Türkiye’de son hızda artan maden sahaları, her geçen gün ormanlar, sulak alanlar, mera arazileri ve zeytinlikler de dahil pek çok doğal varlık için tehdidin boyutunu artırıyor. Yalnızca 2024’te toplam maden ruhsatı sayısı, 14 bini geçiyor.
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MAPEG) verilerine göre, son beş yılda (2020-2024) arama (25 bin 163) ve işletme (49 bin 682) safhaları üzerinden bakıldığında maden ruhsat sayılarının toplamının, 74 bin 845’i bulduğu görülüyor. Bu veriler gözle görüldüğünde yok olan köylere, bir bir kesilen zeytin ağaçlarına, havada süzülen toz miktarına, verimini yitiren bağlara, zehirlenen sulara, yerinden edilen insanlara/hayvanlara ve artık otlanılamayacak hale gelen mera arazilerine dönüşüyor.

İklim Krizi ve Kesişen Adaletsizlikler
Öte yandan buna paralel olarak, ülkenin her bir yerinde hakim olan bu ekokırım tablosunu değiştirmek üzere mücadeleler de sürüyor. Ekokırımın önüne geçmek için bu verilerin habercisi niteliğindeki maden ihaleleri masaya yatırılarak yeni bir mücadele örneği sergilendi.
1,5 yılda verilen ruhsat, Yalova’nın beş katından daha büyük
Polen Ekoloji’den Makine Mühendisi Levent Büyükbozkırlı ve Endüstri Mühendisi Derya Sever, maden ihalelerini ve Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) verilerini kullanarak bu ekokırımın önüne geçmek için yeni bir projeyi hayata geçirdi.
Çalışmaya göre, son 1,5 yılda madenlere verilen ruhsat alanlarının toplamı 468 bin 784 hektarı geçiyor. Bu alan Yalova’nın beş buçuk katı demek.
Proje, doğa mücadelesinin yanı sıra, özellikle bilgiye erişimin son dönemde kısıtlandığı Türkiye’de, iktidar tarafından yığınlar hâlinde ve kafa karıştırıcı şekilde sunulan verilere karşı verilen mücadeleyi de temsil ediyor.

“Her gün onlarca proje öne sürülüyor”
Projeye, Temmuz 2025’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden (TBMM) geçen ve “Süper Talan Yasası” olarak bilinen yasanın hemen öncesinde başlanıyor ve ‘Toprağımızı Vermiyoruz’ kampanyasıyla da eş zamanlı ilerliyor.
Çalışmalarıyla ekokırıma ilişkin farkındalık oluşturmak istediklerini belirten Büyükbozkırlı ve Sever ile projenin nasıl ortaya çıktığını konuştuk. Levent Büyükbozkırlı incelenen ihalelerin, henüz arama işletme ruhsatı aşaması olduğundan ekokırımın önüne geçmek için bir avantaj olduğunu şöyle aktarıyor:
“Hepimiz biliyoruz ki ÇED süreci bir kere başladıktan sonra artık geri dönüşü yok. Bunun için de sürece baktık. İhalelerle başlıyor. Bildiğimiz gibi 12. Kalkınma Planı, ardından gelen İklim Kanunu ve Süper İzin Yasası, aslında var olan 2023-2025’teki ihalelerin kılıfı. Zaten çoktan satmaya başlamışlar. Ama o kadar kapalı ki sistem, ancak ÇED olunca görüyoruz. O hukuksal kılıfı da koyunca aslında her gün onlarca proje öne sürülüyor.”
Veri setinin dikkat çeken bir diğer noktası da şehir bazında ekokırımların ne denli yoğun olduğunu göstermesi:

Dezavantajlı kesimlere etkisi çok daha büyük
Proje özellikle kırsaldaki ve köylerdeki dezavantajlı kesimler için büyük bir anlam taşıyor. Derya Sever, “Kırsalda gerçekten ezilen halkların yaşadığı etki çok daha fazla” diyerek ekokırımın boyutlarının dezavantajlı kesimler üzerindeki etkisine dikkat çekiyor:
“Mesela Kürt illerinde insansızlaştırma boyutlarıyla birleşiyor. Sivas’ta, Dersim’de Alevi kimliğini de baskılayarak yapılan bir ekolojik yıkım... Kültürlerini, hafızalarını kaybediyorlar; kutsallarını, yaşam alanlarını, iç içe yaşadıkları doğayı kaybediyorlar. Herkes kentlileştiriliyor ve birbirinden izole ettiriliyor. Bu gerçekten çok boyutlu bir denklem.”
Buna sınıfsal bir mücadele olarak baktıklarını belirten Büyükbozkırlı, “Madenler hep kırsal kesimlerde. Yaşadığımız kapitalist düzende, neoliberal sistemde ve ekstraktivzm olarak tanımladığımız bu emperyalist kapitalist madencilikte, sistemin çok güzel oynadığı şeylerden bir tanesi bu,” diyor ve ekliyor:
“Büyük kentlerin; İzmir, Ankara, İstanbul’un ruhu hiçbir şeyi duymuyor ve onlara hep rasyonalize ediliyor; ‘Kalkınmak için bunlara ihtiyacımız var, hepimiz aynı gemideyiz, vs.’ Ama hiç de böyle değil. Dolayısıyla ilk elden amacımız bu kırsala, yangının olduğu yerlere ulaşıp direnişi buralarda örgütlemek.”

