“Genel olarak dünya tarihinde rejimler ne kadar faşizanlaşır ve baskıcı olursa kültür sanat o kadar artar. Bu hep böyle olmuştur. Hitler olmasa, Brecht olmazdı. Sen ne kadar baskı yaparsan, yeraltından o kadar karşı hareket çıkar. Sen ne kadar cinselliği ve içkiyi bastırırsan, o kadar alem olur. O da bunun gibi bir şey. Bence cumhuriyet tarihinin en kötü sürecini yaşıyor olsak da tiyatroda patlama oldu, yüzlerce tiyatro var. Daha çok tiyatro demek, daha çok kadın demek.
“Kadınlar belli bir noktaya geldiğinde ve ilerleyecek olduklarında, ‘Nasıl iş ya, şimdi başımıza bir kadın mı getireceğiz? Patron kadın mı olacak? Olacak iş mi?’ diyen ataerkil bir yaklaşım var Türkiye’de. Bu nedenle de genç kadınların ‘Nasıl olsa bir yere kadar. Kadın olarak beni nasıl olsa ilerletmezler’ dediklerini çok duydum.”
Mehmet Ergen İngiltere’de 30, Türkiye’de 10 yıldır yönetmenlik yapıyor. İki ülkede toplam 100’den fazla oyun yönetti. Türkiye ve Hollywood’da filmlerde rol aldı. Benim de amatör olarak oyunculuğa ilk başladığım Londra’daki Arcola Tiyatrosu’nun ve İstanbul’da Talimhane Tiyatrosu’nun kurucusu.
Türkiye’de bireysel olarak kadın oyun yazarları var, isimleri sıkça anılır da oldu. Ancak bireysel çıkışlar, tiyatroda cinsiyet eşitliğini sağlamıyor. İngiltere gibi Türkiye genelinde de tiyatroda ve tiyatronun her iş kolunda eşitliğin sağlanması şart.
Ergen’e göre kilit çözüm yolları; Devlet Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenleri’nin politik olarak kararlar alması ve kadınların da inisiyatif eksikliğinden vazgeçmeleri.
Bende bu röportajı yapma fikrini doğuran ise, Mehmet Ergen’in sosyal medyadaki bir paylaşımı oldu:
Bu verileri nereden aldınız?
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü (DT) sezon başında anons etti, ben de oyunlara ve oradaki isimlere bakarak kendim hesapladım.
"Tiyatroda kadın erkek eşitsizliği, trafik gibi farkediliyor"
Bir erkek olarak neden böyle bir hesaplama ihtiyacı duydunuz?
Başka bir ülkeye gittiğiniz zaman, yaşadığınız ülkeye göre farklı olan her şey hemen dikkatinizi çeker. İngiltere’de uzun süredir çalıştığım için Türkiye’ye geldiğimde, birden kültür farkını ya da trafiğin farklı işlediğini hemen nasıl farkediyorsam, tiyatro yapan biri olarak tiyatro işlerinde farklı giden işler de hemen dikkatimi çekiyor.
Oyun yazarlığı İngiltere’de nasıl işliyor?
Arcola’da (Londra) dört yıllık planı Kültür Bakanlığı’na sunuyoruz, ne yapacağımızı yazıyoruz. Her yıl 5-10 yazara gereken bütçe ve oyun siparişi veriyoruz. Ama oyun yazarı dağılımında cinsiyet eşitliğini sağlıyoruz. Beş kadın yazardan oyun isterken, beş de erkek yazardan istememiz lazım. Tabii yazılan her oyunu oynamıyoruz ama oynanacak oyunlar arasında da bir cinsiyet dengesi kuruyoruz.
"Kadın yazarlar adlarını değiştirdi"
İngiltere’de de bu eşitsizlik çok barizdi. Shakespeare döneminde erkekler kadın rollerini oynuyorlardı. Nasıl aşıldı?
Aslında bu durum, dünyanın her yerinde, tarihten bugüne dengesiz bir şekilde gelmiş. İngiliz edebiyatında da 18. ve 19. yüzyıl, yazması yasak olan kadınlarla dolu; kompositörse bir kadın onun da beste yapması yasaklanmış. George Eliot gibi bir yazar bile adını değiştirmek zorunda kalmış. Ama 1960 ve 70’lerde kadın hareketi başladı; kadın, gey, lezbiyen tiyatrolar başladı ve kendini öne çıkardı. Bu değişimin temelleriydi. Şu anda her alanda yüzde 100 olmasa da çok daha eşit bir durum var.
