Çoğu zaman bir şarkı yalnızca bir şarkı değildir. Hele ki o şarkı, sürgünde yazılmışsa, yasla beslenmişse, direnişin ezgisine dönüşmüşse... “Cahiltî Venagere” böyle bir şarkı. Koma Wetan’ın 1979’da kaydettiği ve Kürt müziğinin belleğine kazınan bu parça, şimdilerde Mehmet Atlı’nın sesiyle, yeniden dinleyici ile buluştu.
Cazla yorumlanan bu şarkı sadece bir şarkı değil diyerek abartmıyorum sanırım zira bu şarkı aynı zamanda bir halkın hafızasına, diline ve direncine kurulan bir köprü.
Mehmet Atlı, yaklaşık otuz yıldır bu köprünün taşlarını döşüyor.
Sanatçı Mehmet Atlı ile geçmişten günümüze uzanan müzikal yolculuğunu ve şimdilerde gündemde olan demokratik toplum sürecini konuştuk.
“Neslimiz politize oldu, müziğimiz ve edebiyatımız da”
Çocukluğunuz Diyarbakır’da geçti, o dönemki toplumsal atmosfer size nasıl yansıdı?
Ortaokul, lise yıllarından spesifik bir tarih versem; 1988 Halepçe Katliamı vesilesiyle, yaşadığım kent Diyarbakır'da bir süredir yükseltmekte olan Kürtlerin kimlik temelli toplumsal muhalefeti daha bir gözle görülür oldu gözümde diyebilirim.
Özellikle katliamdan kaçan, kırımdan kaçan, buralara sığınan peşmergeler ve ailelerini Diyarbakır'da görmemiz zaten bildiğimiz kimlikle ilgili problemleri ve 12 Eylül'den o tarihe kadar üstü bir ölüm sessizliğiyle örtülmüş ya da bir tür ölü toprağı serpilmiş olarak biraz kıyıya köşeye çekilmiş bir tür toplumsal muhalefeti daha görünür kıldı.
Diyarbakır Cezaevi’nin de bulunduğu, büyüdüğüm semt Bağlar’da özellikle. İşte, diyelim ki PKK'nın silahlı mücadele kararı almış olması ve kırlarda çatışmaların başlamış olmasını duyardık. Haberlerde okurduk. Cezaevi’nden gelen kötü haberleri duyardık… Ama kentin sokaklarında bu meselenin büsbütün görünür hale gelmesi 1988 Halepçe katliam süreçlerini buldu. Daha da bir hissedilir oldu problem.
1991’de Vedat Aydın cinayeti ve sonrasında kentteki cenaze töreninde olanlar da iz bırakmış olaylardan biridir benim için. Faili meçhul cinayetler ve OHAL süreçleri olumsuz izler bıraktı hepimizde... Böylesi bir atmosferde bizim nesil politize oldu. Müziğimiz ve edebiyatımız da tabii.
Müziğe başlama süreciniz nasıl gelişti? Müzik sizin için ne ifade ediyor?
Müzik çok canlı bir sanat tabii ki. Hiçbir sanata nasip olmayacak kadar canlı, hayatın içinde. Hayatımızın her alanında her an müzikle beraberiz.
Seslerin dünyasındayız. Hayatla interaktif ilişkileri olan bir alan bizimkisi. Hele hele biraz da böyle toplumun dezavantajlı grupları, toplumsal sorunlar yaşayan kesimleri için müzik aynı zamanda hayati roller oynayan bir mecra.
Bizimki gibi uzun yıllar böyle yasaklamalar, engellemelerle karşılaşmış bir dil açısından bu daha da böyle. Beni müzisyen olmaya yönelten koşulları sıraladım.
En önemlilerinden biri de şahit olduğum dil yasağı, dil problemidir... Abimin saz çalması örnek oldu ve bahsettiğim toplumsal iklimde adım adım müziği seçtim. Müzik benim anadilimle kurduğum en canlı ilişkiyi ifade ediyor aynı zamanda.
Kürt edebiyatıyla, şiirle ve Kürt müziğiyle nasıl temas kurdunuz? Kimlerden etkilendiniz?
