Sonra konuşmasını şöyle sürdürmüştü o "ünlü" ilaç şirketinin yöneticisi:
"Daha bu tür ilaçlarımız gelecek endüstriye, inşallah 100 yaşına, 200 yaşına kadar sağlıklı bir şekilde saçlı, iktidarsızlık problemi olmadan yaşayacağız! Bunun üzerine daha bir takım şeyler ekleyeceğiz, hanımlar için özellikle, inşallah endüstride artık bu tip ürünler, ilaçlar artacak. Bunlar yazılı görsel medyada daha çok konuşulacak, daha çok yazılacak."
Burada kastedilenin bir kez daha altını çizmek istiyorum: "Bu ilaç firmasının hastalıkları tedavi edecek, iyileştirecek ilaçların peşinde olduğunu" söylemiyordu.
Onun derdi başkaydı: O "olağan yaşam" sırasında ortaya çıkan veya çıkacak "olağan durumlar" için üretilecek "ilaç"lardan söz ediyordu.
Şimdi bakıyorum; neredeyse hedefe varılmış. Türkçe deyişiyle söylersek, geçen zaman içinde "atı alan Üsküdar'a varmış ve geçmek üzere." Neden mi?
Sağlıklı ve uzun yaşam kavramı
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdem Yeşilada "Sağlığın Sesi" adlı sağlık haberleri sitesinde yazdığı "'Kavram'ın Yarattığı Milyarlarca Dolarlık Pazar!" başlıklı yazısının girişinde aynı saptamayı yapıyor:
"Sağlıklı ve Uzun Yaşam Kavramı milyarlarca dolarlık dev bir endüstri ve pazar haline geldi. Pazardan pay kapmak isteyen kişiler, en ufak bir bulguyu bile kazanca dönüştürmenin yolunu arıyor.
Antioksidanlar, kolesterol düşürücüler, afrodizyaklar, performans artırıcılar, zayıflatıcılar en yüksek talebe sahip ürünler olarak görülüyor."
Sonra da bu konudaki bilimsel gerçekliği sorguluyor ve hemen herkesin katılacağı bir talepte bulunuyor: "...ilgili ve yetkili kişiler tarafından tüm detayları ile tartışılıp sonucunun topluma açıklanması gerekiyor."
Bilimsel gelişmeleri "kuş bakışı" gözden geçirip kendi çözümünü şöyle ortaya koyuyor: "Spor, dengeli beslenme, stresten uzak bir yaşam."
"Kâr'ın yolu" Medyadan geçiyor
Onun önerdiği çözümü, bunun herkes açısından geçerli olup olamayacağını bir "hekim" olarak tartışmayacağım. Tartışmak istediğim; bu konuya "medyanın katkısı". Aslında tartışılacak yanı yok. Çünkü somut bir gerçeklik.
Düşünüp taşınıyorum daha önceki yazılarımda da vurguladığım noktaya "kafamı çarpıyorum". Bir türlü anlamak daha doğusu "kabul etmek" istemediğim gerçeklik önüme dikiliyor:
"Medya bir ticari faaliyet alanı. Daha çok kâr edeceği her konuda kazancını hesaplayarak her şeyi yazar, gösterir ve yayacak tabi." diyorum.
"Üstelik de bunu tek başına yapmıyor." Çünkü onların bu konudaki "işbirlikçileri" var. Ağacın baltaya söylediği varsayılan söz aklıma geliyor: "Sapın benden". Bir yerlerim acıyor, "medya"nın bu konudaki en büyük işbirlikçilerinin sağlık ve tıp alanının insanları, uzmanları, akademisyenleri olduğunu anımsayınca.
"Peki bunun antidotu, yani panzehiri yok mu", diye soruyorum kendime.
Yanıt çok güç çıkıyor ağzımdan. Çünkü onu gerçekleştirecek olanlar ne yazık ki "bir avuç"tan bile az ve neredeyse bir elin parmakları kadar az.
Çünkü "hekimler, sağlıkçılar, tam olarak teslim alınmış."
