"Cam tavan öyle keskin ki iki katlı bir pasta var sanki, aradaki krema biziz. En altta, altyapıda, teknikte erkekler var en üstte de erkek yöneticiler var. Ben çalıştığım dönemde bayan yerine kadın dedirtmek gibi beyhude işlerle uğraşıyordum, bana kanalın delisi gibi bakıyorlardı."
Bu sözler Melek Özman'a ait. Özman, tam 20 yıl medyada çalışmış ardından kendi film kolektifini kurmuş feminist bir kadın.
O, tam 17 yıldır Türkiye’den ve dünyanın farklı ülkelerinden kadın yönetmenleri İstanbul'a getiriyor, onların filmlerini izleyici ile buluşturuyor. Üstelik bu sadece İstanbul’da gerçekleşmiyor. Adana, Giresun ve İzmir’e de gidiyorlar. Elbette, Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali'nden söz ediyorum.
Festival, bu yıl 17. kez sinemaseverlerle buluşuyor. Özman’la festival programının açıklandığı gün Fransız Kültür Merkezi’nde söyleştik.
İyi hissettim, Festivalin basın toplantısına gelen muhabirlerin hepsinin de kadın olması iyi geldi. Festival ekibi de kadın, muhabirler de, bir kadın dayanışması toplantısı gibiydi.
Peki, sizi biraz daha yakından tanıyabiliriz?
Artvin’de doğdum. Sınırlar çizilirken bizim yaşadığımız yerin yarısı Gürcistan’da kalmış yarısı burada kalmış. Sonradan akrabalarımızı bulmuşuz ama ben çoktan buralı olmuştum.
Sonra Artvin’de okulları bitirdim. Bütün yazan, hayal kuran, okuyan kız çocukları gibi edebiyat öğretmeni olmak istiyordum. Edebiyat sevdiğimiz, öğretmenlik kız çocuklarına yakıştırılan-öğretilen meslek tabi. Solcu bir aileyiz yani kızlarını okutacaklar ama kızlar öğretmen ya da doktor olabilirler.
Ben de öğretmen olmak istiyorum el mecbur. “Trabzon’da Beşikdüzü’nde öğretmenlik okuyabilirsin” dediler. Çok ilgili bir edebiyat öğretmenim vardı, "hayal gücün, kalemin çok güzel öğretmenlik senin bildiğin gibi bişey değil” dedi. İlk tercihime sinema-televizyon yazdırdı. Kazandığımda, çok ağladım çünkü ne olacağımı bilmiyordum. Akrabalarım “Televizyon mu tamir edeceksin?” diyordu. Marmara İletişim’e öyle geldim.
Sinemayla daha önce hiç mi ilginiz yoktu?
Artvin’de 1980’de tüm sinemalar kapatıldı. Ama kasabadaki öğrenciler için bir günlüğüne sinema açıldı. Çığlık çığlığa film izledik. Film de fantastik bir yerde geçiyor. Orada bir canavar var denizden çıkıyor ve her yıl aynı gün ona bir bakire kurban ediliyor filan. Ama o yıl seçilen kızın sevgilisi, o kızı kurtaracak olan bir cengaver var. Kız da direğe bağlı kurtarılmayı bekliyor, tüm film boyu sevgilisi ve onun arkadaşı delikanlılar canavarla savaşıyor. Biz filmden değil ama sinemadan büyülendik tabi. Sokaklarda sinemacılık oynuyoruz. Oyun boyu ben sokaktaki elektrik direğine bağlıyım. Erkek çocukları tahta kılıçlarıyla filan sinemacılık oynuyor, beni kuratacaklar. Ben sürekli mızıyorum, “Beni buradan bırakın ben de oynayacağım” diye. Çok kızıyorum onlara.
Sonradan üniversiteye geldikten sonra, ben o elektrik direğine bağlı kızı hatırladım tabi. O kızın sıkıntısı, öfkesi benim için itici güçtü belki, o direkte bağlı kalmayacaktım.
Feminizmle nasıl tanıştınız?
Ev, etraf politik ama hepsi çok erkekti. Evimiz sürekli basılırdı. 12 Eylül benim için çamur silmekti. Eve gelen jandarmaların çizmelerinden akan çamurları kilimlerden temizlemekti. Biz kadınları, kız çocukları sürekli kilim sildik. Feminist mızıkçılığım o dönemlerde belirdi sanırım.
Sonra evimizdeki kütüphanedeki kitapları okumaya başladım. Bir tane bile kadın yazar yoktu. Nazım Hikmet, Yaşar Kemal hepsi vardı seri halde. Bir tane kadın yazarın kitabı yoktu. 80’den sonra o erkekler evlendiler baskıcı kocalar oldular, amcalar oldular, erkek oldular. Tabi iyi ki o kütüphane o evde vardı yoksa ben de “neden burada kadın yazar yok?” diye soramazdım belki.