Şöyle bir durum oldu. Bizler asimile olmaktayken, Türk eğitim sistemi içinde asimile edilmekteyken Kürt olduğumuzun farkına varmış, Kürt kimliği üzerine siyasallaşmış, siyasal talepler üretmiş nesilleriz. Yoksa işte okuduğum ortaokulda, lisede ben de bir Said Faik okuruydum. Bir Cahit Sıtkı Tarancı okuruydum. Sabahattin Ali belki. Biraz sol tandanslı ortamlara girmiş abilerimizin, ablalarımızın etkisiyle işte Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Yaşar Kemal okuyan bir gençtim...
Önce evdeki Kürtçe kasetler sonra Diyarbakır’da beni saran genel toplumsal ortam Kürt edebiyatı ve müziği ile etkileşime girmemi sağladı. Deng, Medya Güneşi gibi dönemin Kürtçe mecmualarına yöneldim.
“Silahların susacak olması olumlu”
İstanbul’a gelmeniz, üniversiteye başlamanız kimliğinizle ilişkinizi nasıl dönüştürdü?
Ben 1993 yılında İstanbul'a gittiğimde kimliğimle adeta yeniden tanıştım. Hani evde Kürtçe'yi Kurmancî ve Zazakî lehçeleri olmak üzere iki lehçesini de konuşuyordum, biliyorduk ama kimliğimizin, folklorumuzun numuneleriyle, kitaplarıyla, kaynaklarıyla tanışıklığım benim İstanbul'daki dernekçilik faaliyetleri, özellikle Koma Dengê Azadî isimli grubun üyesi olduktan sonra oldu...
Metropol hayatı, yerel ortamlarınızdan daha çoğul ve çeşitlilik arz eden gerçeklerle tanıştırıyor insanı. Hem kimliğime daha bir sıkı sarılmak hem de başka başka varoluşları ve kimlikleri tanıma gibi ikili bir dönüşüm etkisi yarattı bende, İstanbul metropolü.
Mimarlık okudunuz. Bu akademik yolculuk müziğinizi nasıl etkiledi?
Mimarlık Fakültesi’nde dünya mimarlık gündemini konuşuyoruz, tartışıyoruz. Kent gündemi, kentsellik, kentleşme gündemini konuşuyoruz. Öbür tarafta ben Kürtlerin kentleşmesini tecrübe ediyorum, gözlüyorum, bunu tanıyorum.
Kentli bir müziğin ortaya çıkışının tanığıyım ve bunun aktörlerinden biriyim. Dolayısıyla bu alanlar arasında ilişkiler, analojiler, benzeşimler kurmak, zihninizi sürekli bu doğrultuda çalıştırmak… Kimliğimizde ve müziğimizde kentlileşme süreçlerine ilk işaret edenlerden biri sayılırım bu yüzden ya da bu sayede.
“Cahiltî Venagere”yi yeniden yorumlamaya nasıl karar verdiniz?
Şöyle, folklor temelli bir pop müzik bizim yaptığımız en temelde diyebilirim. Pop müzik bu. Ama farklı türlerle de melezleşebilen bir müzik, genel olarak kültürel dünya, kültürel nüveler, kültürel ögeler sayısızca, bitimsizce melezlikler üretiyor. Her birimizin hayatı böylesi hibritliklerle dolu.
Benim müziğim de öyle. Hibrit bir müzik. Benim gerçeğim de öyle, ben kendim de öyleyim...
Rock müzik yapan Koma Wetan uzun süredir cover yapmak istediğim bir gruptu. Kerem Gerdenzerî gözümüzde efsane olmuş bir müzisyendir. Bir single yaparak bu referansıma gönül borcumu ödemek istedim ve Nürnberg’de Alman cazcı arkadaşlarımla şarkıyı yeniden yorumlayıp kaydettik.
"Savaşın ideolojisi varsa barşısın da var"

Bugünün Türkiye’sinde barış ve birlikte yaşam sizin için ne anlam taşıyor?
Silahların susacak olması ve sorunlarımızın demokratik zeminlerde tartışılma imkanı bulabilecek olması çok olumlu. Ancak biraz da yadırgadığım bir tutumu, söylemi var siyasilerin. İşte, size barışı getireceğiz. Üç vakte kadar barış gelecek. Barış getirilen bir ithal nesnesi değil. Barış bir ruh hali, bir kültür, bir dünyaya bakış biçimi. Öğrenilmesi gereken bir şey. Nasıl savaş öğreniliyorsa, savaşın bir ideolojisi, araçları, aygıtları, alet edevatı varsa barışın da var…
Barışın bir donanımı, bir eğitimi, bir kültürü olması gerekir. Tıpkı hassas bir bitki gibi yeşertilmesi gerekir. Yani barış, birilerinin bir düğmeye basmasıyla ithal edilecek bir şey değil.
