“Hâlâ erkek zihinlerin kadın tahayyüllerini seyrediyoruz Türkiye sahnelerinde! Yönetmen merkezli ve eril dünyanın tahayyüllerini oynamaya zorlanıyor kadın oyuncular… İşte biz kadınlar, şimdilerde bunu değiştirmek için sahnedeyiz; kendimizi, kadınları, kadınlığı daha iyi ifade edebilmek, bu eril dünyayı değiştirmek için. Zor ama imkansız olmayan bir mücadele bu. Ama uzun yıllar sürecek, bu kesin.”
Tiyatro Boyalı Kuş’un genel sanat yönetmeni Jale Karabekir, yeni oyunları “Melek”ten söz ederken böyle diyor. Kadın olarak sanat dahil pek çok alanda nasıl da geri bıraktırıldığımızı, hikayelerimizin nasıl görmezden gelindiğini anlatıyor. Rollerimizin sınırlarını erkekler çiziyor, içine bizi diledikleri gibi yerleştiriyorlar, çünkü son söz hep onların. Kadim ya da güncel, her anlatı eril. O göz kadın bedenini paralarken hikayelerimizi de parçalara ayırıyor. Tıpkı bedenlerimize yaptığı gibi. Elinde kalan her bir parçamıza kendi aklınca öyküler uyduruyor; kiminde fettan güzel, kiminde yazıklar içinde kurban… Melek’in hikayesi de böyle paramparça.
1930’ların oyuncularından biri Melek. Cumhuriyetin ilk yıllarında büyüyor. 1915’te başlayan yaşamı, iki buçuk sene tüberkülozla mücadeleden sonra 1939 yılında trajik biçimde sona eriyor. 24 yıllık kısa hayatında dört soyadı oluyor. Önce babasının adı olan ‘Sabahattin’, soyadı yasasından sonra da babasına verilen ‘Ezgi’ soyadlarıyla anılıyor. Dönemin seslendirme sanatçıları arasında en ünlü erkek sesi olan Ferdi Tayfur’la evlenince Melek Tayfur oluyor. Ölümünden sonra annesinin gün ışığına çıkardığı hatıra defterinin sayfalarını ise kendine seçtiği soyadıyla imzaladığı görülüyor: Melek Kobra.
Feminist tiyatro Tiyatro Boyalı Kuş yeni oyunu “Melek”le erkeklik, modernite, kadınlık gibi kavramları silkeliyor. Erken Cumhuriyet dönemine uzanıp ‘bir yok olma hikayesi’ anlatan oyunun öznesi, eril sanat kurgusunun nesneleştirdiği bir sanatçı kadın, yani Melek Kobra ve onun başaramama hikayesi. Melek bir türlü kendisinden beklenen kadın olamıyor. Bir olamama halinin içinde savruluyor. Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sı gibi; Melek de kendini tükenmişliğin sınırlarında gezinirken buluyor. Hayatını mahveden erkeklerin ona çiziktirdiği yazgıyı ötelere üflemek için, bir kadının yapabileceği en iyi şeyi yapmaya, kafa tutmaya meylediyor. Üzerinde tepinilmiş bir hayaller dünyasının Melek’iyken, yaşamını mahveden erkeklerin soyadını taşımayı reddetmek bir kafa tutma değilse ne? Ne ki, mücadelesini daha da ileri götürmeye ömrü yetmiyor Melek’in. Daha otuzunu göremeden, Bachmann’ın ‘Otuzuncu Yaş’ öyküsünün sonuna bile yetişemeden (“Ayağa kalk ve uzaklaş buradan. Kırılmış bir kemiğin filan yok!”), ayağa kalkacak dermanı kalmamacasına, kırık kemiklerini tespih gibi saya saya geçirdiği mutsuz yaşlarını uzatmadan devrini tamamlıyor.
Melek Kobra ilk kez “Melek” oyunuyla sahneye taşınmış oldu değil mi? Etkileyici olan neydi onun hikayesinde?
