AKP Milletvekili Emin Şirin'in "fon"a devredilen bankalarla ilgili soru önergesi, ve bunun Hürriyet Gazetesi tarafından haber olarak yayınlanmasının ardından konuyla ilgili akademik nitelikte bir yazı yazmaya karar vermiştim. Ancak Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'nin gazetedeki köşesinde konuyu bir ucundan ele alıp gazetecilik okullarının öğretim üyelerine hakemlik çağrısına yanıt vermek gerektiğini düşünüyorum.
Bu noktada bir saptama yaparak konuyla ilgili duruşumu netleştirmek istiyorum: Konuyu Ertuğrul Özkök'ün yansıtmak istediği gibi 'gazetecilik olayı' olarak nitelemek sorunsalı hafife almak olur. Bu yanı meselenin ikincil önemdeki veçhelerinden biri olup daha doğru bir tanı koyabilmek için resmin bütününe bakmakta yarar var. Konuya bir "yap-boz" olarak yaklaşıp ilk bakışta birbirinden bağımsız gibi görülen olayların bir araya getirildiğinde ne anlama geleceğine bakalım.
Medya-iktidar ilişkilerinin karanlık dehlizleri ve haberin manipülasyonu
Bir süre önce Kapatılan Refah Partisi'nin Milletvekili Nazlı Ilıcak bir televizyon programında programa telefonla katılan Aydın Doğan'la polemiğe girer ve mealen benim sizinle bir işim olamaz der. Bunu üzerine Aydın Doğan Ilıcak'a bu kadar kesin konuşmamasını önerir.
Bu arada medyayı yakından takip edenler, Doğan Gurubu ile Karamehmet ve Bilgin arasında yaşanan mücadelenin Danıştay'ın Pamukbank'a el koymayı durdurması, Karamehmet'in İstanbul Yaklaşımı'na dahil edilerek kurtarılması (A-Tel olayı) ve Bilgin'in borçlarını ödememesi üzerine kızıştığına tanık olurlar. Öyle ki, Ertuğrul Özkök'e göre haksız rekabet yaratılmaktadır. Belki haklı olarak ama biraz talihsiz bir yaklaşımla vergide "vicdani red" hakkını tartışmaya açar. Aynı yazıda kendilerinden destek talebinde bulunulmasından dem vurarak hükümete adeta aba altından sopa gösterir.
Yazıdan bir kaç gün sonra Emin Şirin, Başbakan Abdullah Gül'ün yanıtlaması istemiyle meşhur soru önergesini meclise sunar. Cevap Başbakan yardımcısı Abdüllatif Şener'den gelir. Hürriyet bu cevabı geniş bir şekilde yayımlar. Kıyameti kopartan, sayın Özkök'ün ileri sürdüğü gibi 'gazetecilik olayı' olup olmaması değil Emin Şirin'in bu soru önergesini verirken 'kamu çıkarını' gözetmenin dışında başka herhangi bir saikle hareket etmiş olma olasılığıdır. Bu spekülatif bir varsayımdır. Dolayısıyla "yap-boz"un parçalarını bir araya getirmeye devam edelim.
Aynı günlerde kamuoyu medyada bir dönem sağın en güçlü sesi olmuş Tercüman gazetesinin tekrar yayın hayatına başlayacağını reklamlardan öğrenir. Gazeteyi çıkaracak olan Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak'ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak'tır. Mehmet Ali Ilıcak Nazlı Ilıcak'ın oğludur. Emin Şirin Nazlı Ilıcak'ın kocası ve dolayısıyla Mehmet Ali Ilıcak'ın üvey babası. Aile Akşam gazetesi deneyimini birlikte yaşamış ve Mehmet Ali Ilıcak'ın iddiasına göre diğer medya gruplarından, özellikle de Dinç Bilgin'den ve dönemin siyasal güçlerinden yediği darbelerle yaşanan başarısızlığın ardından Akşam'ı M. Emin Karamehmet'e devretmiştir.
Mehmet Ali Ilıcak İnternet Haber Genel Yayın Yönetmeni Hadi Özışık'la yaptığı söyleşide bir gazete çıkarma düşüncelerinin var olduğunu ama bunu birkaç ay öne çektiklerini söylüyor. Gerekçe de konjonktürün müsait olması. Oysa medya özellikle basın tüm dünyada kriz içinde. İşte Kirsh ve Vivendi. Bizde de Cumhuriyet tarihinin en ağır krizinden en çok etkilenen sektörlerden biri medya. O halde konjonktürü olumlayan hangi faktör-ler-dir sorusu önem kazanıyor.