Bunu ortaya koyan da elektronik ortamda yapılan bir tartışmada şu sözleri yazan "eski" bir hekim:
"Tıp bir endüstri olmaktan çıkabilir mi bilemiyorum ama tıp bir endüstri olduğu sürece sağlık hizmetinde eşitlik ve sınırsızlık talebinin kendisi eşitsizlik ve sınırlılık kaynağı olacaktır. Zaten böyle de olmaktadır.
İnsanların elinden ölme hakkını ve doğallığını alan tıp endüstrisi bu işin taşeronluğunu hekimlerin üzerine yıkmış ve hekimler can-ı gönülden salak ve gayretkeş bir hamal gibi bu yükü taşımaktadır.
Çünkü hekimler artık Tıp Arenasında yüksek maaşlı kölelerdir. Bu süreç ülkemizde de hızla genişlemektedir. Hepimiz bu oyunda bir oyuncu olmaya mahkum ediliyoruz ve parça parça etlerimizi ve zihinlerimizi ve duygularımızı birer birer ve yavaş yavaş kimileri çok daha hızlı teslim ediyoruz."
Olağandışı bir olağan durum
Yukarıda yaptığım "bir avuçtan az" saptamamı biraz da, bir başka uzmanın; Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü doktora öğrencisi Murat Civaner'in bir süre önce yaptığı bir çalışmanın sonuçlarına da dayandırıyorum. Civaner araştırmasıyla ilgili bugün gördüğüm haberde belki bir çok kişiye "inanılmaz" gelecek sonuçları ortaya koyuyor.
Onun araştırmasının sonuçlarına göre"Hekimlerin yüzde 64'ü bilimsel toplantılara katılmak veya düzenlemek için ilaç şirketlerinden maddi destek alınmasını 'kabul edilebilir' bulurken, yüzde 76.3'ü ilaç şirketi temsilcisiyle görüşmeyi normal karşılamış".
Ankete katılan 1 827 hekimden yüzde 31.2'si üniversite, yüzde 26.4'ü devlet hastanesi, yüzde 19.6'sı özel hastane, yüzde 11.9'u sağlık ocağı, yüzde 10.9'u da diğer kuruluşlarda görev yapıyorlarmış.
Ankete katılanların üçte birinden biraz fazlasını da (% 37.8)pratisyen hekimler oluşturmuş.
Yani beşte dördünün işvereni "kamu" yani devlet. Yani "ticari sağlık sektörü"yle "doğal" bir ilişki içinde olmamaları gerekiyor. Diğer ayrıntıları da çok önemli ama geçiyorum.
Bir ülke düşünün ki sağlık hizmeti sunanların üçte ikisi "bilimsel etkinliklere katılmak veya düzenlemek" için ticari sağlık sektörünün desteğini "makul" dahası "gerekli" görüyor.
Peki ya bu insanların bilim üretenleri, yeni bir şeyler bulmak, ortaya koymak için araştırma yapanlar?
Aslında bu işin "panzehiri" onlarda. Onlar ortaya koyabilirler olanı biteni, yaşananı ve sonuçlarını. Çünkü "gerçek bilim affetmez."
Ama; acaba onlar ne kadar "bağımsız" ve "özgür" olarak "bilimin peşine düşebiliyorlar?"
Yanıtım "neredeyse hiç birisi". Yapılmış "bilimsel bir araştırmaya" dayandıramayacağım bu savımı. Ama yukarıda söz ettiğim araştırma bence bunun da kanıtı.
Hal böyle olunca vazgeçiyorum medyadan yakınmaktan.
Dönüyorum tüm bu "birbiriyle girift bir şekilde ilişkili ve olağanüstü mükemmellikte örgütlenmiş, neredeyse yalnız 'kâr'a dayalı bu sağlık sektörü"nün muhatabına, yani bu hizmetleri tüketecek olan kişilere:
"Uyanık olun. Kapılmayın ve kaptırmayın kendinizi onlara. Onların tuzağına düşmeyin, yem olmayın, yem etmeyin kendinizi. Dardayken elinizi uzatma gafletinde bulunmayın, yüzünüz onlara dönükken 'imdat' çığlıkları atmayın" demek geliyor içimden. Diyemiyorum.
Başka da bir şey gelmiyor elimden. "Tuz kokmuş" çünkü. Yalnız "buraya" yazabiliyorum derdimi ve isyanımı.(MS/EÜ)