Yönetmenlikte durum nedir?
Yönetmenlik ya da teknikte de eşitlik var. “Işık ve dekorda Neil ya da Richard’ı çok kullandık, bu sefer kadınlardan seçelim” deniliyor. Her departman kendi içinde birbirini uyarıyor. Türkiye’de kadın yönetmen sayısı da az, genel sanat yönetmen (GSY) sayısı da az, teknik dendiğinde zaten gözlerinin önüne sadece erkek geliyor.
Eşitliğin sağlanıp sağlanmadığını denetleyen mekanizma nedir? Kim denetliyor?
Denetleyen bir mekanizma yok, herkes kendisi denetliyor. Bu kültürel bir mesele, alışkanlık.
Ankara kolonisi
Sizce Türkiye’de ne olması gerekiyor ki aynı seviyeye gelinsin?
GSY’lerin bu konuda titiz olmaları ve inisiyatifi ele almaları gerekiyor. Unutuyorlarsa birilerinin hatırlatması gerekiyor. Gerçi Türkiye’de gereken konuları hatırlattığınızda “Evet, zaten aklımızdaydı” deniyor ama harekete geçilmiyor, kompleks sorunu da var.
DT’ye baktığımızda, dünyanın en büyük ödenekli tiyatrosu aslında. Ama bölgesel ya da şehirsel oyunlar çıkmıyor. Karadeniz’den hamsi ve fıkralarıyla ilgili, Adana’dan pamukla ilgili çok güzel oyunlar çıkabilir. Ama GSY gittiği şehirde Ankara kolonisi oluşturuyor ve Türkiye’nin her yerinde aynı oyunlar oynanıyor. Gidilen bölgenin sorununu dile getiren oyunlara yer verilmesi demek, her bölgenin kendine has kadın-erkek sorunlarının da dile gelmesi demek.
Yazmak ve yazdırmak kolay ama oyun yazarının ödenekli tiyatroda öne çıkması o kadar zor bir süreç ki. Bu nedenle GSY’ler gittikleri şehirlerde yazarlara alan tanımalı.
Engel Ankara’ya bağlı olması mı?
Evet, DT bağımsız değil, hepsi merkezinden Ankara’dan yönetiliyor. Mesela DT 60. yılında 60 yerli oyun aradı, ama ertesi yıl unuttu bu projeyi, bir daha da yapmadı.
Tiyatro biraz geriden geliyor. Bugün Türkiye’de en çok izlenen TV programı ve diziler yerli, dinlenen müzik yerli ama tiyatroya gelince repertuvarın yüzde 90’ı yabancı. Yerli oyun yönetmenin de işine gelmiyor, yönetmen iyi oyunla iyi iş yapmak istiyor. Yerli oyun konusunda Türkiye kendini geliştiremedi, o nedenle asıl üzerinde durulması gereken yerli yazar yetiştirme konusu. Bu da kolay bir şey değil.
Tiyatroda kadınlar neyin mücadelesini yeterince veremedi de tablo iyileşemedi?
Tiyatroda kadınlarda inisiyatif eksikliği çok fazla. Mesela oyun yazarlarından benimle iletişime geçenler, “Bu oyunu DT’ye götürsem de ilgilenmezler” gibi düşünüyor. Ama onlar yapmazsa, alternatif sahneler yapabilir. Böyle bireysel çıkışlar oldu da. Ama politik olarak yapılmazsa rakamların yükselmesi çok kolay değil.
Nasıl bir politika?
GSY diyecek ki, “Bu yıl 10 tane oyun anons ediyorum ama bunun en az 3-4 tanesinin yazar ve yönetmenini kadınlardan seçeceğim.” İngiltere’de “Yarısı kadın olacak” deniliyor ama bu yaklaşım gelenek haline gelmiş durumda. Türkiye’de de yarısı denmeli ama bu gelenek haline gelmediği için en azından 3-4’ü denmeli. Adana DT çıkıp böyle bir açıklama yapıp uygulasa, Antalya da, Van da yapacaktır. Ama Kültür Bakanlığı’ndan bir genelge gelmesi bekleniyor.
