"Bilim insanı, anne, çömlekçi ve bisikletçi. Evrimsel ve ekolojik genomik hakkında her şeyi seviyor…"
Kendisini en sade haliyle bu kelimelerle tanımlayan kişi, Türkiye'nin önemli araştırmacılarından Melis Akman.
İlkokul öğretmeni Akman için annesine, “Bu kızın edebiyatı çok güçlü, matematik biraz zayıf. Siz onu edebiyata yönlendirin" dese de o fen bilimleri ve matematiği de çok sevmiş ve oradan ilerlemeye karar vermiş.
Hatta, fen bilimlerinde öyle başarılı olmuş ki, şimdilerde ABD’de Kaliforniya Üniversitesi bünyesindeki Blackman Laboratuvarı’nda araştırmalarını sürdürüyor.
Dört yaşında ve sekiz aylık iki çocuğu olan 37 yaşındaki Akman, Ekim'de Kalifornia Eyalet Üniversitesi'nde hem yardımcı doçent hem de yine üniversite bünyesinde Green Biome Institute diye yeni kurulan bir enstitünün yöneticisi olacak.
Enstitünün misyonu, iklim değişikliği dolayısıyla soyu tükenmekte olan Kaliforniya bitkilerinin moleküler profillerinin korunması.
Türkiye’den ABD’ye uzanan bilim yolculuğunu bianet’e anlatan Akman, kadınların akademide de birbirini her zaman desteklemesinden yana.
Akman, "Bitkileri kesfetmemle beraber birçok insanın üzerine düşünmediği uçsuz bucaksız yeni bir dünya keşfettim diyebilirim. Bu süreçte hem danışmanım hem de patronum çok anlayışlı ve destekleyicilerdi her konuda. Yoksa başarabilir miydim emin değilim" diyor.
TIKLAYIN - Melis Akman hakkında detaylı bilgi
Melis Akman anlatıyor.
Çocukluk
Ankara doğumluyum ve yurtdışına doktoraya gidene kadar da hep Ankara’da yaşadım. 80'lerde çocuk olmak çok güzeldi. Şehir merkezinde bile dışarıda hava kararana kadar oyun oynayabilirdik. Okullar açıkken dokuz ayı Ankara’da, kalan üç ayı ise anneannemin yazlığında geçirirdik.
Yazlıkta geçirdiğim sürenin, kısa da olsa, seçtiğim mesleği ve karakterimi çok etkilediğini söyleyebilirim. Ankara’da doğayla iç içe olmak çok zordu ama yazlıkta çok daha fazla imkân vardı.
Arkadaşlarımla uzun yürüyüşlere çıkardık, denizde şnorkelle dalmaya, akşamları balık tutmaya giderdik. Hayvanları da çok severdim tabii. Köpeklerimiz, kedilerimiz, tavşanlarımız, balıklarımız ve hatta yaban domuzu yavrularımız bile oldu küçüklüğümde.
Bilimle tanışma
Birçok bilim insanından duyduğunuz gibi "Çocukluktan beri bilim insanı olmak istiyordum" diyemeyeceğim, çünkü fen dersleri biraz daha ilerleyene kadar bilim insanının ne demek olduğunu bile bilmiyordum.
Ailede temel bilim ya da mühendislik okumuş kimse de yoktu. Ben de yuva yıllarından liseye kadar farklı farklı mesleklere ilgi duydum. Sırasıyla dansçı, veteriner, doktor ve mimar olmak kafama yatan meslekler arasındaydı. İlk gönül verdiğim dansçılık hariç, hep fen ile ilgili bölümleri istemiştim. Ama ilkokul öğretmenimin annemi okula çağırıp “Bu kızın edebiyatı çok güçlü, matematik biraz zayıf. Siz onu edebiyata yönlendirin” demiş. Aslında haklıydı, dikkati çok dağınık, hayal kurmayı seven bi çocuktum.
Sonra ilkokul dördüncü sınıfta dersaneye gönderdiler beni, Anadolu Liseleri sınavı yaklaşıyordu malum. Dersanedeki matematik öğretmenimin bana odaklanmayı öğretmesiyle birlikte, matematik bana da kolay gelmeye başladı.
Edebiyatı da seviyordum tabii ama fen bilimlerine daha çok ilgi duymaya başladım. Lisede kimya kulübüne katıldım ve o zamanki kimya öğretmenimin heyecanı bana da geçti diyebilirim. Biyoloji alanını seçmem de ise lisede biyoloji öğretmenimin çok etkisi vardır.
