Meksika, Tamaupilas bölgesinde PRI'dan ( Devrim Enstitüsü Partisi)aday olan Rodolfo Torre Cantu 28 Haziran Pazartesi sabahı Golf Uyuşturucu Karteli'nin gönderdiği bir kamyon dolusu adam tarafından resmen katledildi. Latin Amerika medyası o günden bu yana yerel seçimlere sadece bir hafta kala gerçekleşen bu suikastı konuşuyor. Golf Karteli'nin Tamaupilas bölgesindeki etkisi ve gücü tartışılmaz.
Yıllardır bütün seçimleri çeşitli yollarla maniple edip, kendi finanse ettiği adayları seçtirmeyi başaran oluşum için Cantu'nun öldürülmesi, organizasyonun çıkarlarının korunması açısından şarttı. Bu sebepten sabahmış, insanlar görürmüş, bütün dünya bu olayı konuşurmuş, hükümet " sözde" kartelin peşine düşermiş gibi olaydan sonra ortaya çıkması muhtemel problemler örgütü rahatsız etmedi anlaşılan.
Cantu'nun öldürülmesinden 48 gün önce ülkedeki en önemli politikacılardan biri olan Diego Fernandez de Cevallos yine bir uyuşturucu karteli tarafından kaçırılmıştı. (Bu kaçırma olayı oldukça spekülatif, kimilerine göre halkın Calderon hükümetinin uyuşturucu kartelleriyle olan savaşına dikkat çekmek ve halkın desteğini kazanmak amaçlı planlanmış olma ihtimali çok yüksek.) Yine uyuşturucu, kartel hayatı gibi sözlerin ağırlıkta olduğu şarkılarıyla tanınan EL Shaka lakaplı meşhur şarkıcı Sergio Vega'nın da 26 Haziran'da Sinaloa kentinde vereceği konser öncesi öldürülmesi, ülkede uyuşturucu kartellerini temizlemek, aynı zamanda ABD'de gün geçtikçe güçlenen, uyuşturucu satışlarının büyük bir bölümüne egemen olan Meksika kartel ağlarını zayıflatmak için ABD hükümetiyle ortak geliştirilip Calderon ve Bush döneminde yetki sınırları artırılan Plan Meksika'yla ilgili var olan şüpheleri artırdı.
Uyuşturucu kartelleri ve toplumu ele geçiren şiddet
12 Nisan 2010'da yayınlanan hükümet raporlarına göre uyuşturucu kartelleriyle olan savaşta 2006 yılından bu yana yaklaşık 23 bin insan öldü ve yine bu yılın ilk üç ayında ölü sayısı 3 bin 365'e ulaştı. Bu ölümlere ek olarak kartellerin, kaçırma, tecavüz, sakat bırakma gibi tehdit amaçlı şiddet yöntemlerine başvurduklarını da unutmamak lazım. Sinaloa, Tijuana, Cuidad Juarez (Juarez şehri), Michoacan ve Guerrero gibi bölgelerde insanların uyuşturucu kartellerine bulaşmadan hayatlarını idame ettirmeleri neredeyse imkansız.
İşsizlik ve ailelerine yönelik sürekli tehditlerle yaşamak istemeyen herkes kartellerle işbirliği yapmak zorunda. İşbirliği derken uyuşturucu satmaktan değil; susmak, suça ortak olmak, ölümleri göz ardı etmek ve rüşvet alıp istenilenleri yapmaya razı bırakılmaktan bahsediyorum. Kartellerin öldürme, kaçırma yöntemleri farklılık gösterirken bu uygulamalar arasında 'kafa kesme' bir hayli yaygın. Ülke medyasının da uyuşturucu kartelleri tarafından kafası kesilen insanların görüntülerine yer vermesi şiddetin toplum içerisinde normalleştirilmesinde önemli bir etken.
Medyanın, Calderon hükümetinin uyuşturucu kaçakçılarına karşı Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte yürüttüğü savaşı desteklemek amacıyla şiddetin dozunu artırıp halkı terörize edişi bana Türkiye'yi anımsatıyor.
