Düşünce Özgürlüğü, belli bir düşüncenin açıklanması ve açıklanan düşünce etrafında örgütlenme hakkının kullanılmasıdır. Düşünce açıklama özgürlüğü; düşüncenin bireysel olarak açıklanması ya da kitle iletişim araçlarıyla toplantı, gösteri yürüyüşleriyle, demokratik kitle örgütleri aracılığıyla gerçekleşmesidir.
Eşdeyişle, demokratik bir toplumun yaratılmasında düşünce ve basın özgürlüğünün tek başlarına bir anlamı yoktur. Düşünceyi iletecek araçların da özgürce kullanılması gerekiyor.
Medyanın ütopyası
Medyanın kamusal alan oluşturma ütopyasına paralel kamuoyu ve gündem belirleme kavramlarını ve basın özgürlüğü sorununu anlamak noktasında bugünkü medya tekelleşmesinin tartışılması önemli.
Kamuoyunun çok çeşitli tanımları vardır;
* Aynı toplumsal gruba üye olanların belirli bir olay karşısında gösterdikleri tutumlar,
* Kamusal alanda kendini temsil ve ifade etme imkanı bulabilen hakim çoğunluklar ile muhalif azınlıkların kamusal ve özel yaşam alanında güncelleşen tartışmalı konularla ve ortak çıkarlarla ilgili olarak geliştirdikleri düşünce kanaat, edimler...
Kamuoyunun oluşumu süreci öncelikle sosyal bir sorunun algılanmasını, daha sonra bireyin bu sorun hakkındaki düşüncelerini, son olarak da bu sorunun kamu tarafından tartışılmasını içerir.
Medyanın görevi de burada başlar. Haberdar etme(me), daha sonra bu fikirleri tartıştırma(ma) noktalarında medyaya önemli görevler düşer. Bu noktada bir diğer kavramı, gündem belirlemeyi incelememizde yarar var.
Gündem belirleme
Gündem belirleme, kitle iletişim araçlarının izleyici ya da okuyucuların ne hakkında düşüneceklerini, neyi önemli olarak algılayacaklarını zamanla etkilemesidir.
Kitle iletişim araçları doğrudan deneyimlerimizle öğrenmediğimiz ya da içinde yer almadığımız olayları nasıl algılayacağımızı belirlemede çok önemli bir role sahiptir.
Her gün seçtiği ve sunduğu haberlerle kitle iletişim araçları, o gün hangi konunun önemli olduğuna ilişkin algılarımızı etkiler. Kitle iletişim araçları sahip oldukları bu etki sayesinde izleyicilerin ya da başka bir deyişle kamunun düşünme ve tartışma gündemini belirlemede önemli bir role sahiptirler.
Haber verme, vermeme, kontrol
İşte medya sahipliğinin, iletişim ve haberleşmenin dolaşımını elinde tutmanın önemi burada başlar. Halka verilecek bilgilerin kontrolü, manipülasyonu ya da hiç bilgi verilmemesi, mevcut egemen sistemin devamını sağlamada en önemli silahlardan biridir.
Bu kitle iletişim araçları sahibinin elinde iktidara karşı kendi çıkarlarını koruyan bir araçtır. İktidar için ise anlamı sahiple girilecek menfaat ilişkisi sayesinde iktidarın yeniden üretilmesi ve sağlamlaştırılmasıdır.
Kuşkusuz bu amaçlar için tekelleşme önemli bir yapılanmadır. Şimdi Türkiyede tekelci medyanın serüvenini ve bugünkü etkilerini tartışalım.
1980: Yapısal dönüşümün miladı
12 Eylül 1980 askeri darbesi bugünlere ulaşan yapısal dönüşümün miladıdır; bu dönemde toplumdaki bütün muhalif unsurlara saldırılmış, toplumda en küçük bir aykırı sese izin vermeyecek şekilde bir tek tipleşmeye gidilmiştir.
Oluşturulacak yeni sistem için düşünemeyen, sorgulamayan, bencil, birey olamamış bir insan topluluğu oluşturulmaya başlandı.
Medya özellikle de televizyon- bu oluşum için önemli bir silahtı ve çok başarılı kullanıldı (Türkiyede renkli TV yayınına askeri yönetim altında geçilmesi, video kullanımının aynı dönemde yaygınlaştırılması tesadüf olmasa gerek).
