Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı garnizon sahası içindeki bayrağın bir protestocu tarafından indirilmesi üzerine basında tekrar milliyetçi söylem hakim oldu.
Gazetelerin çoğu haberi manşetten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bedeli neyse öderler” sözleriyle verdi.
Milliyetçi söyleme dair birkaç örnek şöyle:
Ortadoğu: Taşları bağlayıp, itleri salan salan AKP Türkiye’ye ağır bedel ödetiyor
Sözcü: [1991’deki Hakkari Samanlı’daki çatışmayı kast ederek] Öldüler, Bayrağımızı İndirtmediler
YeniÇağ: CHP’li Orhan Düzgün “Sancak asla teslim edilmez. Askeri anlamda namusunuz lekelendi. Gidin!” dedi.
Medyada “bayrak” tartışmasını Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’ya konuştuk.
“Medyanın görevi ‘ulusal çıkar’ savunuculuğu, vatan, millet, bayrak propagandası yapmak değildir” diyen Prof. Dr. İnceoğlu asıl barış gazeteciliğinin gerekli olduğunu söylüyor:
“Bunun yerine, çatışma döneminde çözüm odaklı barış gazeteciliğini devreye sokarak halkı doğru ve sağlıklı bilgilendirme, nefret dilini üretmeme, savaş çığırtkanlığı yapmama gibi hususlara özen gösterilmesi gerekir.”
Milliyetçilik ve medya
Milliyetçi söylem kendisine medyada nasıl yer buluyor?
Milliyetçilik ‘öteki’ne karşı sürekli el altında bulundurulan bir tehdit. Bu süreçte yaratılan klişeler, mitler yoluyla aktarılan milliyetçi ideolojik yapının yeniden-üretimi için zorunlu. Medya da devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak insanların tutum belirlemesinde ve buna göre hareket etmesinde önemli etkenlerden birisi.
Milliyetçiliğin vardığı son nokta ırkçılık. Söylem ırkçılığın yeniden üretiminde önemli bir rol oynar. Irkçılık söylem ve eylem alanında birlikte yürümekte, ırkçı ve milliyetçi söylemler ise eylemleri doğurmaktadır.
Sol ve alternatif basın hariç, ana akım ve iktidar yanlısı medya ırkçı tutumlarını göstermektedir. Medyanın geneline ırkçı söylem egemendir.
Gazetecinin sorumluluğu kime?
Daha önce Başbakan “milli gazetecilik” kavramını ortaya atmıştı. Gazetecinin görevi bu “milli” kavramını korumak mıdır, kime karşı görevlidir?
Gazeteci, patronuna veya devlete değil, kamuya karşı sorumludur. Gazetecinin vatanı, dili, dini, milleti olmamalıdır. Medyanın görevi “ulusal çıkar” savunuculuğu, vatan, millet, bayrak propagandası yapmak değildir.
Bunun yerine, çatışma döneminde çözüm odaklı barış gazeteciliğini devreye sokarak halkı doğru ve sağlıklı bilgilendirme, nefret dilini üretmeme, savaş çığırtkanlığı yapmama gibi hususlara özen gösterilmesi gerekir. Muhalif, eleştirel yayın yapan medya da 'vatan haini' olarak nitelendiriliyor.
Ancak burada en büyük kurbanlar kamunun bilme hakkı olan gerçeklerdir. Kara propaganda ve hatta linç kampanyasına varan yayınlar yapıyor. Hedef gösterme, etiketleme/yaftalama, aşağılama ve küfür içeren nefret içerikli ifadeler kullanma yollarına başvurarak, belli kişileri sessizleştiren ve yalnızlığa sevk eden, onlara karşı şiddeti teşvik eden ve onları kamuoyunda adeta vatan haini olarak ilan eden bir gazetecilik anlayışı kabul edilemez.
Nefret suçları teşvik ediliyor
“Bayrak indirilmesi” olayının medyaya yansıma biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sorununu terör/terörizm ile özdeşleştirerek, aslında böyle bir sorunun olmadığı, sorunun kaynağının tamamen bölgedeki geri kalmışlıkla ilgili ve ekonomik olduğu, bunu da yabancıların kışkırttığı söylemini yeniden üreten ve meşru bir zemine taşıyan ana akım medya, Türk-Kürt ayrımcılığına katkı payı olarak, zaman zaman korkunçlaştırıcı, şeytanlaştırıcı bazen de kurbanlaştırıcı kalıp yargılar kullanıyor.
Oysa ki bu tavır Kürt sorununu çözümsüzlüğe götürmekten başka bir fayda sağlamaz. İşte bu noktada gazeteci nesnelliğini yitirir ve şiddeti haklılaştırmaya başlar."
Bayrak indirme olayından sonraki başlıklara baktığımızda, son derece provokatif, büyük bir tehdit ve tehlike algısı oluşturmaya yönelik hatta eyleme çağrı söz konusu
“Bölücü hainler AKP’yi teslim olmanın rahatlığıyla iyice zıvanada”
“Bayraklar indiriliyor”
“memleket ağlıyor”
“PKK’ya dokunmak suç”
“PKK: Öcalan’ın yetkisi yok”
“PKK bayrağımızı indirdi beyler seyretti. Bu millet sizi affetmeyecek”
Bayrak Türkiye Cumhuriyeti'nin simgesi dolayısıyla devlete yurttaşlık bağıyla bağlı insanları bayrağın indirilmesi kaçınılmaz olarak rencide edecektir. Bu sembolik eylem bir provokasyondur. Bu provokasyona körükle gitmek, savaş kışkırtıcılığı yapmak gazetecilikle bağdaşmaz.
Bu söylemler son derece tehlikeli zira Kürt nüfusa karşı işlenecek nefret suçlarını teşvik edici rol üstleniyorlar.
Çözüm: Barış gazeteciliği
Peki ne yapmalı?
Şu anda Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey barış gazeteciliği.
Sorumlu gazetecilik, ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasının tuzağına düşmez, yalnız ‘bizim’ taraftaki liderlerin çözüm önerilerini değil, tüm barış girişimlerini değerlendirerek haber yapar. Bu konuda yalnız medyaya değil şüphesiz, iktidara ve muhalefete de büyük görev düşüyor.
Bir başka çok önemli husus da, AİHM’nin siyasetçilerin kullandığı, nefret içerikli ifadelere yönelik şu yaklaşımının hatırlanması:
”Siyasetçiler gibi toplumun gözü önünde olan kişilerin de nefret söyleminin üretilmesinde özellikle payı olabilmektedir.”
Bu nedenle başta siyasetçiler olmak üzere kamuoyunda tanınmış, bilinen kişilerin bu içerikteki ifadeleri kullanmaması gerekmektedir. Hele ki ülkemizde gazetelerin büyük bir bölümünün siyasetçilerin açıklamalarını birebir manşetlerine taşıdıklarını göz önünde tutacak olursak bu durumun ne tür vahim sonuçlar doğuracağını tahmin etmek zor değil. (EA)