlev görüyor ancak halkın en yoğun yöneldiği araçlar otobüsler.
Bir toplu taşıma aracı olarak metro henüz gelişmemiş ya da geliştirilmemiş. İki tane metro hattı var. Biri Taksim-Levent, öbürü Atatürk Havaalanı-Aksaray hattında çalışıyor.
Henüz birkaç yıl önce şaşaalı bir törenle açılışı yapılan Taksim-Levent hattı için Leman Dergisi bir karşılaştırmalı çizim yayınlamıştı. Bir tarafta dünyadaki büyük bazı kentlerin -Moskova, Paris, Londra...- metro krokileri, diğer tarafta İstanbul'unki. Öbür kentlerdeki metro krokileri karmakarışıktı, çünkü kentin hemen her yerinde istasyonlar bulunuyordu. İstanbul'unki ise pek fazla üzerinde durulmayı hak etmiyordu, zira bütün "karışıklık" tek bir çizgiden oluşuyordu...
İstanbul otobüslerinin tasvirine gelince... İstanbul'da belediye otobüsleri yarı özel halk otobüsleri ve belediyenin araçlarından oluşuyor. Yarı özel halk otobüsleri belediye otobüslerine göre daha yeni, daha modern. En azından çoğunda klima bulunuyor. Belediye otobüslerinin yarıdan fazlasında klimadan eser yok. Çünkü, en yenisi 1990 model araçlar, gerisi de 80'lerden kalma.
Tabi, son birkaç yıldır faaliyete giren ama sayıları oldukça az olan "yeşil otobüsler"i hariç tutuyoruz. Renkleri yeşil olan bu otobüsler 2000 ve sonrası modellerden oluştuğu için kliması bile olan otobüsler.
Klimaya vurgu yapıyoruz, çünkü kışın belediye otobüsleriyle yolculuk yapan İstanbulluların tek ısınma "araçları" nefesleri oluyor. Yaz mevsiminin o boğucu sıcağında ise serinletici işlevini, sonuna kadar açılan pencereler görüyor. Tabii o zaman da şansınız varsa hafif bir yel esiyordur. Yoksa...!
Günün herhangi bir saatinde ayakta yolcu taşımayan otobüse denk gelmeniz bu kentte tamamen sıra dışıdır, imkansızdır. Otobüsler o kadar insanla doldurulur ki, ayakta bile yer bulmak için çırpınan yolcular görürsünüz. Kışın bu insan doluluğunun bir faydası vardır; kliması olmayan otobüste insanlar kerhen de olsa birbirlerini ısıtırlar. Yazın ise hemen her yolcu yanındakinin ter kokusunu içine çeker.
İstanbul'daki belediye otobüslerinde oturacak koltuk bulmak, iş-aş bulmak kadar güncel bir meseledir. Çünkü sözkonusu olan, -trafik sıkışıklığı nedeniyle- en az bir saat ayakta seyahat etmektir. Tıngır mıngır... O nedenle otobüslerde koltuk savaşlarına denk gelmek de şaşırtıcı olmayan rutinliklerdendir. Memleketteki koltuk sevdası belki de buradan türemiştir. Bilinmez.
İstanbul'un belediye otobüslerinde aracı süren şoförden "yok arkadaş ben bırakıyorum" cümlesi duymanız sizin için bir Yeşilçam repliğine dönüşür zamanla. Haddinden fazla insan taşımak, uzunca süren trafik sıkışıklıkları, bilet alamayan yolcular, otobüsün arka tarafları -ayakta tabi- boş iken yeni yolcuların binmesi için ilerlemeyen vatandaş vs vs...
Belediye otobüsü kaptanının direnci için söylenebilecek kelime olsa olsa "sabır taşı"dır. Tabii biz yolcular için söylenecek bir başka kelime de yoktur. Kaderimiz şoförle birebir aynı.