İngiltere’de GSY’de tablo nasıl?
Son 10 yıl içerisinde, İngiltere’de Royal Court’un, Shakespeare’s Globe’un başına kadın geçti. National Theatre’a her yeni GSY atanacak olduğunda “Ne zaman kadın atanacak?” diye konuşuluyor. Royal Shakespeare Company’nin asistan GSY’si kadın oldu. Tiyatrolar artık “Ne kadar erkek varsa o kadar da kadın olacak” diyor.
Türkiye’de büyük çoğunluğu erkeklerden oluşan GSY’den böyle bir inisiyatifi nasıl bekleyebiliriz ki?
Yapar, yapabilir. Dediğim gibi hatırlatılması, uyarılması lazım.
GSY’lerin inisiyatif alması bu sorunu çözmek için yeterli mi?
Tabii ki tek başına yeterli değil. Bağımsız tiyatrolara da görev düşüyor.
İstanbul’da sahne sayısı 170 civarında, buralarda ayda 200 farklı oyun oynanıyor. En azından özel tiyatroların çoğunun, “Biz kadın odaklı oyunlar koyacağız” demesi lazım. Yapanlar da var. Ama şöyle bir sorun da var; kadın odaklı dendiğinde ilk akla gelen kadına şiddet, kadının toplumdaki yeri gibi konular oluyor. Bu sakil bir durum.
Avrupa’da engelli sanatçılardan oluşan Greaea diye önemli bir tiyatro var, Brecht, Sophocles oynanıyor. Seyirci ilk başta ilginç karşılıyor ama 10 dakika sonra oyuncuların engelli oluşuna değil oyuna odaklanıyor. Türkiye’de engelli tiyatro dendiğinde engelli vatandaşların karşılaştıkları zorlukları anlatıyor ama ben onu zaten biliyorum. Aslında herkes de biliyor. Bu zaten bir eğitim projesidir, sanat projesi değil.
Bunun sebebi Türkiye’de engelli ya da kadınların sorunları konusunda toplumun hala eğitilememiş olması olabilir mi?
Bu eğitimi oyun içinde 2 dakika yapsan yeter. Biz her anlamda geri gidiyoruz. Ben Damdaki Kemancı’yı yaptım; herkes “Broadway gibi olmuş” diyor. Niye şaşırıyorlar ki? Bugüne kadar kimse yeni bir reji ile yapmamış.
Son 10 yıldır Türkiye’de tiyatrolara gittiğimde hep eleştirdim; “Neden gey, lezbiyen, başörtülü kadın yok, yerli yazar yok?” diye. Ben kaliteden çok sayıyı artırmak lazım diyordum. Türkiye’de farklı illerde yaptığım “Oyun Yaz” atölye çalışmalarından çok sayıda oyun, kadın yazar çıktı ve bazı oyunlar yıllardır DT ve Şehir Tiyatroları’nda oynanıyor. Bu oyunlar daha iyi noktaya gelebilir. Burada da yönetmenlere iş düşüyor.
Son 15 yıldır Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun tiyatroda kadının varlığına etkisi ne oldu?
Genel olarak dünya tarihinde rejimler ne kadar faşizanlaşır ve baskıcı olursa kültür sanat o kadar artar. Bu hep böyle olmuştur. Bir Hitler olmasa Brecht olmazdı. Sen ne kadar baskı yaparsan, yeraltından o kadar karşı hareket çıkar. Sen ne kadar cinselliği ve içkiyi bastırırsan o kadar alem olur. Bu da onun gibi bir şey.
Bence cumhuriyet tarihinin en kötü sürecini yaşıyor olsak da tiyatroda patlama oldu, yüzlerce tiyatro var. Daha çok tiyatro demek daha çok kadın demek. Önemli olan büyük tiyatroların sözünün öne çıkıyor olması. Yani DT ya da Şehir Tiyatrosu, “Biz bundan sonra yüzde 50 kadın yazar yapacağız” derse bu bir farkındalık olur ya da bir kadın yönetmen bu tiyatrolara gittiği zaman ona atlamaları lazım. “Aman sen gel, teşvik edelim, kadınların öne çıktığı oyunlar yapalım” demeliler. Kadın oyuncular yalnızca bilmem kimin karısı, bilmem kimin kızı olmasınlar. Oyunu yönlendiren karakterlerin kadın olması meselesi öne çıksın, çünkü zaten dünyanın her yerinde seyircinin çoğunluğu kadın.