“Neriman Köksal’a hayrandım”
Çocukluktan hatırladıklarınız neler?
Babam öğretmendi akülü bir televizyonumuz vardı. Bütün köy bizim evde yerli film izlerdik. O zamanlar kızlar hep Tarık Akan’a, Kadir İnanır’a aşık, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit’i de çok beğeniyorlar. Onlar gibi kestiriyorlar saçlarını. Oysa ben de Neriman Köksal’a aşığım ama kimseye söylemiyorum. Çünkü "kötü kadın” neticede ve sürekli şunu düşünüyorum “Ben de kötü kadın mı olacağım, pavyona mı düşeceğim” diyorum. Seviyormuşum çünkü diyalogu var, elini masaya vuruyor, öyle mülayim durmuyor. Ama hani bunu yıllar sonra bilebiliyorsun, işte feminizmle tanışınca bu ergenlik travmalarıyla yüzleşebiliyoruz neyse ki. Gerçi kötü kadın olacakmışım, feminist bir sinemacı olacakmışım ama bu korkulacak birşey değilmiş. Hatta iyi ki olmuşum.
"Herkes solcu sanıyordum"
Artvin’den İstanbul’a gelince daha aktif bir feminist mi oldunuz?
Şu dönem feminstler için de çok hoyrat zamanlar. Oysa başladığım yıllar başka bir feminist hukuk vardır. Üniversiteye geldiğimde ben feminizmi yeni keşfeden bir kadındım. 20 yaşında filan o ilk keşiflerle feminist gruplara koştum. Sürekli anlatıyordum bu muazzam keşiflerimi halbuki hepsinin bildiği şeylerdi.
Ne ayıp, kadınlara bildikleri şeyleri anlatıyormuşum ama beni hiç susturmadılar. Hepsinden çok küçüktüm ama sabırla dinlediler, teşvik ettiler. Hepsinin hakkı büyük üstümde. Birbirimizi güçlendirdiğimiz, sevdiğimiz yıllardı.
İstanbul’u nasıl buldunuz?
İlk geldiğimizde otobüsten Topkapı’ya iniyorduk o zaman hayal kırklığına uğradım. Karadeniz’den daha çirkin bir yer. Köyden indim şehire’den çok şehirden indim köye hissi yaşadım.
Çünkü ben bütün dünyada herkesin solcu olduğunu sanıyordum, ya da çoğunluğun. Artvin’de sayılı ev vardı, hatta bize “onlar köpeklerin evleri gitmeyin” filan derlerdi de ben o bahçelerde köpek var sanırdım. İstanbul’a gelince solcuların azınlık olduğunu anladım ve herşeyin bambaşka olduğunu...
Ama Marmara İletişim o zaman güzeldi. Ünsal Oskay vardı. Güzel havalarda derse geldiğimiz için azarlayan, gidin gezin isyan edin diyen bir hoca.
Okul bitince neler yaptınız?
Okuldayken de okul bitince de sürekli çalıştım. Üniversitenin stüdyolarında çalıştım, okul bitince akademide kalma gibi bir şansım yoktu. Uzun yıllar özel televizyonlarda çalıştım kurguculuk ve yayın yönetmenliği, program yönetmenliği yaptım. 2001 krizinde NTV’deydeydim o tarihe kadar da çalıştım.
"Medyada demir leblebi olmanız gerek"
Medyadaki cam tavandan etkilendiniz mi?
Cam tavan öyle keskin ki iki katlı bir pasta var aradaki krema biziz. En altta altyapı, teknik var, erkek bir kat var en üstte de erkek yöneticiler var. Kaskatı iki kek gibi ve biz aradaki krema gibiyiz. Oysa yapımcı, yönetmen, muhabir vb. işi yapanların neredeyse çoğunluğu kadın. Ben misal kendi programımda bayan yerine kadın dedirtebilmek için uğraşıyordum, kanalın delisi gibi bakıyorlardı.
O dönemden öğrendiğim, bizi yönetici yapmıyorlarsa bari alt yapı bizim olsun tekniği öğrenmemiz gerek, oldu. Kurguyu öğrenmek o yüzden önemliydi, tüm tekniği. Şart olmamalı tabi ama maalesef demir leblebi halinde olmak zorundasın medyada.
Peki Filmmor’u nasıl kurdunuz?
