“Erdoğan Yunanistan ile savaş emri verdi mi?”, “Yunanistan bel altı vuruyor”, “Bakan Çavuşoğlu: En çok acıyı Yunanistan çeker”, “Yunanistan aklını başına alsın”, “Yunanistan ve destekçileri barışa zarar veriyor”, “Senin Doğu Akdeniz’de ne işin var?”, “Yunanistan'dan Türkiye'ye tehdit: Ya kabul edecekler ya da...” “İşte Yunanistan'ın Ege kışkırtmasının perde arkası”, “Yunanistan'dan tehlikeli adım”, “Türkiye'den Yunanistan'a çok sert mesaj: Savaş sebebi sayarız”, “Savaşı göze alması Yunanistan'ın felaketi olur: Ne karayı ne de adaları savunabilirler.”
Bu haber başlıkları son bir aylık süre içerisinde ana akım medyanın internet sayfalarında yayınladı. Hepsi çatışma ve savaş dilini benimsese de başlıklar bununla sınırlı değil. Doğu Akdeniz’de Türkiye-Yunanistan gerilimi başladığından beri hemen her gün ana akım medyada bu tür haberleri görür olduk.
Savaş çığırtkanlığı yapan bu haberler inşa edilmesi yıllar süren barış ortamına da zararlar veriyor. Fakat çatışma ve savaşı körükleyen bu gazetecilik anlayışı tek çare değil. Her gerilimde çatışma ve savaşın tek yol olmadığını anlatacak bir alternatif var: Barış gazeteciliği…
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Süleyman İrvan’la kavram olarak yeni olmayan bu pratiği ve medyanın çatışma durumlarındaki halini konuştuk…
"Vatana ihanet gibi algılanıyor"
Gazeteler, televizyonlar radyolar… Son dönemde özellikle de Doğu Akdeniz'deki Türkiye-Yunanistan gerilimiyle birlikte çatışmayı destekleyen ya da bir anlamda 'kışkırtan' haberler yapıldığına daha çok mu şahit olmaya başladık?
Evet, son dönemde savaş yanlısı yayınlar çok yapılıyor. Medya bu süreçte savaş çığırtkanlığı yapıyor. Ama Türkiye’de bu hep böyle oldu zaten. Ne zaman çatışma çıksa medya, krizden yana tavır aldı.
Türkiye’deki temel problem, medyada aykırı bir görüş açıklamanın ihanetmiş gibi algılanması. Sadece insanlar için değil gazeteler için de geçerli. O nedenle herkes aynı tonda savaşı körükleyen, destekleyen ya da devletin yanında konumlanan bir yöne eğiliyor.
Tabii bu karşılıklı. Yunanistan medyası da aynı şeyi yapıyor. Bütün ülkelerde bu, aynı şekilde devam ediyor. Özellikle kriz başlangıçlarında sanki devletin politikalarını desteklememek medyada vatana ihanet gibi algılanıyor.
Bazı yayınlar savaş çığlığı atmıyorsa da aykırı bir görüş açıklamak onlar için mümkün olmuyor. Türkiye-Yunanistan geriliminde de farklı bir şey olmadı.
"Barış gazeteciliği bunun için var"
Peki buna karşılık alternatif bir yol var mı?
Tabii.. Barış gazeteciliği bunun için var. Mesela biz karşı taraf yani ‘Yunanistan ne düşünüyor’ haberlerini hiç göremiyoruz medyada. ‘Yunanistan ne istiyor'u biz bilmiyoruz. Medya sadece Türkiye’nin ne istediğini aktarıyor. Yunanistan’ın saldırgan olduğunu söylüyor.
Barış gazeteciliği yapmıyor, savaşa karşı durmuyor. Daha milliyetçi bir tonda habercilik söz konusu.
Medya aslında bir yandan da ‘savaş çıkarsa sonuçları ne olur'un üzerine gidebilir mesela. Savaşın yıkıcılığı üzerine haber yapabilir.
Bu nedenle barış gazeteciliği çok önemli diyoruz. Ama barış gazeteciliği artık Türkiye’de konuşulmuyor. Medyada barış gazeteciliği üzerine kimsenin bir şey yazmadığını görüyorum. Akademi de bile bu konuya ilgisini kaybetmiş durumda.
