Sosyal Değişim Derneği'nin düzenlediği "Ulusal Medyada Nefret Söylemi" konulu toplantı, Türkiye'nin nefret söylemiyle uluslararası yükümlülüklerine uygun olarak mücadele etmediğini, medyanın da kendi çıkarı için bu söylemi yeniden ürettiğini ortaya koydu.
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, bu konuya medyanın kutuplaşarak değil, sorumlu ve iyi niyetli davranarak, demokratik tavır göstererek ve karşılık saygıyı esas alan bir yaklaşımı benimseyerek katkı sunabileceğini ifade etti.
İnceoğlu: Toplum haberlere müdahale etmeli
Resmi ideolojiyi yeniden üretme bir mecra olan Türkiye medyasının milliyetçi ve ırkçı söylemlerin destekleyen, ötekileştiren ve zaman zaman linç girişimlerine zemin hazırlayacak bir tutum sergilediğine işaret eden İnceoğlu, çözümü, haber süreçlerinin sivil toplum örgütleri ve medya haberlerinden zarar görebilecek çeşitli toplumsal yapılarının denetimine açılmasında gördüğünü açıkladı.
İnceoğlu, AGİT'e üye 56 ülkeden sadece 15'inin nefret suçlarıyla mücadele ettiğini belirterek, Türkiye'de son dönemde Seferihisar ve Kemalpaşa'daki yaşananların da nefret faaliyetleriyle örtüştüğünü söyledi.
İnceoğlu, Ceza Yasası'nın (TCK) 216. maddesinin önemli bir düzenleme olmakla birlikte ilginç bir şekilde bunun nefret suçlarına karşı mücadele veren Prof. Dr. Baskın Oran ve Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu'ya karşı kullanıldığını söyledi; çevresinin hedefi olan Denizli'deki bir Kürt ailesine karşı da "ırkçılık"tan işlem yapılmasını da buna örnek olarak verdi.
Medya mensuplarının bekaretle ilgili ortaya çıkan muhafazakar düşünceleri dikkate alındığında, "Eşcinsel terörü", "İlişki teklif etti, öldürdü" şeklindeki gazete manşetlerine de şaşırmamak gerektiğini açıklayan İnceoğlu, "Toplumun değişik kesimlerinin haber süreçlerinde temsil edilmesiyle birlikte habercinin eğitimi de son derece önemli" dedi.
Bilgiç: Dört yılda tek bir "Kürt" kelimesi buldum
Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi ve "Vatan, Millet ve Reyting" kitabının yazarı Esra Ercan Bilgiç, medyada nefret söylemine yönelik yapılacak bir incelemenin yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Bilgiç, haber içerik analizinde, kullanılan kavramlar kadar kullanılmayan kavramların da bir gösterge olduğunu, örneğin tek partili dönemin dört yılını araştırdığında, haberlerin "Müslüman Türklere" hitap edecek şekilde kurgulandığını fark ettiğini, buna karşın tek bir kez "Kürt" kelimesine rastlayabildiğini söyledi.
Çolak: Önyargı birinci,"fiil" ikinci saldırı
Adli Tıp Enstitüsü'nde yüksek lisans da yapan Lambdaİstanbul görevlisi Özlem Çolak ise, eşcinsellere yönelik nefret fiillerinin, sadece kişiye değil onun mensubu olduğu gruba yönelik olması bakımından, daha ağır etki yaptığını söyledi.
Bu durumda kişinin, üzerinden atamayacağı, doğal bir özelliğinden dolayı saldırıya uğradığını ifade eden Çolak, önyargıdan sonra gelen saldırının ikinci bir travmaya neden olduğu, bunu yaşamamak için kişilerin bu durumları adli makamlara yansıtmamayı dahi tercih edebildiğini kaydetti.
Karan: AİHM'de nefret söylemi özgürlük değil
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku araştırma görevlisi avukat Ulaş Karan da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin nefret söylemini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmediğini açıkladı.
Karan, ABD yargısının, kıta Avrupası'nın ırkçılık olarak gördüğü söylemleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiğini kaydederek, "ABD'de devlet tartışmanın tarafı olarak yer almayı reddediyor ancak şahsi tazminat yollarını salık veriyor" şeklinde konuştu.
Karan, nefret söylemine karşı yargı mücadelesinin çok yeni olduğu Türkiye'de yetkililerin, 1972'de imzalayıp 2002'de yürürlüğe soktukları Birleşmiş Milletler "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına Dair Uluslararası Sözleşmesi"nin gereğini yapmadıklarını söyledi. (EÖ)