“Bilgiye erişim için de savaş vermemiz gerekiyor”
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın verileri belirsizleştirmesine ilişkin de konuşan Levent Büyükbozkırlı, projeyi ortaya koyarken bir amaçlarının da madenler üzerinden yapılan sistemli saldırıyı göstermek olduğunu belirtiyor:
“Olan biten kesinlikle temel ihtiyaçlara karşılık veren bir madencilik değil. Bununla alakası yok. İhracata dönük, belli sınıfları fakirleştirerek zenginleştiren ekstraktivist bir saldırı aslında. Bunu bütüncül olarak vurgulamak çabasındayız. Haritalar belki buna coğrafik olarak bir bakış sağlayacak.”
Derya Sever de veriye erişimin zorlaştırılmasının aslında kasıtlı olarak yapıldığına dikkat çekerek, şöyle diyor:
“Ne kadar zor erişilebilirse o kadar çok insanın haberi olmuyor. Bilgiye erişim, demokratik katılım için de bir savaşım vermemiz gerekiyor. Bunun da gene sınıfsal olduğunu görüyoruz. Samandağ’da da görüyoruz; herkes tapusunun artık olmadığını e-devlet’te görüyor. Kendi yaşam alanlarına bir anda geliyorlar ve ‘Biz burayı sattık, hatta 2 yıl önce sattık’ diyorlar. ÇED o kadar sürebiliyor. Bunlara erişim hakkımız var ve biz bunun için de mücadele etmeliyiz.”

2024-2025’teki tüm maden ihaleleri, 2023’ten bu yana verilen ÇED’leri ve korunan alanları kapsayan veri setlerinin haritalandırılmış versiyonları üzerinden okunmasının sağlandığı çalışmada, her gruptan madenleri görebilmek mümkün. Ayrıca hangi bölgede ne kadar sayıda ihale verildiği, hangi maden gruplarının hangi bölgede yoğun olduğu, korunan alanlarla kesiştiği noktalar gibi pek çok ayrıntıya da ulaşılıyor.
“Elimizdeki veriler hakikaten sınırlı,” diyen Büyükbozkırlı da projede kullanılan temel verilerin bile tehdidin ne kadar büyük olduğunun çok basit ve net bir şekilde görülmesine olanak sağladığının altını çiziyor:
“Çok daha iyi analizler yapılabilir ve sistem aslında çok daha iyi işletilebilir. Mesela tarım ve mera alanları, sulak alanlar vs bunların verileri paylaşılsa ve bunları haritaya koysak –ki bunların hepsi Bakanlıkların elinde var– MAPEG’in yayımladığı ihalelerin ilk aşamasında daha ne kadar sakıncalı olduğu ortaya çıkacak. Tüm devlet kurumlarının elinde çok detaylı bilgi var, yaratacağı yıkımları çok iyi biliyorlar.”