Bilim insanı olmaya karar vermem üniversitenin son yıllarına, hatta yüksek lisans yapma karanına kadar dayanır. Yazlıkta geçirdiğim zamanların büyük bir kısmını denizde şnorkelle dalarak, deniz canlılarını izleyerek geçiriyordum. Deniz canlıları (bitkiler hariç) ve sahile yaklaşan yunuslar ilgimi çok çekiyordu ve üniversitede yunuslarla ilgili kitaplar okumaya başladım.
Süreç
Daha sonra 3. yıl stajımı ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü'nde yapmaya karar verdim. Dr. Ali Cemal Gücü danışmanlığında Mersin ve çevresinde Akdeniz foklarıyla ilgili projelerde çalışarak geçirdiğim yaz, sanırım bu konuda beni en çok etkileyen süreç oldu. Bütün yaz boyu o koy senin bu koy benim ölçümler yapıyor, sürekli denizde zamanımızı geçiriyorduk. Zaten ekoloji ve evrim konularını çok ilginç buluyordum, ama bu stajla tam olarak ne yapmak istediğime karar verdim. Deniz koruma ekolojisi çalışacaktım.
Elbette zorlu bir süreç oldu, ama insan sevdiği şeyi yaparken tüm zorlukları bir şekilde görmezden gelebiliyor. Mezun olur olmaz bir biyoteknoloji firmasında çalışmaya başladım.
Bir yandan master yapıyordum, bir yandan tam zamanlı çalışıyordum. Ama tabii maddi nedenlerden Ankara’da kalma zorunluluğum deniz biyolojisi çalışmama engel oldu. Lisansımı da yaptığım ODTÜ’de Prof. Dr. Zeki Kaya ile bir bitki koruma projesinde çalışmaya başladım. Zamanla bitkilerle çalışmak da çok keyifli gelmeye başladı.
Ve bitkiler
Bitkileri "keşfetmemle" beraber birçok insanın üzerine düşünmediği uçsuz bucaksız yeni bir dünya keşfettim diyebilirim. Bu süreçte hem danışmanım hem de patronum çok anlayışlı ve destekleyicilerdi her konuda. Yoksa başarabilir miydim emin değilim. Onların teşviğiyle yurtdışında programlara başvurmaya başladım.
İsviçre ve Hollanda’dan burslu kabul aldım, ve Hollanda’da bir doktora programına başlamaya karar verdim. Bu süreçte yalnız değildim, Hollanda’ya eşimle beraber yerleştik, yoksa eminim her şey çok daha zor olurdu. Ama birbirimize çok destek olduk. Bilmediğim bir dilin konuşulduğu bir ülkede yaşamak çok kolay değil, Hollandalılar her ne kadar iyi İngilizce konuşsalar da genellikle ilk tercihleri olmuyor.
Zorluklar
Benim grubumda da benden başka uluslararası öğrenci yoktu, akşamları Hollandaca öğrenebilmek için kurslara gittim. Doktoramın sonlarına doğru milliyetçiliğin popülerleşmesiyle Hollanda’da yabancı, hem de bir Türk olmak zorlaşmaya başlamıştı. Ufak ufak ırkçılığa maruz kaldım, ama çoğunu aslında Amerika’ya geldikten sonra fark ettim. Irkçılık konuları Amerika’da çok daha ciddiye alınıyor, söylenilen bazı sözlerin, tavırların inceden inceye ırkçılıkla alakalı olduğunu ancak buraya gelince fark ettim.
Ama yine de çok güzel bir doktora zamanı geçirdiğimi söyleyebilirim. Bir sürü dost edindim. Doktora bitince doktora sonrası araştırma için Amerika’ya gelme kararı başka özverileri mecbur kıldı. Artık Türkiye’ye çok da yakın olmayacaktım, Türkiye’den Hollanda’ya yerleşirken nasıl dostlarımı ve ailemi geride bıraktıysam, tekrar aynısını yaşayacaktım.
Her şeye yeniden başlayacaktım. Bunların hepsi zor geliyordu elbette, o yüzden Amerika’da ilk başlarda oldukça zorlandım. Sonra Gezi olayları başladı, orada olamamak, Amerika’da olmak psikolojik açıdan daha da zor hale geldi. Ama dedim ya, insan bir şekilde sevdiği işi yaparken bütün negatiflikleri görmezden gelebiliyor. Türkçe'de gurbet diye bir kelimenin olmasının bir nedeni var elbette. Ama insan yer değiştirdikçe, farklı yerlere kök saldıkça dünya küçülmeye başlıyor bir şekilde.