NTV’de çalıştığım dönem, bir arkadaş grubumuz vardı ve her sarhoş olduğumuzda kendi hikayelerimizi anlattığımız bir yapım şirketi kurmayı hayal ederdik. Sabah olunca hepimiz kalkıp işlerimize giderdik. Sonra beni işten çıkardıklarında, bence iyi bir tazminat aldım. Benim için büyük dünya için esamesi olmayan bir para. Filmmor’u kuracağız dedik ama o arkadaşlar kendi işlerinden ayrılmadığı için ben başka arkadaşlarla denemeye başladım. “Klitoris nedir?” filmini yaptık. Sokak röportajlarıydı sadece çünkü birlikte çektiğim arkadaşlarin ilk filmi olunca sokak roportajları biter bitmez kurgulattılar hevesle ve aldılar o kurguyu her yere yanlarında götürdüler. Böylece underground bir şekilde dünyaya yayıldı.
Sonra da eklemedim diğer bölümleri. Klitoris Nedir in Viyana, Kolombiya vb. versiyonları yapıldı. Amerika’da Women Make Movies diye bir feminist yapım-dağıtım kurumu var. Onlar da filmi görmüş, biraz da vaav Türkiyeli feministler klitoristen bahsediyor haliyle bize yazdılar. İltifatlar ettiler filan, 30. Yılları dolayısıyla ortak olmak ister miyiz diye sordular. Birlikte Türkiye’de filmlerini göstereceğimiz bir etkinlik yapar mıyız, diye.
Biz bayıldık tabi bu öneriye, biz feminist filmler izlemek istiyoruz, kadınlarla buluşmak istiyoruz, e tazminat da var. Festival yapmak üzere yola çıktık lakin sadece filmlerin nakliyesi sonrası bizim tazminat bitti. Katalogu, çevirisi, misafiri… Sorma gerisini, ama işte bir yola çıkınca, e inat ve inanç da olunca, geldik 17. yıla. Evet maddi manevi çok zorluk var ama 17 yıl geriye dönsem yine varım.
"Borçları ödeyene kadar çalışıyoruz"
Yorulmadınız mı?
Çook ama bağımlılık yapan işlerden biri sinema, festival. İyi gelen bir yanı var. Bize ikinci yıl Çin’den bir kadın pirinç kartonuna sarıp sarmalayıp bir film göndermiş. O gelince alıp göğsüne sokuyosun. Gelen film değil, Çin’deki bir kadından selam, sevgi işte...
İlk beş yıl hiç paramız yoktu her şeyi cepten yapmalıydık. Bağışçılarımız oldu ilk kuşaktan feministler, varolsunlar. Beşinci yıldan itibaren festivale kaynak denkleştirebiliyoruz gibi. En azından ödeyebileceğimiz kadar borç kalıyor. Son yıllarda çok zorlaştı kaynak bulmak ama Türkiye’de bağımsız bir kadın filmleri festivali yapmak böyle bişiy. Ödeyebileceğimiz kadar borçlanıyoruz, çalışıyoruz, ödeyene kadar çalışıyoruz.
"8 Mart gece yürüşü filmmor gibi 17 yaşında"
Sizce bu anlamda en önemli sorun nedir?
Feminizm fikri tüm dünyanın üzerinde dolaşan bir hayalet. Benim için feminist olmak örgütlü olmak, kurucu, değiştirici, eylemci olmak oldu. Mümkünse sürekli, düzenli, part-time da olabilir ama keyfe keder değil. Örgütlenme, kurumlaşma çok önemli ama biz de dahil bunun handikaplarını çok yaşadık. Çünkü feminist bir örgüt, kurumlaşma modeli aslında yok.
Profesyonelleşmek ve uzmanlaşmak gerektiren işlerde bütün kadınların kendini iyi hissedeceği ama aynı zamanda sorumluluğu, yükü da eşit paylaşacağı bir feminist model bulmak zorundayız gibi ama henüz tüm dünyada bulunabilmiş değil. E bir de zamanın ruhunun da eşlik ettiği, kişisellik, rekabet, kendini gerçekleştirme ihtiyacı.
Bunlar Türkiye’de bir avuç kadınla iş yapmaktan daha zor süreçler. Ama son yıllarda alanlarımız çok daraldı. E alanlar daraldıkça, dar alanda kısa paslaşmalar da artıyor maalesef. Ama Filmmor’la yaşdaş olan, o yılların enerjisiyle sanırım 50-100 kadar kadın, çıkıp keyfimizce yürüdüğümüz 8 Mart Gece Yürüyüşü filmmor gibi 17 yaşında.
Artık çok kalabalık ki 8 Mart’ta çok güzeliz ama 9 Mart’a da 8 Mart'ın enerjisini taşıyabileceğimiz, daha örgütlü ama tabii ki esnek, tabii ki bildiğimiz örgütler gibi değil ama bir arada olacağımız yollar düşleyebilsek keşke. (EMK)