"Esasları TGC belirledi zaten"
Haberlerde barış dili nasıl kurulmalı? Barış dili çatışmasızlığı nasıl destekler?
Bu sorunuzun cevabı en yalın haliyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 2019’da güncellediği “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”nde var. TGC orada sadece gazeteciliğin tanımlamasını yapmakla kalmadı, gazetecinin doğru davranış kurallarını da belirledi.
Haber dilinin nasıl kurulması gerektiği, barış gazeteciliğinin ne demek olduğu, gazetecilerin neden barış gazeteciliği yapması gerektiğini açık açık yazdılar.
TGC'nin Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ndeki "Barış Gazeteciliği" tanımlaması şöyle: Gazeteci haber ve yorumlarında çatışmacılığı değil, barış gazeteciliğini esas almalıdır. Taraflara eşit mesafede durarak, sansasyonel habercilikten kaçınmalıdır. Çatışmaların görünür ve anlık etkileri yerine uzun vadeli ve travmatik etkilerine odaklanmalıdır. Barış girişimlerini görmezden gelmemeli, desteklemelidir. |
Aslında barış gazeteciliğinin ne olduğu konusunda bir tartışma yok. Barış gazeteciliğinin ne olduğunu gazeteciler zaten biliyor. Önemli olan dil ve yaklaşım. Gazetecilerin yaklaşımları savaşa yönelik olduğu için dillerini değiştirmiyorlar.
Mesela ‘Sorunları nasıl çözeceğiz’, bunun cevabını vermiyorlar. Savaşla mı yoksa konuşarak mı çözeceğiz? Ülkeler sorunlarını nasıl çözsünler? Bunun üzerine kafa yormuyor.
"Barışı daha gür bir biçimde dile getirebiliriz"
Ne yapılmalı peki?
Kazan kazan formülünü uygulayabiliriz. Zaten barış gazeteciliği de budur. Kazan kazan. Çatışma olmadan da sorunları çözebileceğimizi gösterebiliriz. Barışı medyada daha gür bir biçimde dile getirebiliriz.
Ülkeleri çatışmaya tahrik etmek ve savaşa sürüklemek yerine Doğru Akdeniz’deki doğal zenginliğin savaşarak heba edilmesi yerine barış içinde ve birlikte kullanılabileceğini aktaran haberler yapabiliriz.
Köşe yazarları da bunu teşvik edebilir, medyayı bu şekilde yönlendirebilir. Bu noktada gazetecilere ve akademisyenlere büyük rol düşüyor. Ama rolün büyüğü siyasetçilere düşüyor. Çünkü asıl olarak tüm bu gergin ortam siyasetçilerin söylemlerinden, iktidarların bakış açısından ortaya çıkıyor.
"Gazeteciler sorunların konuşarak çözmek gerektiğini aktarmalı"
Basın kuruluşları sizce neden barış gazeteciliğinden kaçıyor?
Türkiye’de ve aslında dünyada bayrak etrafında hareket etme diye bir durum var. Bir kriz çıktığında ‘Bizden misin onlardan mısın’ diyorlar. Böyle olunca özellikle Türkiye’de hiçbir medya kuruluşu ‘onlardan’ olmayı göze alamaz. Kendisinin de öyle tanımlanmasını istemez.
Böyle bir ikilem ortaya çıkıyor. Biz ve onlar ikilemi. Zaten çatışma gazeteciliğinin, savaş gazeteciliğinin temel noktası da bu değil mi? Bu tür gazetecilik de aynı savaşlar gibi biz ve onlar temeline dayanıyor. Bunun yerine biz ve onlar ikiliğini ortadan kaldıracak, barışı özendirecek çalışmalar, çabalar olmalı. Dili yumuşatmalı. Yani savaşın bir şey kazandırmayacağı vurgulanmalı. Gazeteciler savaşarak değil konuşarak sorunların çözmek gerektiğini aktarmalı.
Televizyonlara çıkan tartışmacılara bakıyorsunuz, her zaman aynı kişiler ve aynı şeyleri söylüyorlar. İçlerinde bir tane çatışmasızlığı destekleyen kişi yok. Böyle olunca ortaya bir tane fikir konulmuyor.
