Ama yine de yukarıda tanımladığım geri kalmış toplumlarda da, hukuk devletinin, şeffaflığın, hesap verilebilirliğin yani iyi yönetim anlayışının ülkelerinde gerçekleşmesi için mücadele veren insanlar vardır; ama korkunun yol açtığı baskı bu türden insanların çoğalmasını önler. Türkiye de, her ne kadar korkuların, özgürlüğün önünde engel olduğu ülkeler sınıfına girmekle birlikte üzerinden artan bir biçimde korkularla yaşama sendromunu atıp, çağdaş bir toplum olma arzusundaki insanların sayısının arttığı bir ülke haline gelmektedir.
Ne var ki bu dönem sancılı geçmekte ve daha uzun süre de sancılı geçecek gibi görünmektedir. 'Niye?' derseniz, şöyle bir yanıt verebilirim. Bir ülkede halen, ayrıcalıklı bir zümre olarak toplumda kendisine yer edinmiş olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), "TSK karşıtları ve yandaşları gazeteciler ayrımını yapıyor" olması ve işlenen bu suça karşı başta basın olmak üzere ne yargı ne de siyasi otoritenin bir tavır gösteriyor olması, sancılı sürecin uzun süreceğinin ipuçlarını vermektedir. Yanılmayı çok isterim.
Malum, önceki cuma günü, yani 30 Mart tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcısı Albay Saim Öztürk 'ün, bir grup gazeteciye, TSK'nın gazetecilerle ilgili görüşünü yansıtan andıcın, karargâhtan 12 Ekim 2006'da çalındığı yolundaki açıklaması ile andıcın varlığı TSK tarafından ikinci kez doğrulanmış olmaktadır. Nokta Dergisi, 8-14 Mart 2007 tarihli sayısında, TSK'nın geçen yıl hazırlamış olduğu ve TSK karşıtı olarak tanımlanan gazeteciler listesini genişlettiği andıç olayını haberleştirmişti. Hatırlatmakta yarar var, aynı dergi, 29 Mart-4 Nisan tarihli sayısında da Deniz Kuvvetleri eski komutanlarından emekli Oramiral Özden Örnek 'e ait olduğunu belirttiği ve askerlerin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) karşı 2004 yılında iki ayrı darbe planladığına ilişkin günlüklerini yayımlayarak önemli bir gazetecilik olayına imza atmıştı. Gerçi Özden Örnek, günlüklerin kendisine ait olmadığını bir haber kanalına yalanladı; ama bu, başta yargının, demokratik hukuk devletine yakışan bir biçimde olayın gerçekliğini araştırmasına engel değildir.
Askerî savcı neyin peşinde?
Askerî Savcı Saim Öztürk, basına bilgi verirken, 12 Ekim 2006'da karargâh içinden çalındığının belirlendiğini söylediği andıcın, önce yurtdışına (ABD'nin Utah eyaleti) internet yoluyla gönderildiğini ve bir süre bekletildikten sonra Türkiye'ye geri iletildiğini belirtmektedir. Savcı, "Ülkenin siyasi ortamı (Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri) dikkate alınarak" andıcın, Nokta dergisinde yayımlandığı 8 Mart 2007'e kadar da bekletildiğini açıklamaktadır.
Savcı Öztürk, görev alanı dışına çıkıp, andıcın yayımlanma tarihi ile ülkenin siyasi ortamı arasında ilinti kurmaktan çekinmezken, TSK adına kimin andıcı sızdırdığı üzerine enerji sarf ediyor ve sarf etmeye devam edeceği anlaşılıyor yaptığı açıklamadan. Oysaki bir hukuk devletinde, öncelikle soruşturulması gereken, TSK'nın, gazetecileri sınıflandıran uygulamasıdır, nasıl sızdırıldığı değildir. Çünkü hukuk devletinde hiçbir kurum, gazetecileri tasnifleyen ve de tasniflerken bir dizi yaptırımları da gazeteci ya da gazetecilere uygulayan bir zihniyeti barındıramaz ve sistem dışına çıkartmak zorunda kalır. Bakın andıçta gazetecilerle ilgili bazı ifadeler nasıl:
"... Güvenilirlik düzeyi düşük basın-yayın kuruluşlarının TSK bünyesinde gerçekleştirilen faaliyetlere katılımı kısıtlanmış ve anılan faaliyetlere ancak güvenilirlik denetiminden geçen basın mensuplarının katılımı sağlanmıştır. Böylelikle, TSK'nın basın faaliyetlerinin, bölücü ve yıkıcı akımlara destek veren basın kuruluşları mensuplarının provokasyon ve kamuoyunu kasıtlı olarak yanlış bilgilendirme girişimlerinden korunması ile bunların askerî bölge, birlik ve tesislere girerek istihbarat elde etmeleri ve bunu bölücü-yıkıcı unsurlara iletmeleri ve askerî birlik, tesis, malzeme ve personele zarar vermesinin engellenmesi amaçlanmaktadır..."
Yani bazı basın mensupları, potansiyel tehdit ya da öcü... Andıç, Genelkurmay Başkanlığı İletişim Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanıp, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Salih Zeki Çolak 'ın onayıyla Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun 'a gönderilmiştir. Bu arada belirtelim, andıcın Nokta dergisinde yayımlanan bölümünde, mensuplarına zaten Genelkurmay toplantılarına katılma izni verilmeyen Zaman, Yeni Şafak ve Bugün gibi gazetelerle ilgili bir değerlendirme bulunmuyor. Andıç değerlendirmesinde diğer gazetelerdeki daha ziyade liberal ve özgürlükçü düşünce sahibi basın yayın mensupları yasak kapsamına giriyor. Nitekim andıç, "Yalnızca yıkıcı ve bölücü akımlara destek veren değil, TSK'yı eleştiren basın kuruluşları ve basın mensuplarını 'Güvenilir olmayan' sınıfına da" alıyor.