Onu söyleyen siyasetçilerin ne demek istediğini elbette anlıyorum: “Biz bunun önünü açacak politik adımları atacağız” diyorlar. Ama yeterli değil. Asıl mesele şu: Gündelik hayatta nasıl barışçıl ilişkiler kurduğumuz. Yalnız birbirimizle değil hayvanlarla da, tabiatla da.
Birlikte yaşamanın kültürü mü diyorsunuz?
Kesinlikle. Kürtlerin sadece Kürtlerle, Türklerin sadece Türklerle bir arada olduğu bir yaşam değil bu. Toplum çoğul ve çeşitli. Bizzat kendimizle, çalışma arkadaşlarımızla, komşularımızla nasıl barışçıl ilişkiler kurduğumuz sorusudur bu. Ve bu sadece politik değil, aynı zamanda felsefi ve kültürel bir meseledir. Küreselleşme çağında, birlikte yaşam koşullarında hepimiz çoğul, çok katmanlı kimlikler taşıyoruz ve her bir kimlik talebi, her bir varoluş tarzı saygıyı, tanınmayı hak ediyor.
Yani barış için yalnızca politik adımlar yeterli değil diyorsunuz.
Evet, politik adımlar önemli ama yetmez. Nasıl bir anayasa, nasıl bir mevzuat içinde yaşadığımız kadar, nasıl bir eğitim sistemimiz olduğu da önemli, örneğin. Şimdi siz sürekli militarizmi kutsayan, milliyetçiliği körükleyen, fundamentalist düşünceleri besleyen, cinsiyetçi bir müfredatla çocuk yetiştiriyorsanız... Bu ortamda barışı nasıl kuracağız?
"Ben insan olmayı müzikle tecrübe ettim…"
Bu çok önemli bir nokta. Hatırlarsanız Devlet Bahçeli, “Kürdü sevmeyen Türk olamaz” demişti. Siz bu söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tür açıklamalar aslında uzun yıllar süren olumsuz propagandanın ardından gelen bir çelişkiyi gösteriyor. Yıllarca dizilerle, haberlerle, kitaplarla Kürtlerin taleplerini olumsuz gösteriyorsun. Sonra bir anda “Kürdü sevmeyen Türk olamaz” diyorsun. Toplum böyle bir düğmeyle bir anda mod değiştirmez. Bu, yıllar alan, kuşaklara yayılan bir süreçtir.
Bu soruna üç günde gelinmedi ki üç günde çözülsün. Barış için geçmişle yüzleşmek, bu ülkenin tarihiyle yüzleşmek gerekir. Eğitim müfredatından medya diline kadar her şey bu yeniden yapılanma sürecine dâhil olmalı.
Yeni müzikal projeleriniz var mı? Gelecek planlarınızdan bahseder misiniz?
Otuz yıl sanat hayatı için asla az bir süre değil. Ben bir de hep çift mesai yapmak durumunda kaldım. Mimarlık ve müzik hayatım birlikte yürüdü. Biz de ailemizden, çevremizden sürekli telkinlerle yetiştirildik. İşte müzik karın doyurmaz bu ülkede. Müzik işten bile sayılmaz. Profesyonel bir işten bile sayılmaz gibi telkinlerle yetiştirildik... İyi kötü otuz yılı geride bıraktım müzik mecrasında. Yeni bir toplumsal iklimde yeni şarkılar üretmek, konserlerime devam etmek ümidindeyim.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Savaşların, çatışmaların, çok çok problemli bir toplumsal atmosferin içinde aşk şarkıları yazdım. Barış şarkıları söyledim. Bunun kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Hayata müzikle, anadilimle tutundum. Müzik benim için aynı zamanda hayata tutunma yoluydu. Bu problemli tablo içinde delirmemenin, çıldırmamanın bir yoluydu belki. Kendimi korumanın, bir toprağa basmanın, hayata tutunmanın, dünyaya açılmanın yoluydu.
Ben insan olmayı müzikle tecrübe ettim...Herkesin özgürce sanat faaliyetleri ile buluşabilmesini dilerim bu ülke ve bu bölge için.
YouTube: https://youtu.be/PaNi6aWHlrY
Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet_Atlı
X (Twitter): https://x.com/mehmetatlimusic
Instagram: https://www.instagram.com/mehmetatli_official
(EMK)