Kadınların sahneye çıkabilmeleri, kadın karakterleri canlandırma hakkına sahip olabilmeleri çok yeni. Bu coğrafya için de bu geçerli. Tanzimat dönemiyle başlayan modernleşme ve batılılaşmayla birlikte, gayrimüslim kadınlar sahneye çıkabiliyor. Ama hangi şartlarla? Hangi zorluklara göğüs gererek? Kim bilir toplumda hangi sıfatlarla anılarak? Osmanlı’nın son döneminde ise Darülbedayi kuruluyor. Müslüman kadın tiyatro öğrencileri oluyor Darülbedayi’nin. Ve Afife Jale! Zorluklarla sahneye çıkan, sahnede hayat bulan Afife Jale, bu mücadelesine yenik düşüyor. Çok zor şartlarda kimliğini bazen gizleyerek Anadolu turnesine çıkıyor, acılar çekiyor ve belki bu acılarını bir nebze dindirmek için morfin alıyor, morfinman oluyor ve maalesef trajik bir şekilde ölüyor. Zaten sadece sahneye çıkmanın bile zor olduğu bir alanda, eril bir hakimiyetin, bakış açısının, düşünce biçiminin olduğunu söylemek gereksiz bile. İşte biz kadınlar, şimdilerde bunu değiştirmek için sahnedeyiz, kendimizi, kadınları, kadınlığı daha iyi ifade edebilmek, bu eril dünyayı değiştirmek için. Zor ama imkansız olmayan bir mücadele bu. Ama uzun yıllar sürecek, bu kesin.
Niye Afife Jale’lerden söz edilir de kimse Melek’i tanımaz? “İlk” olarak anılmadığı için mi? Türkiye modernleşmesinin bir nesnesi olarak çerçeveye alınmadığı için mi?
Bu ilkler de bir başka mesele. Afife Jale sonuçta ilk kadın değil bu coğrafyada sahneye çıkan. Ama sahneye çıkan ilk Müslüman kadın olduğu söylendiği için önemli tutuluyor. Ama İstanbul Kadın Müzesi arşivine göre, amatör olarak da olsa sahneye çıkan ilk Müslüman kadın, Mevlüde Refik Hanım. Ayrıca Amelia adıyla sahneye çıkmış olan, daha sonra gerçek kimliğini tanıyanlar çıkınca tiyatroyu bırakan Emel Hanım da ilk diye geçiyor kaynaklarda. Atatürk’ün sahneye çıkmasını teşvik ettiği söylenen Bedia Muvahhit… Ama ne olursa olsun, bu kadınların yaşadığı zorluklar aynı. Bence, Melek kısa bir ömrü olduğundan tarihin sayfalarında yerini alamamış. Eğer günlük tutmasaydı ve ölümünden sonra annesi Seniye Hanım bu defterleri saklamamış olsaydı, belki onun hastalık döneminin iç dünyasını, belki de ‘kayda geçirdiği’ anları hiç bilmeyecektik. Söz uçar, yazı kalır...
Dinmeyen bir kadın olarak bana görünür Melek Kobra. Erkek egemen topluma kendini paralarcasına kafa tutmuş olduğunu düşünürüm. Ama bunun farkında olmadığını.
2006 yılında Gökhan Akçura’nın tesadüfen sahaflardan eline geçen üç defterlik hatıratını Melek, Melek Kobra olarak imzalıyor. Kim kendine kobra soyadını alır? Nasıl bir yılan türüdür bu kobra? Zehirli, düşmanlarını gördüğünde ya da tehdit altında olduğunu düşündüğünde kafasını ve boynunu şişirip, yerden yükselerek kendini daha büyük göstermeye çalışan bir yılan türü. Melek’in neden kendine bu soyadı yakıştırdığını bilmiyoruz. Ancak birçok yorumda bulunabiliriz. Ben, Melek’in ona zarar vermiş, onu aşağılara çekmiş olan tüm insanlara, babasına, eşine, iş arkadaşlarına, seyircilere, çeşitli nedenlerle -ama büyük olasılıkla maddi nedenlerden- birlikte olmak zorunda kaldığı erkeklere karşı bir koruma mekanizması yaratma isteği yüzünden kendine bu soyadını yakıştırdığını düşünüyorum. Ama tabii bu yoruma bağlı olarak ya da bağımsız olarak birçok fikir üretilebilir. Bu benim şahsi fikrim.