Bitkilerde evrimsel genetik
Ben bitkilerde evrimsel genetik çalışıyorum. Daha açık olmam gerekirse, bir bitkinin bulunduğu ortama uyum sağlaması için evrilen özelliklerini ve bu özelliklerin bitki genomunda nasıl değişikliklere neden olduğunu bulmaya çalışıyorum. Yani doğal seçilimin izlerini bitkilerin genomlarında arıyorum diyebilirim.
Buna bağlı olarak bu değişimlerin özellikle iklim değişikliği altında bitki popülasyonlarını nasıl etkileyeceği ve değiştireceği ile ilgili araştırmalar yapıyorum. Hayvanların birçoğu göç ederek koşulların daha iyi olduğu yerlere gidebilirler. Bu durum tabii bitkiler için çok daha zor. Aslında bitkiler de tohumlarıyla, polenleriyle göç eder ama tabii kat edebildikleri mesafe genelde daha kısıtlıdır.
Bu yüzden doğal seçilimin izleri bitkilerde daha belirgin olabilir. Çoğumuz evrimi düşünürken genelde her şeyin doğal seçilimle olduğunu düşünürüz, yani mesela bir özelliğin illaki o türün sürekliliği için şart olduğunu. Aslında doğada bir sürü de raslantısal şey oluyor. Hatta bu rastlantısal olaylar, doğal seçilimden çok daha fazla olabiliyor.
Ekoloji muhteşem
İşte benim bitki evrimsel genetiği çalışmaya başlamamdaki yol da tesadüflerle dolu aslında. Yoksa şu anda deniz canlılarını koruma ile ilgili bir şey yapıyor olabilirdim, hatta bir dansşı bile olabilirdim. Dediğim gibi bu alana giden yol, fene yönelmemi olası kılan ilkokul dersane öğretmenime kadar uzanıyor. Ama asıl neden sanırım bitkilerinde cok karizmatik canlılar olduğunu, doğada gördüğümüz tüm çeşitliliğin evrim süreciyle oluşmasındaki muhteşemliği ve ekolojinin bu süreçteki önemini keşfetmemle oldu.
Doğa başlı başına bir ilham kaynağı zaten. Yani etrafıma baktığımda gördüğüm her canlının neden orada olduğunu, evrim sürecinde nasıl yollardan geçtiğini düşünmek beni çok heyecanlandırıyor.
Doğada varolan çeşitliliğin hangilerinin doğal seçilimle olduğunu keşfetmek bulmaca çözmek, koskocaman bir puzzle’da doğru parçayı bulmaya çalışmak gibi. Bu beni fazlasıyla motive ediyor.
Peki özveriler
Bu özveriler, ailemi, dostlarımı ard arda geride bırakmak, herşeye yeniden başlamak zorladı elbette. Fakat çocuk sahibi olduktan sonra yaşayacaklarımın yanında o kadar da önemli değillermiş. Kadınlara karşı bazen farkında, bazen farkında olunmadan yapılan ayrımcılık eminim ki bir çok kadının akademik kariyerini erken bitirmesine neden olmuştur.
Hele bir de bilim kadını sıfatının önüne "anne" sıfatı ekleniyorsa, işiniz gerçekten zor. Hollanda’da doktora yaparken çok net gördüğüm bir şey kadın bilim insanlarının erkeklere göre hem daha az yükselmiş olması, hem de bir çoğunun yarı zamanlı çalışıyor olmasıydı. O zamanlar bunun üzerine çok düşünmüş ve kadınların önceliklerinin çocuk yaptıktan sonra değiştiğine kanaat getirmiştim.
Ne kadar da bihabermişim her şeyden, şimdi anlıyorum. Önceliklerin değişmesi de var tabi ama ondan ziyade sizi tanımlayan sıfatlarınız şekil değiştiriyor.
"Mükemmel anne de blim insanı da olamayacaksın.."
Sizi tanımlayan en büyük özelliğinizin, bilim insanlığınızın yanına bir başka büyük sıfat ekleniyor. O sıfatla beraber sizden beklenenler listesi de uzuyor elbette. İlk çocuğumun doğumundan bir ay önce iki çocuk sahibi doktora sonrası araştırmacı bir arkadaşım beni çok rahatlatacak bir şey söylemişti "Mükemmel bir anne olamayacaksın, mükemmel bir bilim insanı da. Ama elinden gelenin en iyisini yapacaksın ve bu yeterli"
"Oğlum doğduktan sekiz hafta sonra işe döndüm"
Akademide kadın profesör sayısının yanında, anne olmuş profesör sayısı da çok az. Çocukları ile ilgilenmeyi seçen bir kadın işini ciddiye almıyor gibi algılanırken, aynı şeyi yapan bir baba çocuklarına ilgisi için övülebiliyor. Hal bu olunca akademide uzun soluklu olmak istiyorsanız ailenizden fedakarlık etmeniz bekleniyor.