Çözümsüzlüğü teşvik etmek ve silah alımlarını, askerin günlük hayattaki rolünü topluma kabul ettirmenin yolu halkı ikna etmekten geçiyor. Fakat Meksika halkı pek ikna edilmişe benzemiyor. La Jornada gibi Meksika'nın önde gelen gazetelerindeki yazarlar ve ülkenin önemli akademisyenleri, Calderon hükümetini bu planla Meksika'yı yavaş yavaş Kolombiya'ya çevirmekle suçluyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü(HRW) bu seneki raporunda Plan Meksika'yla başlayan süreç içerisinde insan hakları ihlallerinin nasıl artış gösterdiğine dikkat çekiyor. Polis ve askeri güçlerin kartellerle savaşırken suçsuz sivilleri çekinmeden öldürmeleri korku ve şiddetin günlük hayatın her alanına girerek hiç olmadığı kadar görünür kılınmasına yol açıyor. Tüm bunlara rağmen sorunun çözümüne dair hiçbir gelişme yaşanmaması planın istenilen sonucu vermediğini kanıtlıyor.
Plan Kolombiya ve tekrar edilen hatalar
Bugün Meksika'da yaşanan şiddeti ve Plan Meksika'nın bu şiddeti durdurmadaki başarısızlığını anlamak için ABD'nin Plan Kolombiya'daki hatalarını anımsamak ve bu hataları Plan Meksika'da tekrar etmekteki ısrarı üzerinde durmakta yarar var. Hata derken şundan bahsediyorum: ABD hükümeti yetkilileri, 'Plan Meksika'da' gördüğümüz gibi Plan Kolombiya'da da uyuşturucu kartelleriyle mücadelenin en çok askeri boyutuna yatırım yapmayı tercih etmişti.
Fakat gün be gün ortaya çıkıyor ki uyuşturucu kartellerinin Meksika ve Kolombiya'daki etkisini azaltmanın yolu silahlı müdahalelerden çok yargı tarafsızlığının sağlanması adına kartellerin yargı üzerindeki etkisinden arındırılması, gençlere ve köylülere iş olanakları sunulması, polis teşkilatlarındaki yolsuzlukların önlenmesi, eğitime yapılan yatırımların arttırılması gibi uygulamaların yürürlüğe konmasından geçiyor.
Askerlerin bir tür iç savaş halinde, şehirlerde, kasabalarda, köylerde gerçekleştirdiği saldırılar bu kartellerde ailelerinin geçimlerini sağlamak için baskıyla çalıştırılan binlerce insanın katledilmesinden başka bir sonuç vermiyor. Kartellerin başında, milyon dolarlık evlerinde yaşayan liderler DF'de Bogota'da, Miami'de ultra güvenli bir şekilde hayatlarına devam ediyorlar.
Geçen sene Latin Amerika ve Güvenlik Politikaları adlı bir seminerde hocamın söyledikleri aklıma geliyor : "Uyuşturucu karteli liderlerinin çocukları sizin oturduğunuz dairelerde, sizin gittiğiniz okullarda, sizin yemek yediğiniz lokantalardalar. O tehlikeli Villa'larda, barriolar'da (gecekondu mahalle) yaşayanlar sadece bu insanlar için çalışmak ( öldüren çalan, kaçıran) zorunda kalan yoksullar."
Eğer gerçek amaç bu kartelleri etkisizleştirmekse savaşı başka bir cepheden yürütmek gerekiyor. Ve yine son olarak bence bütün bu olanları sona erdirebilecek uyuşturucu maddelerin yasallaştırılması seçeneğinin neden hiçbir şekilde gündeme gelmediğini de sorgulamak gerek. Acaba milyonlarca dolara mal olan bu "Planlar", kartelleri etkisizleştirmek değil de silah tüccarlarının, politikacıların çıkarlarını korumak için tasarlanıyor olmasın? (SA/TK)
* Sena Akalın, Buenos Aires FLACSO Uluslararası İlişkiler Master öğrencisi.