Melek’in hayatını siz Tiyatro Boyalı Kuş olarak bugünden baktığınızda nasıl görüyorsunuz?
Bu oyunun yazarı, ekibimizin 2008 yılından beri üyesi olan Rüstem Ertuğ Altınay. New York Üniversitesinde Türkiye modernitesi ve beden politikaları üzerine doktora çalışmasını tamamlamak üzere olan Ertuğ, halen orada okutman. Melek özelinde, cumhuriyetin ilk dönemlerinde kadınlara yüklenen roller ve kadınların örnek alınacak rol modellerine dönüştürülmesi meselesi oldukça açık görünüyor. Bohem bir sanat camiasının üyesi olan Melek, sanatçı bir aileden geliyor, bohem bir dünyanın içine doğuyor adeta. Modernitenin ilk yoğrulduğu alanlarından biri zaten sanat. Batılılaşmanın övüldüğü, medeni görüldüğü bir dünyanın içinde Melek. Yazarımız da bunu öne çıkartıyor zaten. Hatıratını hepimiz okuduk. Ancak hatırat, Melek’in hastalık zamanlarını anlatıyor sadece. Ama üç defterlik hatıratı, bize Melek’in düşünme biçimini, duygulanımlarını ve kullandığı dili anlamamız konusunda çok yardımcı oldu. Bazı insanlar, Ertuğ’un hatıratı oyunlaştırdığını sanıyor. Ancak Ertuğ’un yazdığı oyun tamamen dönemin gerçeklikleriyle, dönemin mekanlarıyla derlenmiş, o dönemin koşulları ve diliyle harmanlanmış yepyeni ve orijinal bir oyun metni. Yani seyrettiğiniz oyun hem gerçek hem değil. Çünkü seyrettiğiniz anıların, hikayelerin olup olmadığı hakkında bir fikrimiz yok. Bu oyunda birçok şey kurmaca. Hatırattan ve başka kaynaklardan bazı veriyi kullanarak, Ertuğ dönemsel ilişkilerle kendi hayal gücünü katıyor oyuna. Ama bunların ya da benzerlerinin yaşandığı oldukça muhtemel. Hatırattan sadece çok az kısmı oyuna dahil etti Ertuğ. Ameliyatını anlattığı ya da beraber olduğu adama yazdığı mektup gibi.
Siz onun yaşamına “bir başaramama hikayesi” diyorsunuz…
Ben Melek’e bir başaramama hikayesi diyorum, Ertuğ kaybeden hikayesi diyor. Erken Cumhuriyet döneminde, bir sanatçı kadının, evet başaramama hikayesi, özellikle de trajik sonuyla bir yok olma hikayesi. Melek başaramıyor, olması gereken, olması beklenen bir kadın olamıyor. Hayatı başarısızlıklarla dolu aslında. Baba olamayan bir babanın kızı, eş olamayan bir adamın eşi Melek. Güzellik yarışmasına girip, ilk on ikiye bile giremeyip on üçüncü olan ve tacı kuzeni Keriman Halis Ece’ye kaptıran bir kadın. Üstelik kuzeni hem Türkiye hem de dünya güzeli oluyor. Çabalamak, mücadele etmek ama sonunda yenilmek, Melek’in hikayesinin iskeleti aslında. İdeal kadın tahayyüllerini gerçekleştiremeyen binlerce kadından biri sadece Melek. O yüzden bizler için çok önemli, çünkü başaran kadın hikayelerinin anlatıldığı, değerli kılındığı ve yeni nesillerden bu modelleri örnek almasının beklendiği bir modernite söylemi var. Bizler ise, işte başaramayan, kaybeden kadını anlatıyoruz. Bir anlamda bu modernite söyleminin