Hadi Özışık konuyla ilgilenenlerin kafalarındaki soruyu dillendirip Aydın Doğan'ın desteğinden söz ettiğinde Ilıcak bunu bir ölçüde kabül ediyor. Bu durumda akıllara ister istemez Vatan Gazetesi olayı geliyor. Hatırlanacağı üzere Aydın Doğan o günlerde Vatan'a sınırlı bir destek vereceğini söylemişti: 'Üç ay kadar desteklerim. Başarılı olursa onlar ayakları üzerinde durur böylece bende kazanmış olurum'. Bu süre dolmak üzere ve Vatan'ın beklenen başarıyı gösteremediği medya çevrelerinde genel hakim kanı durumunda. Bu durumda Aydın Doğan destekli Tercüman'ın yayınının iki üç ay öne çekilmesi ve Emin Şirin'in önergesinin aynı tarihlere gelmesi sadece bir tesadüf müdür? Eğer değilse ortaya çıkan tablo vahimdir.
Vahamet medya üzerinden yürütülen iktidar mücadelesinde soru önergesi vermek ve kamuyu enforme etmek gibi kamusal hak ve yetkilerin özel çıkar amaçlı maniple edilerek kullanılmasıdır. Emin Şirin Tercüman gazetesinin desteklenmesine karşı Doğan'ın rakiplerini zor durumda bırakacak bir soru önergesi vererek Hürriyet'e haber konusu çıkartmıştır. Yani rakipleri aleyhine yapılan yayına nesnellik ve meşruiyet sağlamıştır. Tercüman'ın Doğan gurubu saflarında yedek güç olarak yazılması da sağlanmıştır. Dolayısıyla bu sadece bir gazetecilik olayı olmaktan çok toplumsal yozlaşmanın medya cenahında sembolik bir dışavurumudur.
Medya asli işlevine kendiliğinden dönmedikçe tasfiye kaçınılmaz
Yozlaşma "iktidar"da -kavramı genel anlamda kullanıyorum- içkindir. Modern demokrasilerde birbirini denetleyen güçlerin ayrılığı "iktidar"ın bu hastalıklı doğasına karşı önerilmiş bir çözümdür. İktidar alanlarının dar, kısa vadeli ve öznel çıkarları adına işbirliği yaptığı durumlarda sonuç derin toplumsal krizlerdir. Krizden çıkış yolu da taşları yeniden yerli yerine oturtmaktır. Son kriz bunu gerçekleştirmenin iradesinin toplumda oluşmasını sağlamıştır. Önce finans sektöründe ekonominin rasyonel denetim mekanizmaları işletilerek hastalıklı yapı ciddi olarak tasfiye edilmeye çalışılmıştır.
Öte yandan 3 Kasım seçimleri seçmene hesap verme durumundaki siyasetin hastalıklı unsurlarını tasfiye etmiştir. Sıra medyadadır. Medyadaki hastalıklı yapının tasfiyesindeki gecikme hesap sorma mekanizmalarının kısmen daha muğlak olması (kamuya karşı sorumlu olma) kısmen de işletil-e-memesidir (medya iktisadının Türkiye'ye özgü irrasyonelliği).
Ancak bu tasfiye er geç olacaktır ve olmalıdır. Bu konuda toplumun yeni siyasi kadrolardan beklentileri yüksektir. Seçim sonrası bir seminerde yeni iktidardan beklentilerimi 'ihtiyat katsayısı yüksek iyimserlik' olarak nitelemiştim. Bunu derken düşündüğüm bu ve benzeri olayların yaşanabilme olasılığıydı. Soru önergesi, Hürriyet'in bunu haberleştirmesi ve Ilıcak-Doğan ittifakı AKP'li Emin Şirin'in power broker olduğu eski hastalıklı düzeni yeni ittifaklarla devam ettirme çabası gibi görünüyor.
Ertuğrul Özkök'ün medya akademisyenlerine çağrısı ise uzun zamandır unutulan kontrol mekanizmalarının birinin işletilmeye başlanması noktasında anlamlıdır. Ancak bu çağrının İngiliz'lerin dediği gibi "too little too late" olmaması için medyanın eteğindeki bütün taşları dökmesi gerekir. Aslında Ertuğrul Özkök son yazılarında böyle bir eğilimin sinyallerini veriyor. Ancak bunlar nostaljik ve kişisel günah çıkarmalar şeklinde tezahür ediyor. Oysa yapılması gereken, sorunu kurumsal düzeyde ve gerçekçi olarak tanımlayıp çözüm bulmada samimi olunmalıdır. (EK/HK)