"İktidar sertleşince medya da sertleşiyor"
Burada bir çıkar mı söz konusu? Çatışmayı destekleyen haberler tıklanma ve izlenme oranlarıyla ilgili olabilir mi? Gazeteler ‘barış gazeteciliği’ yapıldığında okunmayacakmış ya da izlenmeyecekmiş hissi içerisinde olabilir mi?
Aslına bakarsanız Türkiye’de ana akım medya tarihte de hep aynı davrandı. Geçmişte de aynıydılar şimdi de. Eskiden tiraj önemliydi şimdi tıklanma oranı.
Bir doktora öğrencimle birlikte Türkiye’de Kürt sorununun çözümü üzerine bir çalışma yapmıştık. Orada Türkiye’deki barış gazeteciliğini ‘devlet destekli barış gazeteciliği’ olarak tanımlamıştık. Çünkü devlet politikasını barıştan yana çevirirse medya daha barışçı bir söylem tutturuyor. Aksi halde, iktidar sertleşince medya da sertleşiyor.
Yani barış gazeteciliği anlayışı Türkiye medyasında hiç yerleşemedi. Çatışma gazeteciliği yapmak daha kolay geliyor. Karşı tarafı suçlayıcı bir haber dili benimsemek daha kolay.
Karşı tarafa istediğiniz gibi hakaret edebilir, aşağılayabilirsiniz. Hiç kimse size ‘Ya niçin böyle yapıyorsun, düşmanlığı körüklüyorsun’ diye davranmaz. Yunanistan’ı kötülediniz diye dava açmaz.
Ama bunun yanında dengeli, karşılıklı çıkarları gözeten, barışı özendiren bir habercilik yapmak istiyorsanız işte bunun için daha fazla çaba sarf etmeniz gerek, bazı şeyleri göze almanız gerek.
Mesela iktidarın hışmına uğrayabilirsiniz. Barış gazeteciliği yapabilmek için bunu göze almanız gerekecek. Türkiye’de böyle bir durumda kalmak kimse istemez. Devlet desteklemediği için medya da bir riske girmek istemiyor.
Hakkınızda sürekli davalar açılabilir ya da hedef gösterilebilirsiniz. Bu nedenle barış gazeteciliği çok zor. Hele ki Türkiye gibi krizlerin yoğun olduğu toplumlar da çok daha zor. Ya gazeteciler çok cesur olacak ya da daha ılımlı çizgide ilerleyecek.
"Var olan gazeteciliğin sorgulanması lazım"
Bu genel geçerliğin getirdiği bir problem mi?
Türkiye’deki gazetecilerin çoğu daha çatışmacı ve daha partizan bir gazetecilik anlayışından geliyor. Türkiye’ye bu nedenle çok uygun çatışma gazeteciliği. Barış gazeteciliği ise bunun tam tersini öğütleyen bir şey. Kötü gazeteciliğin dışında bir şey yapmanı istiyor ki bu maalesef çok kolay bir şey değil.
Kalkalım uyanalım ve hadi barış gazeteciliği yapalım diye olacak bir şey değil. Bir kere var olan önyargılarımızı sorgulamanız gerekiyor. Geçmişten bugüne sorunları çözdüğümüz dönemleri örneklendirmeniz gerekiyor.
Kim kendini sorguluyor yaptığı habercilik için? Çatışma haberi yaptığınızda herhangi bir biçimde olumsuz karşılığını görüyorlar mı? Aksine tirajları, izlenme oranları yükseliyor. Habere olan ilgiyi arttırıyor.
Ama bu durum uzun vadede kimsenin çıkarına değil. Medyanın daha itidalli bir bakış açısıyla sorunlara yaklaşması lazım. Var olan gazetecilik anlayışını sorgulanması ve gözden geçirmesi lazım.
"Medyanın kimin sesine öncelik verdiği önemli"
Haberin kendi yanlılığı olduğu fikrine katılıyor musunuz?
Bu ‘Barış yanlısı haber yapmak neden daha iyidir’ sorusuyla eşdeğer. Çünkü savaşın nasıl bir yıkım getireceği ortada. Olayın özünde anlamak ve anlaşmak yatıyor. Barış haberciliği yapmak istiyorsak karşı tarafın ne istediğini nesnel bir biçimde ortaya koymak lazım.