baskınlığını ya da bir başka deyişle modernite anlatısını da kırıyoruz böylece... Melek’in hikayesi de bu söylemi gerçekçi kılmıyor büyük resmin içinde. Kocası onu 24 yaşına kadar bunca şey yaşamış bir kadın, eğer bu kadar genç ölmeseydi neler yaşardı, sonu nasıl olurdu diye düşününce, çok emin değilim hala başarabileceğine. Çünkü aslında Afife Jale’nin morfinman olması, Cahide Sonku’nun alkolik olması gibi, Melek de kokain bağımlısı. Bu bağımlılık olayının belki birçok yorumu olabilir ama aklımdan şu hiç çıkmıyor. Bir eroinmana neden eroin kullandığını sormuşlar, o da “hiçbir acı kalmıyor” demiş. Bu kadınlar da görünen ve görünmeyen acılarını morfinle, alkolle, kokainle dindirmeye çalışmışlar ve hepsinin de sonu maalesef oldukça trajik olmuş. Melek’e baktığımızda; hayırsız, onu başka kadınlarla aldatan ve hasta olduğunda hiç ilgilenmeyen o ‘meşhur’ dublaj kralı Ferdi Tayfur alıştırıyor onu kokaine. Yani Melek’in özelinde değil bu mesele, modernitenin kaybedenleri bu kadınlar, adlarını bildiklerimiz kadar bilmediklerimiz de.
"Operet kralının kızı, dublaj kralının karısı, güzellik kraliçesinin kuzeni...” En olmak istemediğimiz cümle bu değil mi? Birinin karısı, birinin kızı, birinin annesi… Peki ya biz, kendimiz, aslında neyiz? Melek Kobra’nın kısa yaşamının hüzünlü son durağı, ölümümüzün bile ecel olmadığını gösteriyor. Bunu kadınlara sadece aşk mı yaptırır?
Ertuğ’un metninde en çok sevdiğim repliklerden biri işte bu! Tam da bunu söylemek istiyoruz zaten, kendi olabiliyor mu acaba Melek herhangi bir zaman? Babası, halası, kocası, kuzini... Hep başkaları üzerinden tanımlanıyor. En azından şimdiden bakınca. Ama gerçek Melek kim? Bilmiyoruz. Oyunla bile bunu anlatmıyoruz, çünkü bizler de bilmiyoruz. Bana göre, Melek babasız bir aile ortamında, annesinin mutsuzluğuyla bir çocukluk geçirmiş. Arada bir eve gelen babasının hayali, annesinin çaldığı piyano, müzikle dolu ama hüzünlü bir ev... On beş yaşında girip de kazanamadığı güzellik müsabakası, babasının topluluğuna girişi, Ferdi ile tanışması ve aldatılıp terk edilişi... Ferdi özellikle hatıratta en çok beklediği kişi aslında Melek’in. ‘Hayırsız babadan sonra hayırsız bir koca...’ 24 yaşındaki bir kadının hayatında önemli bir şeydir tabii aşk. Üstelik bedeniyle savaş halinde olan bir kadın için, belki de elinden alınan kariyeri, oyunculuğu, şarkıcılığına karşılık tutunabildiği tek şey, hayalini kurabildiği tek şey Ferdi’ye aşkı. Ama bu aşk, bu tutku da maalesef karşılıksız. “Melek”te bu umutsuz aşkı ve bekleyişi de anlatmaya çalıştım. Özellikle umutsuz olan bekleyişi.
Yeşim Koçak’ın yorumu çok konuşuluyor. 20 kasım akşamı Ankaralı seyirciler de bu performansı izleme şansına sahip olacak. Koçak’ın oyun gücü hakkında yönetmen olarak ne söylersiniz?