Ben de oğlum doğduğunda işime geri dönmenin iyi hissettireceği düşüncesinin yanında, çocuğu olunca bilimi arka plana itmiş biri gibi algılanmak istemediğim için 8 hafta içinde işe geri döndüm. Annelik iznim sırasında çalışmaya devam ettim, zaten aksi düşünülemezdi.
Amerika’nın bu konuda sağladığı olanaklar da çok minimum. Almanya’da anne olan bir arkadaşım bir yıl annelik izni kullanabildi mesela. Bunu mümkün kılan sadece kurallar değil elbette, annelik izinlerini normalleştirmek gerekiyor.
Bunun anne ve çocuk için gerekli bir süreç olduğunu, "tatil" olmadığını anlatmak, bu algıyı yaratmak lazım. Bir kadının hem bilim insanı hem de anne olabileceği ve çocuk sayısının bilime olan ilgi ve istek için bir ölçü birimi olmadığı algısını yaratmak gerekiyor. İçinde bulunduğumuz Covid-19 sürecinde ilk yazarı kadın olan akademik makalelerin sayısındaki ciddi azalma durumun ne kadar vahim olduğunu çok açık gösteriyor. Çocuk bakımı ve ev işi yükünün kadınların üzerindeki dengesiz dağılımının net bir göstergesi.
Ev ve çocuk ile alakalı işlerin kadının görevi olduğu algısı maalesef sadece erkeklerde yok, bir o kadar biz kadınlarda da var. Çünkü bu düşünceyle büyüyoruz. Yani çocuğunuz sağlıklı yemekler yemiyorsa, aile büyükleri ya da arkadaşları tarafından eleştirilen kişi genelde baba olmuyor.
Ya da uçağa iki çocuğuyla binen bir babaya alkış tutulup türlü yardım talepleri gelirken, aynı şeyi bir annenin yapması gayet sıradan. Dünya elbette bu konuda daha iyiye gidiyor, ama daha kat edilecek çok yol var. Umuyorum ki kızım başarılı olmak için ailesinden, çocuklarından fedakarlık etmek zorunda hissetmez.
"Türkiye'deki profesörler ilham kaynağım"
Bize öğreten, destek olan ve bizi eğiten insanların hayatımızı şekillendirmesindeki gücü gerçekten inanılmaz. Akademik hayatımda ilkokuldan bulunduğum yere kadar beni yönlendiren herkes benim icin ilham kaynağı. Çok güzel insanlarla çalıştım ve bu insanlar olmasaydı şu anda bir bilim insanı olamazdım. Türkiye’de evrim ve ekoloji çalışan tüm öğrenciler, profesörler de benim icin büyük bir mutluluk ve ilham kaynağı.
Çok aktif çalışan ve harika işler çıkaran bir derneğimiz de var: Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Derneği. Her sene bir konferans düzenleyen bu dernekte gönüllü çalışan tüm üyelerin heyecanı, motivasyonu sayesinde Türkiye’de çok güzel araştırmalar yapılıyor. Beni çok etkileyen başka bir kurum ise yine derneğimizin düzenlediği Evrimsel Matematik kursunu verdiğimiz Şirince’deki Matematik Köyü.
Umarım ilerleyen yıllarda bu ve bunun gibi kurumlara, derneklere destekler de artar ve benim gibi bilim insanlarına ya da bu yolda eğitim alan parlak öğrencilere bolca ilham kaynağı olabilirler.
"Kadınlara ayrımcılık sürüyor"
Malesef birçok alanda olduğu gibi akademide de kadınlara karşı ayrımcılık hala mevcut. O yüzden kadınlar olarak birbirimizi her fırsatta desteklemeliyiz.
Akademik hayat sizi çok farklı coğrafyalara götürebilir, zaman zaman çok yalnız hissedebilirsiniz, o yüzden sosyal çevrenizi kurmayın her zaman öncelikli tutun derim.
Bir de ihtiyaç duyduğunuzda ara vermeyi, kafanızı boşaltmayı unutmayın. Ama en önemli tavsiyem heralde şu olur: Kendinizi akademide yaptığınız işlerle tanımlamayın, ondan çok daha fazlasısınız. (EMK)
YARIN: Bilim İnsanı Bilgenur Baloğlu anlatıyor.