Mesela bu çatışma neden ortaya çıktı? Objektif bir biçimde, sen, ben biz ve öteki ayrımı yapmadan. Türkiye ne istiyor, Yunanistan ne istiyor, Mısır ve İsrail ne söylüyor? Çünkü bu bölgesel bir sorun. Herkesin tam olarak ne istediğini, ne dediğini düzgün bir şekilde aktarmak gerekiyor.
Mesela haberleri Türkiye ya da Yunanistan medyası değil de olayla hiç ilgisi olmayan İskandinav medyası haber yapıyor olsa nasıl yapardı? Her iki ülkeye eşit mesafede duran bir gazete ‘Türkiye ne istiyor, Yunanistan ne istiyor, biz bunları önce ortaya koyalım. Kimin haklı kimin haksız olduğuna bakmadan bunların ne dediğini bir yazalım, karşılıklı görüşleri verelim. Daha sonra da barışçı çözümleri teşvik eden görüşler alalım’ derdi.
Bu tür durumlarda medya genellikle şu hataya düşüyor: Olay gerçekleştiğinde fikir açıklayabilecek olan kaynaklara yöneliyor. Fikir açıklayabilecek olan kaynaklar da genellikle çatışma durumlarında askerler oluyor. Asker olunca da ister istemez iki ülkenin asgari güçleri konuşuluyor, karşılaştırılıyor. Güç düellosuna dönüyor iş.
Hâlbuki sivil toplum örgütlerine de sorabilirler, bir savaşın yıkıcılığını da konuşabilirler. Barış yanlısı örgütler de bu konuda fikir sahibi. Onlar da aslında seslerini duyurmak istiyorlar. Dolayısıyla medyanın aslında kimin sesine öncelik verdiği önemli.
Haber kaynaklarını ne kadar çoğaltırsanız barış ihtimalini de o kadar çok arttırmış olacaksınız. Barışı önceleyen görüşlere daha çok yer verirseniz ister istemez barış yanlısı habercilik yapmış olacaksınız. Ama çatışma yanlısı kaynaklara yönelirseniz daha çatışmacı ‘Biz güçlüyüz, onları kolay döveriz’ diyen haberler yapmış olacaksınız. Bir tercih meselesi ve önemli olan sizin hangisini tercih ettiğiniz.
Süleyman İrvan hakkındaLisans eğitimini Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda, yüksek lisansını ABD’de University of West Florida’da, doktorasını da Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde gazetecilik alanında tamamladı. 1999-2002 arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yardımcı doçent, 2002-2007 arasında Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde doçent olarak çalıştı. 2007’de Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçti. 2008’de profesör unvanını aldı. 2010’da görevlendirmeyle gittiği Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne dekan olarak atandı ve 5 yıl süreyle görev yaptı. 2012’de Kıbrıs’ın tamamında ilk olan okur temsilciliği kurumunu başlattı, Yenidüzen gazetesinin ilk okur temsilcisi oldu ve gazeteyi Uluslararası Okur Temsilcileri Örgütü’ne (ONO) üye yaptı. Okur temsilciliği görevini 2014’te bıraktı. 2013’te KKTC’de oluşturulan Medya Etik Kurulu’na İletişim Fakültelerinin iki temsilcisinden birisi olarak seçildi ve Medya Etik Kurulu’nun başkanlığını üstlendi. 2015’te Medya Etik Kurulu’ndan ayrıldı. 2017’de İletişim Eğitimi Değerlendirme Akreditasyon Kurulu’na (İLEDAK) seçildi ve bu kurulda 2019’a kadar görev yaptı. 2017 Şubat ayından beri de Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışmakta ve Gazetecilik Bölümü Başkanlığını yürütmekte. Süleyman İrvan’ın çeviri ve derleme kitaplarının yanı sıra, gazetecilik, haber, gazetecilik etiği, barış gazeteciliği, basın tarihi, sözlü tarih ve iletişim kuramları konularında yayımlanmış çalışmaları bulunuyor. |
bianet'in Barış Gazeteciliği Elkitabı için TIKLAYIN
(HA)