Yeşim Koçak Türkiye’nin sayılı kadın oyuncularından. Bugüne kadar birçok iyi prodüksiyonda yer aldı. Tiyatro Boyalı Kuş ile de bu üçüncü çalışması. Zaten “Melek” oyununu birlikte çalışabileceğimiz ve Melek’in bu kadar yakışabileceği bir başka kadın oyuncu düşünemiyorum. Yeşim ile çok güzel, çok yaratıcı, düşüncelerimizi rahatça paylaştığımız, oyunu an an dantel gibi işlediğimiz bir prova zamanı geçirdik. Yeşim çok akıllı ve zeki bir oyuncu, yeteneğinin yanı sıra. Ertuğ’un metnini kelime kelime birlikte çalıştık, yaratıcılıklarımızı, akıllarımızı, sanatımızı, duygularımızı koyduk her anın içine. Şimdi ise ben reji rolümden teknisyenlik rolüne geçtim. Oyunun ışık ve müziğini ben kumanda ediyorum ve bu inanılmaz keyifli bir süreç. Provalardaki gibi, Yeşim ile birlikteyiz, hala üretim halindeyiz, birlikte oynuyoruz. Zaten doğrusunu söylemek gerekirse, bu oyunu Ertuğ yıllardır teklif ediyordu bana, ama Yeşim olmasa bu oyunu yapmazdık diye düşünüyorum. Biraz da Yeşim için yazdığımız bir oyun “Melek”. Yeşim’in oyunculuğunu, çalışkanlığını, disiplinini, yaratımını ve insanlığını çok seviyoruz. Çok da yakın arkadaşımız, dostumuz zaten. O kadar keyifli bir dönemin içindeyiz ki Yeşim’le, sanki Melek’i tekrar yaşatıyoruz. Zaten oyunu seyredenlerin yazdıklarından da bu açıkça görülüyor. Yeşim sahnede Melek oluyor ve Melek’in olmak istediği bir yıldız gibi parıl parıl parlıyor. Yeşim çok zeki bir oyuncu. Yeteneği, çalışkanlığı ve zekasıyla inanılmaz bir oyunculuk sergiliyor Melek’te. Bazen oyun esnasında seyirci gözünden bakıyorum sahneye. Kendimi işin dışında tutup uzaklardan bakıyorum ve arkadaşımla gurur duyuyorum, içim kıpır kıpır oluyor. Melek Kobra zaten oyuncu olduğu için Yeşim, bir oyuncu edasıyla kendi oyuncu kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Zaten seyirciler olarak Melek’in Cerrahpaşa Hastanesi’ndeki hasta odasına bir duvardan doğru bakıyoruz. Tiyatroda dördüncü duvar diye nitelendirdiğimiz yer aslında bu oyunda gerçekten hastane duvarı. Bir yatak ve bir pencere var sadece sahnede. Sahne yalın ve yalnız. Melek yalın ve yalnız. Yeşim yalın ve yalnız. Sahnenin tasarımı, Melek’in durumu Yeşim’in kurduğu oyunculuğa çok hizmet ediyor. Her anını doya doya oynadığını görüyorum Yeşim’in. Oynamaktan bıkıp usanmayacağı bir oyun Melek. Üstelik gerçekten çok güzel şarkı söylüyor. Babasının ve halasının bestelerinden iki şarkı söylüyor, Nihavend makamında. (SD/ÇT)
Feminist tiyatro Tiyatro Boyalı Kuş, 13. yılında Ankara Tiyatro Festivali'nde seyircisiyle buluşacak. 1930'ların operet, tiyatro, sinema ve dublaj sanatçısı Melek Kobra'nın yaşamını konu alan oyunu Rüstem Ertuğ Altınay yazdı. Rejisi Jale Karabekir'e, dramaturjisi Nelin Dükkancı'ya, koreografisi Gökmen Kasabalı'ya, kostüm tasarımı Burcu Rahim'e, ışık tasarımı Erdem Çınar'a ait olan bu tek kişilik oyunda Yeşim Koçak oynuyor. “Melek”i 20 Kasım çarşamba akşamı 20.00’de, Selanik Caddesi 41 numaradaki Çağdaş Sanatlar Gösteri Merkezi’nde izleyebilirsiniz. Ankara’daki bu tek gösterimi kaçırmayın; en çok da Yeşim Koçak’ın uzun süre akıldan çıkmayacak oyunculuğunun tadına varmak ve sahnede Melek’e can verirken nasıl devleştiğini görmek için. Bilgi için: 0 312. 425 17 51 |