Olayın dört kahramanı var: Aksiyon, Hürriyet, PKK ve Mehmed Uzun. Dört kahramanı sırayla ele alalım:
Aksiyon: Sorumsuz bir reaksiyon
Aksiyon dergisi Fettullah Gülen cemaatinden ve cemaate yakın Emniyet ve MİT mensuplarından haber sızdırmasıyla bilinir. Dergi, Kürtler, PKK ya da Öcalan söz konusu olduğunda da gazetecilik ve haberciliğin herhangi bir kuralına uyma ihtiyacı duymaması, yani bilgi-belge ya da herhangi bir kanıt sunmadan sürdürdüğü itham edici yayın çizgisiyle ayırt ediliyor.
Aksiyon'un daha sonra Hürriyet gazetesinin manşetine tırmanacak haberine göre, PKK kendisine muhalefet eden 250 Kürt şahsiyetinin adlarını içeren bir liste hazırlamış ve bu kişileri ölümle tehdit etmiş, zaten öldürülen Hikmet Fidan'ın adı da bu listede yer alıyormuş.
Bu iddianın ne kaynağı belli ne de ortada 250 adın sayıldığı bir liste var. Listede adı bulunduğu ileri sürülen Ümit Fırat da PKK ya da PKK'ye yakın çevrelerce daha önce tehdit edildiğini söylüyor Aksiyon dergisine verdiği mülakatta. Söz konusu listede başka kimlerin olduğu da belli değil.
Mehmed Uzun hadisesinin başlangıç noktası da işte Aksiyon'un bu haberi: Hiçbir somut bilgiye dayanmayan, "Heval"(Kürtçe Yoldaş anlamına geldiği gibi zaten bütün PKK'liler birbirlerine Heval diye hitap ediyor!) kod adı taşıdığı öne sürülen bir PKK itirafçısının ifşaatı olarak sunulan bu bilgiden biraz kuşku duymak gerekmez mi? Bir "terörist örgüt" böyle elden ele dolaşacak bir liste hazırlar mı? Muhaliflerini öldürecekse, öldürür, olur biter. Habere konu olan PKK de bürokrasinin egemen olduğu, yazışmalarla, hele bu aralar, yönlendirilen bir örgüt olarak bilinmiyor ki...
Bir dergi görmediği, içeriğini bilmediği bir belge (Liste) hakkında nasıl böyle sorumsuzca yayın yapabilir? "Üstten" gelen her bilgi doğrulanmadan sayfaya giriyor mu Aksiyon'da?
Şimdi ortada 250 kişilik bir liste yok. Ancak Hikmet Fidan'ın öldürülmesinden sonra 250 kadar Kürt şahsiyetin bir bildiri yayınlayarak cinayeti kınaması, belki de böyle bir listenin adının anılmasına yol açmış olabilir. Sonuç olarak Aksiyon, Türk egemen medyasının geleneğini bozmamış, herhangi bir gazetecilik çalışması yapmadan, "güvenlik birimleri" içindeki kaynaklarından sızdırılan propagandayı kamuoyuna iletmeyi görev bilmiş.
Hürriyet: Olgu değil niyet, hem de kötüsü
Hürriyet gazetesi son dönemde Ümit Fırat-Leyla Zana ve Adalet Ağaoğlu-İHD manşetleriyle Kürt meselesine ilginç bir şekilde yaklaştı: Ümit Fırat'ın Kürt haklarını savunan görüşlerini kısa haber olarak bile yayınlamayan Hürriyet, Fırat'ın Zana'yı "Fotojenik olmak"la eleştirdiği demecini sürmanşetten yayınladı.
Keza, daha önce Ağaoğlu'nun ne İHD üyeliğini ne de romanlarını manşete çıkarmış olan Hürriyet, yazarın PKK yanlılığıyla itham ettiği İHD'den istifası sürmanşet oldu.
Hürriyet son olarak da Mehmed Uzun'u sürmanşete çıkardı.
Her üç haberin de haber değeri tartışılır, hem de çok su götürür. Olağanüstü önemde haberlerin mekanı olan sürmanşet bu üç haber için de hiç müsait bir mekan değil. Türkiye kamuoyu, "Zana'nın fotojenikliği"ni, Ağaoğlu'nun "İHD üyeliği"ni ve Uzun'un yerleşmediği Türkiye'yi "terk edişi"ni merak etmiyor. Çünkü bu üç haber de kamu çıkarını savunan, olguları deşen haberler değil, sıradan bir endoktrinasyonun, alelade bir ajitasyon-propagandanın ürünleri.
Hürriyet her üç haberde de aklınca "iç çelişkileri" derinleştirmeye çalışıyor. Amaç: Okur-yurttaşı siyasal-toplumsal-iktisadi-kültürel bir konuda doğru bilgilerle donatıp, farklı değerlendirmeleri sunmak değil, resmi ideoloji doğrultusunda Kürt hakları mücadelesine balta vurmak, kuşku salmak.
Bu arada, Uzun'la görüşmeyi yapan "İstanbul Beyefendisi" Doğan Hızlan'ın tutumu ilginç ve önemli. Hızlan, "Ben Uzun'la konuştum, söylediklerini yazdım, o da zaten bunu doğruluyor, bir tek başlığa itiraz ediyor, onu da zaten ben yazmadım, başlığı yazı işleri atar" diyerek işin içinden hem sıyrılıyor hem de Hürriyet yönetiminin pek de masum olmayan niyetlerinden kendini uzak tutmaya çalışıyor.
Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün de hemen kaleme sarılıp benmerkezci bir örnekle "ölümle tehdit edilmek" konusuna değinmesi ve Mehmed Uzun'a sahip çıkarmış görünmesi de masum değil. Hele anlaşılan yeteri kadar bilgi sahibi olmayan bazı edebiyatçı ve yazar örgütü sorumlularını "Uzun hadisesi"nden yola çıkarak PKK üzerinden muhalif Kürtlere karşı bir kampanyaya katma girişimleri de bütünün parçaları. Uzun haberinin ilk gün (Pazartesi) Sakık haberinin yanında verilmesi de sayfa düzenlemesinin ne denli siyasal-ideolojik bir faaliyet olduğunu kanıtlıyor.
Başta Hürriyet olmak üzere, Türk egemen medyasının "Kürt sorunu", "PKK" ve "aydınlar" konularındaki tutumu bilgilendirmek, çatışmanın kaynağı ve nedenleri konusunda karşılıklı görüşleri aktarmak ve sürece barış perspektifiyle bakmaktan çok uzak. Hem tek yanlı yayınla Kürtlerin taleplerini "terörizm ve bölücülük"le özdeşleştiriyor ve "Kürt sorunu"nu inkar eden militarist anlayışın propagandasını yapıyor hem de bir psikolojik harekat operasyonu sürdürürcesine Kürtler arasındaki olası anlaşmazlıkları da sürekli olarak kışkırtıyor, çatlak arıyor, bulamazsa yaratıyor.
Türk egemen medyası Kürt meselesi konusunda haber yaparken, olay ve olguları değil resmi niyetleri merkez alıyor. Bilgi vermiyor, ideolojik propaganda yapıyor.
PKK: Sabıka zanlısı
Olayın bir kahramanı da PKK. Örgüt 1978'deki kuruluşundan bu yana kendi içinde muhaliflere karşı pek liberalce olmayan davranışlarıyla da tanınıyor. Son olarak bir PKK yetkilisinin, Hikmet Fidan cinayeti konusunda "Belki yurtseverler yapmış olabilir" şeklindeki açıklaması, kamuoyundaki muhaliflerini fiziki olarak likide eden PKK imgesini pekiştirdiği de bir başka gerçek.
Fidan cinayetinin halen devlet tarafından aydınlatılamamış olması da önemli bir eksiklik. PKK'ye muhalefet etmek isteyen bir odak ya da bir medya organı, somut bir gazetecilik çalışması sonucunda Fidan cinayetini aydınlatamaz mı? Hiç olmazsa mevcut ipuçları biraz daha somutlaştırıp zanlıyı işaret edemez mi?
Karışık açıklamalarla bir yetkilisinin ağzından red ederken ötekinin ağzından Hikmet Fidan'ın öldürülmesinin sorumluluğunu paylaşması PKK'nin Mehmet Uzun üzerinden yürütülen psikolojik harekata açık kalmasının başlıca nedenlerinden biri. Kimse ortaya çıkıp PKK'nin masum olduğunu söyleyemiyor.
Mehmet Uzun: Mağdur ama biraz da kendisinin mağduru
30 Ağustos tarihli Hürriyet ile aynı tarihli Ülkede Özgür Gündem gazetelerinde yayınlanan demeçlerini, hakkında yazılan haberler ile 24 Ağustos'ta Stockholm'den AFP'ye gönderdiği altı sayfayı biraz aşan söyleşi metnini okuduğumuzda, Mehmed Uzun'un çift anlamlı bazı sözcükleri çok da maharetli olmayan bir şekilde kullandığını, "PKK tehditi" konusunda muğlak hatta çelişkili görüşler savunduğunu görüyoruz.
Ancak Uzun'un esas olarak egemen medyanın kurduğu tuzağa karşı kendisini yeterince savunamadığını da anlıyoruz, içine düşmüş göründüğü aklanma gayretine aslında hiç de ihtiyacı yok.
Uzun, "PKK tehdidinden değil, Aksiyon dergisinin başlatıp medyanın sürdürdüğü kampanya nedeniyle Türkiye'den ayrıldım" demeye getiriyor. Ama dergi ve medya, zaten "PKK'nin ölüm listesi"nden söz ediyor.
Peki Uzun'un kaynağı meçhul hatta karanlık bir tehdit nedeniyle apar topar, İstanbul'a bile uğramadan Stockholm'a dönmesi de olağan mı?
Uzun'u tanıyanlar biliyor ki, kendisi aslen yıllardır Stockholm'de ikamet ediyor, son yıllardaki nispi liberalleşmeden sonra Türkiye'ye daha sık geliyor ve son olarak her seferinde otel ya da eş-dostun evinde kalmaktansa, kendisine bir ev alıyor. Ama Uzun, Türkiye'ye yerleşmiyor. Bu nedenle de yerleşmediği bir ülkeyi terk etmiyor. Uzun, PKK ile tahrifatçı medya arasında sıkışıp kalmışa benzer. İyi niyetinden kuşku duyulmayacak bir yazar olan Uzun'un Türk medyasının bu tür oyunlarına karşı daha tedbirli davranması beklenirdi.
Bundan sonra ne olabilir? Hiç! Medya üzerinden sürdürülen bir psikolojik harekat operasyonu kısmi bir şekilde başarıyla sonuçlandı. Bundan sonrakilere karşı, tedbirli, sakin bir şekilde, bilgi-belgeye dayalı yöntemlerle mücadele edilmesinin gereğini anladık. Bir kez daha... (RD/EK)