Karısını öldüren bir adam mahkemede kravat taktı diye iyi hal indirimi alırken ve şort giydiği için otobüste bir kadın tekmelenirken bu ülkede, “Tiyatroda yazar ve yönetmenin yarısı kadın olsun” denilebilir mi?
Bence bu kararın iktidarla ilgisi yok. Yapılır, yapılabilir. Yapan DT’ler örnek alınsın.
“Bu görev bana verilse 5 yılda çözerim”
Pekiyi siz kendi tiyatrolarınızda kadın-erkek eşitliğini her iş alanında sağlayabiliyor musunuz?
Arcola’nın GSY’si kadın, geçen yıl yine İran kökenli bir kadına oyun yaptırdık, asistan yönetmenlerimiz kadın; Ece Temelkuran’la çalışmalarımız oldu ve Elif Şafak’ın bir romanını oynadık. Kadın yazar Lucy Kirkwood‘un, kadın seks trafiğini anlatan oyununu yaptık. Yazar ve yönetmenlerin yüzde 90’ı kadın. Bizim tiyatroda benden başka herkes neredeyse kadın.
Ben bunu kendi tiyatromda yapıyorum ama Türkiye’de bu sorunun çözülmesi için büyük tiyatroların da bu yönde hareket etmesi lazım. Bana böyle bir görev verilse 5 yıl içerisinde her şeyi değiştiririm ve alışkanlık haline getiririm.
Bir erkek yönetmen olarak siz, kadınlara hiç cam tavan uyguladınız mı ya da uygulandığına şahit oldunuz mu?
Ben tam tersi kadın yazar arkadaşları sürekli DT veya Şehir Tiyatroları’na girmeleri için zorluyorum. Ama cam tavanı duydum. Kadınlar belli bir noktaya geldiğinde ve ilerleyecek olduklarında, “Nasıl iş ya, şimdi başımıza bir kadın mı getireceğiz? Patron kadın mı olacak? Olacak iş mi?” diyen ataerkil bir yaklaşım var Türkiye’de. Bu nedenle de genç kadınların “Nasıl olsa bir yere kadar. Kadın olarak beni nasıl olsa ilerletmezler” dediklerini çok duydum.
Bu konuda sendika ne yapıyor, ne yapmıyor ya da ne yapmalı?
Sendikanın varlığı çok iyi, iyi ki var. Ama çok etkin olduğunu düşünmüyorum. Mesela gelip bizim tiyatromuzla konuşmuyor. Kötü bir şey söyleyemem çünkü zor koşullarda kuruldu. Sendikalı oyuncular koşulların değişmesi için rest çekemiyorlar çünkü “Nasılsa başka biri gelip oynayacak” diye düşünüyorlar.
Sendika eylem için kurulur. Konservatuvar öğrencilerine üyelik kartı çıkarılabilir, geleceğin oyuncuları şimdiden kazanılabilir. Sendikanın aldığı kararlar var ama önemli olan kararların hayata geçirilmesi. Bir de sendikanın başında genellikle ünlü insanlar oluyor ama bu insanların sendikal çalışmalar için ne kadar vakti olabilir ki?
51 kişilik "Damdaki Kemancı" oyununu çıkardım ama sendikadan bir kişi gelip denetlemedi, oyuncuların hiçbirine “Sendikalı mısın?” diye sormadı. Bir işveren olarak bu durum çok iyi, çok rahat çünkü ne yapsam olur. Sendika beni bir şeye zorlamıyor. Ama tabii ben akşam 6’ya kadar çalışırım ve çalıştırırım. Ortam soğuksa, yemek yoksa provayı durdururum. Hafta sonu oyuncularımı çalıştırmam. Kimse denetlemiyor; ben İngiltere alışkanlığımdan dolayı kendi kendimi denetliyorum. Sendika en basit sorunlar için bile bir şey yapamıyor, şu anda kadın sorunu için zor yapar. (LA/ÇT)