Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Musul’daki Türkiye Başkonsolosluğu’na yaptığı ve görevlileri kaçırdığı baskınla ilgili yayın yasağına tepki gösteren medya örgütlerine kriz durumlarında habercilerin nasıl haber yapması gerektiğini ve yargının yayın yasağının basın özgürlüğü üzerindeki etkisini sorduk.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu sorumlu haberciliğin altını çizerek barış gazeteciliğinin ve basın etiğinin bir kenara bırakılmaması gerektiğini söylüyor. Önderoğlu yargının basın ayönelik sansürünün bu şekilde ifşa edilebileceğini ifade ediyor.
Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç ise bu süreç içerisinde Türkiye medyasının rehinelerin koşullarını göz önünde bulunduran bir sorumlulukla hareket ettiğini ifade ediyor. Her gazetecinin kendi içinde özdenetim mekanizması olduğunu ifade eden Türenç, yayın yasağının hükümetin kriz konularının unutulması için kullandığı bir yöntem olduğunu belirtiyor.
Basın Enstitüsü Derneği Başkanı Kadri Gürsel ise özdenetimin her gazetecinin, her yayın yönetmeninin sorumluluğu olduğunu belirterek özdenetimin yargıyla asla olmayacağının altını çiziyor.
P24'ten Yasemin Çongar ise hükümetin Irak'ta gelişmeleri iyi okumayarak ve önlem almayarak oradaki yurttaşların hayatını tehlikeye attığını, bu gerçeğin haberlerle anlaşılmasını engellemek için yayın yasağı getirdiğini ifade ediyor.
Önderoğlu: Barış gazeteciliğinden ödün verilemez
İktidarların hesap verme kültürüne sahip olmadıkları toplumlarda basın özgürlüğünün daim bir mücadele alanı olması son derece doğaldır. Ancak bu, kadın, çocuk veya görevlilerin rehin alındığı bir durumda medya etiğini bir kenara itmeyi gerektirmez.
Gazeteciler, Başbakan Erdoğan’ın değirmenine su taşıyor diye, barış gazeteciliğinden ödün veremezler, insan faktörünü dikkate almak zorundadırlar.
İktidarı en sert şekilde eleştirmek de, bir haftadır IŞİD’in elinde olanları düşünerek habercilik yapmak da mümkün. Her yönüyle sorumlu bir haberciliği birlikte üstlendikçe, yargı sansürünü daha rahat mahkum edebiliriz.
Türenç: Yayın yasağı rehineleri unutturur
Türkiye medyası ilk defa bir krizle yüzleşmiyor. Basın kendi içinde özdenetimini kuran bir kurumdur. Gerçek gazeteciler tabii ki tüm dengeleri kollar.
Bu olayda da basının farklı bir tutum izlediğini düşünmüyorum. Gazeteciler tutarlı, rehinelerin güvenliklerini koruyacak haberler yaptılar.
Ancak yasaklama hükümetin bir takıntısı haline geldi. Arda arda gelen yasaklardan hükümetin gelişmelerden rahatsız olduğu için bu yöntemi uyguladığını anlıyoruz. Soma yayın yasağının ardından nasıl gündemden düştüyse burada da o rehineler kolayca unutulabilir. Yargının kararı sansürdür ve sansür de otosansürü doğuruyor.
Gürsel: Yayın yasağı güvenlik için alınmadı
Musul’da rehin alınan Türkiye Başkonsolosluğu görevlilerinin hayatının tehlikeye atılmaması bir gereklilik elbette ki ve sorumlu medyanın yayınlarında editörler tarafından dikkate alınmalıdır. Bu konuda sorumlu davranacak olgunluğa medyamızın eriştiğini düşünüyorum. Sorumlu habercilik anlayışı bunu gerektirir.
Ama hiçbir zaman için Musul’daki rehine krizi ile ilgili haber ve yorumların tamamına yasak getirmek basın özgürlüğüne ve basın özgürlüğünün içerdiği tüm haklarla, en başta da halkın doğru ve zamanında haber alma hakkıyla bağdaşmaz.
Dolayısıyla bu basına doğrudan bir sansür uygulamasıdır. Bu kararın ardındaki gerçek nedenin Musul’daki rehinelerin hayatının tehlikeye atılmasını engellemek olduğunu zannetmiyorum. Bu siyasi bir karardır ve sansürdür.
Çongar: Sansürü kararı iktidarın aczini örtmek için
"Sansür kararı, Musul'daki rehinelerle ilgili sorumsuz bir habercilik yapıldığı için değil, bu durumla ilgili her haber siyasi iktidarın aczini biraz daha ortaya koyduğu için verildi.
"Hükümet, Irak'taki gelişmeleri iyi okumayarak ve gerekli önlemleri zamanında almayarak oradaki vatandaşlarının hayatını tehlike attı. Şimdi bu gerçeğin her haberle biraz daha iyi anlaşılması işlerine gelmiyor ve tehlikeye attıkları hayatların "medya tarafından tehlikeye atılmasını önlemek" kisvesi altında tam kapsamlı sansür uyguluyorlar.
"Türkiye medyası böyle bir ortamda rehinelerin hayatını tehlikeye atacak ya da serbest kalmalarını geciktirecek haberler yapmama konusunda özdenetimini yapabilecek mesleki ve kurumsal deneyim ve sağduyuya sahiptir.
"Demokratik olgunluğa sahip bir hükümetin görevi de sansür uygulamak değil, tam tersine rehine krizi konusunda medyayı düzenli bilgilendirmek olmalı. Böyle bir bilgilendirme süreci, hükümetin rehineler için risk yaratabilecek yaklaşımlarla ilgili görüşlerini medyayla paylaşmasına da olanak verirdi." (EA)