Bu yıl 14 Mart Sağlık Haftası etkinlikleri sırasında Diyarbakır'a gittiğimde, sokaklarda gezerken gördüğüm "özel dal hastaneleri"nin sayısının çokluğu dikkatimi çekmişti. Tabip odasındaki arkadaşlarıma konuyu sorduğumda son yıllarda açılan "özel hastane sayısının 80'leri aştığını öğrenmiştim.
Bunun bir tek nedeni var: Sağlık/Sosyal Güvenlik Kurumları artık "özel sağlık kuruluşlarından" sağlanan hizmetin bedelini de ödüyor. Dolayısıyla "dolacak kovası bulunanların yağmur yağarken kovalarını doldurmalarından" doğal bir şey yok.
* * *
Birkaç gün önce elektronik posta kutuma düşen bir yazının başlığı " 'Deşifre' etme sırası psikiyatride" idi.
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'ndan Yard. Doç. Dr. Gamze Özçürümez 'in yazdığı bu yazı "ruh sağlığı ve hastaları"nın ana akım medyada nasıl gösterildiğini "12 Eylül Darbesi'nden hemen sonraki günlerden başlayarak anlatıyordu. Sonra da bunun hangi amaçla yapıldığını ortaya koyarak, "psikiyatri etiğini" tartışıyordu.
Gerçekten de sağlık hizmeti veren pek çok sağlık kurumunda yaşanan olumsuzlukların benzerleri "ruh sağlığı ve hastalıkları" hastanelerinde de yaşanıyor. Ama diğerlerinden daha farklı olarak, bu hastaneler medyanın daha çok gündemine getiriliyor ve "kamuda verilen sağlık hizmetinin 'ne kadar kötü' olduğu" sürekli vurgulanıyor.
Üstelik de bu kurumlardaki "olumsuzlukların gerçek nedenlerine inilmeden" bu sunumlar yapılıyor.
* * *
Dr. Özçürümez'in uzun yazısının "Medyatik düzen ve ruh sağlığı" ara başlıklı bölümünde 19 Şubat 2007 tarihli "Deşifre" programı örnek veriliyor. Bu programda Adana Dr. Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi 'nde yaşanan "hastalara kötü muamele" sergileniyordu. Bu konuda, Türkiye Psikiyatri Derneği de 08.03.2007 tarihinde bir basın açıklaması yapmıştı.
Özçürümez derneğin basın açıklamasında ifade edilen, "ruh sağlığı alanında çok daha yaygın olan psikiyatri yataklarının yetersizliği", "hasta başına düşen psikiyatri uzmanı, hemşire, hasta bakıcı ve diğer yardımcı ruh sağlığı çalışanı sayısının azlığı", "buna bağlı olarak hizmetin niteliğinde düşme, hatta gerekli hizmetin verilememesi" gibi saptamalardan söz ederek, medyanın, sorunu yalnız "sansasyonel" boyutuyla işlediğini vurguluyor.
Yazısının devamında bu kurumlardaki sorunları şöyle açımlıyor Dr. Özçürümez:
"Her nedense, Sağlık Bakanlığı'nın devlet hastanelerine yeni hemşire ve sağlık personeli atamadığı, var olanların emeklilik ya da istifalar nedeniyle giderek azaldığı, bu hizmetlerin taşeron firmalar aracılığı ile temin edilen asgari ücretli, eğitimsiz ve niteliksiz temizlik elemanlarıyla yerine getirildiği, yatan hastalara kötü muamelede bulunan hastane çalışanlarının da bahsi geçen taşeron firmaların iki temizlik elemanı olduğu gerçeği program boyunca vurgulanmadı. Deşifre programının yapımcıları, bilerek ya da bilmeyerek tıpkı hastalarımız gibi bizleri de damgaladılar".
* * *
Bunlar hemen her hastanede her gün yaşanan ve herkesin haberdar olduğu, bu nedenle muhtemelen "haber değeri" olmadığı için medyanın işlemediği konular, durumlar.
Ama bu kurumlarda somut bir sorun, bir hastanın "mağduriyeti"nin ortaya çıkmasını fırsat bilerek, "kamu" sağlık kurumlarını kötülemek, "özel" sağlık kurumlarının farklılığını ve "güzelliğini" ortaya koymak yine karşımıza sık çıkan "sergileme" örnekleri arasında yer alıyor.
Dr. Gamze Özçürümez buna da yakın tarihlerden başka bir örnek veriyor ve "Yetmiyormuş gibi 5 Mart 2007'de yayınlanan aynı programda, bu kez Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde yatmış ve orada darp edilmiş bir hasta aynı üslupla ekrana taşınıyor, ardından da hastanın özel bir psikiyatri hastanesinin himayesi altına alınarak tedavisinin ücretsiz yapıldığı hastanenin sahibi olan psikiyatrın reklam kokan demeci eşliğinde sunuluyordu" diyor.
* * *
"Hekimlerin" bu sergilemelere dahil olması, Dr. Özçürümez'in dediği gibi "önemli bir etik sorunu" gündeme getiriyor:
Gerçekten de hasta ve yakınlarına "kamuda sunulmakta olan ruh sağlığı hizmeti kötü olduğu ve özel kurumlardan bu hizmeti almanın doğru olduğu" şeklinde bir mesaj veriliyor.
Bu sergilemenin, "pek çok zorluğa göğüs gerip kamuda çalışan psikiyatrların ve yardımcı ruh sağlığı çalışanlarının tıpkı hastalar gibi ötekileştirilmeleri" sonucunu doğurduğunu ortaya koyan Dr. Gamze Özçürümez; "son haftalarda medyada yer alan haberleri, bir kez daha diktatörlerle psikiyatri hastaları arasındaki ilginç ilişki bağlamında ele almadan edemiyorum. Karşımda bu kez yeni küresel düzenin dayattığı vahşi kapitalizm diktası var ve yine ruh sağlığı ve hastaları üzerinden rant sağlamaya çalışıyorlar" diyor.
* * *
Bu yakınma ve sonunda işaret edilen doğrular, "sağlıklı sağlık medyası okur yazarlığı" konusunda bizlere, aslında çok iyi bildiğimiz bir "ders"i yineliyor:
"Sunulan her haber birilerine yarar sağlarken başka birilerine de zarar verir".
Tıbbın ilk kuralı ise "önce zarar verme" der. Keşke bunu bir de "medya" öğrenebilse, daha doğrusu uygulayabilse!
Ama "haberi yazanın ve onu sergileyen yayın organının, kişisel veya grupsal yararı söz konusuysa, bu ilke medyada işler mi acaba" diye sormadan da edemiyorum?
Hele hele aklıma "tam sayfa" yayınlanan özel hastane ilanları gelince, bu isteğimin "en azından bu düzende bir düş olduğunu" düşünüyorum. O zaman "küresel kapitalizm"in ne yaptığı çok daha net ortaya çıkıyor: "Kazanabileceğin her şeyi satabilirsin, ne pahasına olursa olsun!"(MS/EÜ)