"TSK'yı eleştiren" derken, bunların ne türden eleştiriler olduğunu belirtmiyor; ama genelde yazılanlara askerlerin verdiği tepkilerden, bu eleştirilerin, demokratik hukuk devletinde yapılabilecek eleştirilerden öteye gitmediğini deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim. Örneğin, askerin sivil denetime tabi olmamasının, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi demokrasinin olmazsa olmaz koşullarına aykırı olduğunu yazmak, TSK'yı eleştiri, dolayısıyla da gazetecinin yasak kapsamına girmesi anlamına geliyor!!! Oysaki, hesap sormak her yurtseverin görevidir.
Andıçta ayrıca, "Güvenilir olarak değerlendirilmeyen basın-yayın kuruluşlarına akreditasyon verilmeyerek bunların kamuoyunda itibar görmemeleri sağlanmıştır" deniyor. Bak sen, bir de, yaşamında korumayı prensip edindiğin itibarını sarsmaya kalkmak... Anlayacağınız, demokrasinin temel ilkelerini savunduğunuz için yargı sürecinde doğal olarak suç unsuru teşkil etmeyen eleştirel yazılarınıza karşı denenen tek yol, itibar sarsma propagandası yaparak, altınızı oymak, yani kaçak güreşmek... Hiç yakışmıyor.
Altınız nasıl mı oyuluyor? Bunun çeşitli şekilleri var. Örneğin, işvereniniz, omurgasız yani ilkesiz ise onu ikna edip, işten çıkartılabiliyorsunuz ve ekonomik sıkıntıya düşebiliyorsunuz, bu suçu işleyenler varsın maaşlarını hem de fazlasıyla tıkır tıkır alsınlar... Andıcın bütününü okumasını rica ettiğim bir hukukçunun ilk tepkisi, "Bu metin, bazı basın mensuplarına karşı ciddi hakaret içeriyor ve derhal dava açılmalı" olmuştu. Andıç ve son olarak da Örnek'e ait olduğu belirtilen günlüklerin ortaya çıkması aslında bir kurumun, yurt savunması gibi asli ve hayati görevinden tehlikeli bir biçimde nasıl uzaklaştığını da gözler önüne seriyor. Bir kısmını itibarsızlaştırma gibi "anormal" bir uygulama karşısında medyanın susuyor olması ise bir hayli acı...
Medya sınıfta kaldı...
Muhafazakar basın olarak adlandırılan medya kuruluşları da maalesef bu andıç olayında sınıfta kaldı, diğer gazetelerin kaldığı gibi. Bu, bizim demokrasiyi hiç içselleştiremediğimiz ve yalnızca kendimiz ya da yakın durduğumuz grubun hedef alındığı hallerde tepki vermekle yetindiğimizin de acı ama önemli bir örneği oldu. Oysaki medya demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur. Medyanın korkuyla, tehditle esir alınmasının önüne geçmemiz lazım, bir yandan kendi içimizdeki demokrasi karşıtlarını marjinal hale getirmeye çalışırken...
Deniyor ki: "Siyasi otoritelerin de yazılarını beğenmedikleri kimi gazeteciler ya da gazetelere karşı akreditasyon ya da bilgi verme yasağı uygulanıyor, TSK'nın andıcını niye büyütüyorsunuz?" Bir öğretim üyesi arkadaşımın dediği gibi, adı üzerinde siyaset, taraf tutmaktır, siyasi parti belirli bir taraftır, siyasette bazı gazete ve gazeteciler tercih edilebilir. Bu, Avrupa demokrasilerinde de böyledir. Oysaki TSK, bir siyasi parti değildir ve taraf tutması söz konusu olamaz. Kendi deneyimlerim de Avrupa demokrasilerinde siyasi iktidarların, fikirlerine uyan medya mensupları ya da gazetelere daha yakın olduklarını göstermektedir.
Şu hususu da vurgulamak isterim. Gazeteci olarak yaşadığım kimi deneyimler, siyasetçilerin de bazı gazeteci ve gazeteleri yakın görmesi, yakın görmediğini incitmeye kalkması gibi uygulamalarında, gazete üst düzey yöneticilerinin desteğini alamamanın kahredici olduğunu bana gösterdi.
Bununla birlikte siyasi bir kurum olmadığını ve asli görevinin yurt savunmasını sağlamak olduğunu farz ettiğimiz TSK'nın, basın mensupları arasında, kendi dünya görüşleri paralelinde ayrım yapması, zaten taraf olan siyasi otoritelerin gazeteciler arasında ayrım yapmalarından çok önemli farklılıklar göstermektedir. Eğer biz, çağ dışılığa karşı çağdaş bir ülke olmayı tercih edeceksek, basın olarak fikir özgürlüğünü herkes için savunma yolunda öncülük yapmak zorundayız. Ne kadar önemli bir işlevimiz var ki kimilerimiz hedef alınabiliyoruz. Önemimizi kavrayarak, hukuk dışılıkla mücadelede birlikte hareket etmeliyiz.(LS/EÜ)