1990larda TRT tekeli paylaşılıyor
1990 başlarına kadar TRT tekelini elinde bulunduran iktidarlar, medyanın bu ayağını dilediklerince ve yine kar motifinin etkisinde kalmadan kullanırlarken, 90lardan itibaren bu alanı da özel firmalarla paylaşmak zorunda kaldılar.
Ancak siyasi iktidarlar ve muhalefet her dönem, medyayı etkileme ve yanlarına çekme uğraşı içinde oldular.
Kağıt, resmi ilanlar, devlet bankalarının ucuz kredileri, devletin ekonomik kuruluşlarının reklam bütçeleri, yatırım teşvikleri, hatta Başbakanlığa bağlı örtülü ödenekler iktidarın, medyayı yanına çekmek için kullandığı araçlar olageldi.
1980ler Türkiyesinde sermayenin medyaya girişini özendirecek yeterli nedenler ortaya çıkmıştır: dördüncü güçü paylaşma, siyasi çevrelerde itibar görme ve elindeki silahla korkutma, bu sayede diğer sektörlerdeki yatırımların etkinliğini arttırma (devlet ihaleleri alma, devlet kredilerinden yararlanma vs.); devlet teşviklerinden ve diğer rantlardan öncelik kapma, medyayı diğer banka ve şirketlerin reklamında kullanma, finans sektörünün gözde olduğu 80 sonrası dönemde itibar ve güven isteyen finansçılıkta medyadan yararlanma gibi etkenler sözü edilen dönemde sermayenin bu sektöre olan ilgisini arttırmıştır.
1989: Tekelleşmenin başlangıcı
Türkiye medyasında tekelleşmenin başlangıcını 1989 yılına dayandırabiliriz. Polly Peck grubunun başkanı Asil Nadir, Türkiyede Güneş gazetesinin yanı sıra Günaydın, Tan ve Gelişim gruplarını satın alarak tekelleşme yönünde ilk adımları atan kişi olmuştur.
90larla birlikte medyada holdingleşme almış yürümüştür. Bu holdingler sahip oldukları güçle bir yandan Pazar mekanizmasında daha küçük yayın kuruluşlarına hak tanımazken, diğer yandan da sektörde çapraz bir tekelleşmeye yol açmıştır.
Bugün medya birkaç holdingin kontrolü altındadır. Biz en çok büyüyen Aydın Doğan ve grubunun gelişim çizgisine bakalım.
Aydın Doğan önce Milliyet
Aydın Doğan 90lı yılların ortasında Koçun ortaklığındaki Garanti Bankasının Otokar hisselerini satın alarak, kendisini medya tekelleşmesine götürecek ilk adımı attı.
1979da 120 milyon TLye Milliyeti, 1994 ağustosunda da Hürriyeti aldı. Türkiyenin iki büyük gazetesi artık onundu. Televizyonlar, banka, sigorta gibi birçok alanda gazete ve dergilerin sahibi oldu.
Böyle bir yapılanmanın olduğu yerde basın özgürlüğünden söz edemeyiz. Çünkü tekelleşme olgusuyla birlikte basının özgür kamuoyu oluşturma ve ciddi anlamda halkın gündemini tartıştırma ve iletme görevleri, sadece sahibinin ve sahibinin dahil olduğu güç- iktidar ilişkilerinde gücün paylaşılması noktasında sahibine koz olacak bir silaha dönüşmüştür.
Bu noktada basın ya da iletişim özgürlüğü, ancak belirli ekonomik ve siyasi güç odağına herhangi bir diyet borcu olmayan, dolayısıyla tamamen bağımsız, hakiki gerçeklerden halkı haberdar etmeyi kendisine temel ilke edinmiş bir kitle haberleşmesi yapılanmasının olduğu koşullarda gerçekleşebilir.
Aksini düşünmek, basın yayın ilkeleri, gazetecinin sorumlulukları, özgür haber verme ve alma gibi olmazsa olmaz değerleri çöpe atmak demek değil midir?
* Meriç Mirioğlu / Mehmet Güzel / Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Atölyesi ([email protected])