Mega madenler: Gözden çıkarılan alanlar
Ortaya koyulan haritalarda bin hektarın üzerindeki mega madenler oldukça dikkat çekiyor.
Gözden çıkarılan çok fazla bölge ve kent olduğunu belirten Büyükbozkırlı, en yaygınının metalik madenler olduğunu ve bu maden alanlarının 10 bin hektarlara kadar çıktığını ifade ediyor. Projede incelenen son 1,5 yıllık verilere göre; toplam 698 ihalenin 202’si mega maden.
Metalik madenler (kısaca 4. grup madenler), doğadan kazıldıktan sonra, metalürjik işlemlerle metal üretimi yapılan, bakır, altın, gümüş ve demir gibi madenleri ifade ediyor. MAPEG’in henüz 2025’e dair istatistik verisi yok; ancak Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’nün (MTA) Ocak-Haziran 2025 dönemine ilişkin Mali Durum ve Beklentiler Raporu, 2025’in ilk yarısında kaydedilen maden arama ve sondaj istatistiklerini ortaya koyuyor. Burada da yoğunluğun metalik madenlerde olduğu net bir şekilde görülebiliyor:
“Metalik maden, endüstriyel hammadde, jeotermal enerji, kömür, radyoaktif hammadde vb. aranmasına yönelik oluşturulan projeler kapsamında etüt, arama ve sondaj çalışmaları yapılmaktadır. Bu kapsamda 8 bin 355 km2 detay etüt, 186 bin 439 m sondaj yapılmıştır.”
Buna göre; sondajların 71 bin 362 m’si kömür, 78 bin 21 m’si metalik maden ve 15 bin 512 m’si de nükleer hammadde arama-araştırma sondajları.
Levent Büyükbozkırlı, mega madenlerin kalıcı ekolojik tahribatlara sebep olacağına işaret ederek “Bin hektarın üzerindeki madenlerin yasaklanması lazım. Bunların yoğunlaştığı bölgelere de ‘gözden çıkarılmış alanlar’ diyoruz,” ifadelerini kullanıyor.
Haritada Kürt illerindeki petrol arama yoğunluğunu gösteren Sever, 4. grubun yoğun olduğu Sivas, Malatya ve Dersim’i işaret edip ardından haritanın üst kısmında Karadeniz’de de yine aynı grubun yoğunlukta olduğuna işaret ediyor.
‘2026 ve 2027’de çok daha felaket olacak’
ÇED süreçlerindeki demokratik katılımı baltalayan, 2023’te yapılan, yönetmelik değişikliğini hatırlatan Sever, “2023’ten itibaren olan tüm ÇED’lerde yüzde 65-70 arası bütün projelerin sonuçları ‘ÇED gereksiz’, ‘ÇED gerekli değil’ ya da ‘ÇED olumlu’” diyor:
“Projelere ne halk, ne kurumlar katılabiliyor, ne de bilimsel görüş alınabiliyor. Direkt şirkete teslim ediliyor. Ayrıca ÇED dosyalarında her şirketin sunduğu proje tanıtım dosyaları bulunuyor. Oradaki koordinatları da kullanmaya başladık. Harita epey büyüyecek. Aslında o analizi de yapsak içinin ne kadar boş, kopyala yapıştır olduğunu veya metotların ne kadar tehlikeli olacağını göreceğiz.”

Derya Sever, harita üzerinde deprem bölgesine işaret ederek 2 grup madenlerin yoğunluğuna dikkat çekiyor.
Söz konusu grup artık inşaat şantiyesine dönüşmüş deprem kentlerindeki inşaat sektörüne eşlik eden taş ocakları ve beton santralleri gibi işletmeleri ifade ediyor. Sever, “Aslında 2023’ten bu yana maden patlaması yaşanmış durumda. Ama bunların ihaleleri zaten çok daha öncesinde verilmiş. Şimdi baktığımız ihaleler 2026 ve 2027’de çok daha felaket olacak,” diyor.
Diyarbakır’daki petrol arama çıkarma çalışmalarına da dikkat çeken Büyükbozkırlı, Trans Atlantik Petrolium şirketine işaret ediyor.

* Harita kaynak: Trans Atlantik Petrolium - Trans Atlantik Petrolium şirketinin portfolyosundaki Türkiye bölümünden alınan harita üzerinden, şirketin kırmızı ve yeşil renklerle gösterdiği alanlarda sondaj ve arama çalışmaları olduğu görülüyor. Ayrıca bu çalışmalarda kullanılan yöntemlerden biri olan hidrolik kırmaya da işaret ediliyor. Hidrolik kırma yöntemi bölge açısından hem insan sağlığı, hem de doğa için ayrıca tehlike oluşturuyor.
Giresun’daki Harşit Tabiat Parkı’nda olduğu gibi korunan alanların çok yakınında başlayan maden ruhsat alanları olduğuna da dikkat çeken Levent Büyükbozkırlı, zeytinlikleri ve ormanları tehlikeye atan yasada da imzası olan AKP’li Milletvekili Cantürk Alagöz’ün şirketine işaret ediyor. Alagöz Maden Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin söz konusu bölgede bulunan madeni, Harşit Tabiat Parkı’nın yanı başında ve ayrıca bölgede anıt ağaçlar da bulunuyor.
Harşit’ten gelen son görüntüler ne yazık ki bölgedeki tahribatı gözler önüne seriyor.
Son olarak Derya Sever, artan maden faaliyetleri karşısındaki durumun aciliyetini şu ifadelerle ortaya koyuyor:
“Özellikle Süper Talan Yasası da buna teşvik ediyor; ‘Bir an önce başla, başlamazsan ihaleyi elinden alırım’ diyor! O yüzden zamanla yarışıyoruz. Bu maden projeleriyle yarış halindeyiz, bir şeyler yapmamız gerekiyor; çünkü her gün bir yer, elden çıkarılıyor.”
(CA/TY)