Ankara'nın taşı, gözlerimin yaşı
"Yok, yok Ankara trafiği İstanbul'a göre bayağı bir düzenli" cümlesi son bir iki yıl öncesine kadar kısa süreli bir İstanbul gezisi yapan herkesin ağzından duyulabilirdi. Ancak Ankara artık trafik karmaşasında İstanbul'la yarışıyor. Ankara'ya dair aktaracaklarımız, İstanbul'daki kronik ulaşım hallerinden biraz farklı, daha çok son dönemlerde yaşananlara dair.
Son bir iki aydır başşehrin iki ana arterinde aynı anda çalışma başlatan dahi(!) belediyecilik anlayışı, trafiği Ankaralılar için tümüyle işkenceye dönüştürdü.
Şöyle ki: Milli Güvenlik Kurulu, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Diyanet İşleri Başkanlığı, Sanayi Bakanlığı, Hazine, Turizm Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, ODTÜ, Bilkent, Hacettepe ve Başkent üniversiteleri gibi hemen tüm kamu binalarının üzerinde bulunduğu ya da merkezle bağlantılarını sağlayan (Ankara'yı doğu-batı yönünde bir uçtan bir uca kat eden dümdüz hattır) İnönü Bulvarı'nda şu anda bir altgeçit çalışması yapılıyor ve trafik tek hattan veriliyor.
İnönü Bulvarı'nda (diğer adıyla Eskişehir Yolu) herhangi bir tıkanıklık olduğunda alternatif olarak kullanılan ve Dikmen ve Ayrancı-Çankaya hattına ulaşımı sağlayan Çetin Emeç Bulvarı'nda (Mesnevi Sokak'tan başlayıp Konya Yolu'na kadar devam eden) ise metro çalışması sürüyor. Şehrin can damarı olan iki ana yol felç durumda ve sabah ve akşam mesailerine yetişmeye çalışan zavallı Ankaralılar bir saate varan gecikmeleri göze almak zorunda kalıyor.
Tekrar üst geçit meselesine dönecek olursak... Malumunuz, Ankara artık şelale ve fıskiyelerin yanı sıra bir üst geçit cenneti. Kimsenin kullanmadığı, onlarca çirkin demir yığını caddeleri doldurmuş durumda. Yalnızca Meşrutiyet Caddesi'nde -ki pek de uzun bir cadde değil-beş adet üst geçit bulunuyor. Her üst geçidin arasındaki uzaklık da 50 ila 100 metre arasında değişiyor.
Ankara sakinleri, üst geçitler ilk yapıldığı dönemde belediyenin aldığı tüm önlemlere rağmen bu geçitleri kullanmamakta direndi. Doğrusu da buydu. Çünkü kentin alt yapısı insanın dolaşımını zorlaştırıcı değil aksine kolaylaştırıcı olmalı.
Üst ya da alt geçitlerden de insanlar değil motorlu taşıtlar geçmeli. İnsan kentte yaya olarak bir yerden bir yere ulaşmak için düz bir yolu takip edebilmeli, büyük merdivenlerden inip çıkmak zorunda kalmamalı. Yaya Hakları Bildirgesi' nde der ki: "Zemin katı yayalarındır. Genel kural olarak, yayalar, üst ve alt geçitlere zorlanamaz." Gelişmiş ülkelerin hemen hiç birinde yayalar alt ya da üst geçitleri kullanmak zorunda bırakılmıyor.
Sadede gelelim, belediyecilik biraz da beceri, öngörü ve zeka işi. Yoksa neden Ankara'yı felç edeceği bilindiği halde aynı anda iki ana arterde çalışma başlatılsın. Gerçi konuştuğumuz ve Melih Gökçek'e oy vermeyen hemen herkesin ortak görüşü "Bu semtlerden oy alamadı ya, bizi cezalandırıyor" şeklinde.
Son cümlemiz bir kehanet değil: Trafik için daha planlı ve kolaylaştırıcı çalışmalar yapılmadığı sürece Ankaralılar ve İstanbullular cezalandırıldıklarını düşünmeye devam edecekler. (BB)