Seçilenler arasında Sebahat Tuncel'in ayrı bir yeri var. "Yasadışı örgüt üyesi olmak" suçlamasıyla dokuz aydır tutuklu yargılanan Tuncel, hiç seçim çalışması yürütemedi; onun yerine kadın aktivistler iki ay boyunca İstanbul 3. bölgede çalıştı. Tuncel mazbatasını alınca önceki gün serbest kaldı.
Gazeteciliğin incelikleri
DTP'nin desteklediği adayların Meclise girmesinin önüne geçilemeyeceğini anlayan medya bu duruma "tahammül" etse de, "yasadışı örgüt üyesi olmakla yargılanan" birinin vekil olması belli ki tahammül sınırlarını zorladı.
Zaten hiçbir zaman böyle bir derdi olmayan Tercüman bu durum karşında gazeteciliği derhal unuttu. Gazetenin 25 Temmuz sayısında yer alan haberin başlığı "Kim dur diyecek...". Şöyle devam ediyor: "Mazbatası verilip tahliye edilen PKK'lı Sabahat'in uzun konvoyunu gören Türk halkı ülkenin halini dehşetle seyretti."
Gazetenin yargılaması süren bir insanı yargılayıp mahkum etmesi bir yana, Tuncel'in sadece ilk adını -onu yanlış yazarak- kullanarak aklınca onu aşağılamaya çalışması diğer yana...
"70 milyonu kucaklayan" Hürriyet ise bu kadar açıktan rengini belli edemeyeceğinden "gazeteciliğin" inceliklerinden yararlanma yoluna gitti.
Ordunun ve bürokrasinin hassasiyetlerini halka iletme görevini asla atlamayan muhabir Saygı Öztürk, son olarak 367 tartışmasını başlatan Yargıtay "Onursal Başkanı" Sabih Kanadoğlu'na mikrofonu uzattı. Kanadoğlu, henüz suçluluğu ispatlanmamış olan Tuncel'in serbest bırakılmasının "vahim bir hukuk hatası" olduğunu söyledi.
Ertuğrul Özkök de dünkü yazısında Meclise giren DTP'lilere neden ve nasıl tahammül ettiklerini yazdı:
"Daha ilk günden onları zan altında bırakacak bir yaklaşımda bulunmayalım."
Medyanın terbiye işlevi üzerine
Ana akım medyanın DTP'nin desteklediği vekillere yaklaşımıyla ilgili örnekler çoğaltılabilir ama bu iki uç örnek durumu özetliyor.
Seçim öncesinde DTP'nin -1980 darbesi sonrasında yine Kürtlerin Mecliste temsilini engellemek üzere konulan- yüzde 10 barajını bağımsız adaylarla aşma yoluna gideceğini açıkladığında, siyasi iktidar ve muhalefet bunun gerçekleşmemesi için ellerinden geleni yapmıştı. Yasa değişikliğiyle bağımsızlar birleşik oy pusulasına alındı. Gümrüklerde bağımsızlar için oy kullanmak mümkün olmadı. Yine yasa değişikliğiyle, grup kursa bile DTP'ye hazine yardımı yapılması önlendi.
22 Temmuz'dan sonra ise "yasal olarak" yapacak bir şey kalmadı. Bundan sonra tek yol ideolojik baskı, oto sansüre teşvik. DTP'nin desteklediği vekillerin zapturapt altında tutulması işlevini büyük ölçüde ana akım medyanın üstleneceği görülüyor. Medya, milliyetçi histeriyi gerektiği anda kullanabilmek üzere canlı tutmaya çalışıyor. Örneğin son bir haftadır devamlı Milliyetçi Hareket Partili (MHP) vekillere "uyarıda bulunmaları" için mikrofon tutuluyor.
Umulan, DTP'nin desteklediği vekillerin kendilerini ifade ederken koyulan sınırların dışına çıkmamaları.
Oysa "şiddete çağrı" içermediği sürece herkes fikirlerini ifadede özgür. Bunun yasal dayanağı da Türkiye'nin de imzaladığı ve devletin ihlalden devamlı mahkum edildiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10. maddesi. Dahası, başka her türlü kabahatin soruşturulmasını örtmek için kullanılan milletvekili dokunulmazlığının amacı da vekillerin ifade özgürlüğünü güvence altına almak.
Sonuç
Hürriyet geçen ay oynayan reklam filminde "biz 70 milyonluk bir aileyiz" diyordu. Baba, anne, çocuklar...
Şimdi, uzun zaman önce bir kenara itilen amca oğluyla, teyze kızı kapıya dayandılar, haklarını istiyorlar. Sizin o tarafta her şey yolunda giderken kapıyı kapasan bacadan giren bu insanlar iyi olmadı, belli, ama ne yaparsınız insan doğası, terbiyenin de bir yaş sınırı var. (EÜ)