Hükümeti eleştirme geleneği medyanın güçlü bir iktidar odağına dönüşmesiyle birlikte oturdu. Ancak biz gazeteciler, askerin basına yönelik çıkışlarını ve çatışma durumunda “güvenlik önlemi” olarak dayatılan sansürü "kutsal" görüyoruz.
KKTC’nin 24. kuruluş yıldönümünde düzenlenen resepsiyonda söylediklerine bakılırsa Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, bir kaç köşe yazısı dışında Terörle Mücadele konseptini sorgulamayan ve hatta intikam taleplerini manşetlere taşıyan medyadan şikayeti yok.
Medya rahat bırakmasın, etik davransın!
PKK’ye karşı mücadelede Sınırötesi operasyona izin veren tezkerenin Meclis'ten geçmesiyle birlikte hassas bir döneme girildiğini açıklayan Başbuğ, özetle biz gazetecilerle ilgli şunları söylemiş:
“Tezkere çıktı. Artık bu tezkerenin uygulaması ne zaman, ne olur, tabii elbette o ayrı bir konu. Artık bakın bir uygulama sürecine girdik. Bu süreçte, özellikle medyadan benim bir istirhamım var; karar vericileri rahat bırakın. Medyamız serbest bıraksın ki; bu süreç sağlıklı olarak yürüsün.”
“Hazırlık soruşturması süreci gizlidir. Ertesi gün bu sekiz erin ifadelerinin Basın Kanunu'nun 19. maddesine aykırı olarak basında yayımlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bir suç değil mi? Aslında biz bu konuda Basın Konseyi’nin bu konuyla ilgili bir görüş belirtmesini özellikle bekliyoruz...”
Nitekim de yaptı.
Bağbuğ, Konsey’den “savaş dilini” de sorsun
Bir ordu komutanının, “tutuklanan askerlerden birinin geçmişte yargılandığı bir davadan beraat dahi etmiş olsa afişe edilmesi” ve Star gazetesinde gerçeğe aykırı olarak “tabur komutanı tutuklandı” şeklinde çıkan habere gösterdiği tepkiyi anlamayacak bir durum yok.
Belki rahatsız edici olan bir yan, Genelkurmay ve diğer askeri kaynaklardan gelen mesajların güçlü bir "tepki beklentisi"yle formüle edilmesidir. Bu konuyla ilgili ne diyor Org. Başbuğ: “Türkiye, Türk kamuoyu, yargısı, Basın Konseyi, siyasi partilerimiz eğer buna duyarsız kalırsa biz inanın ki çok üzülürüz.”
Mesleğimizin gereklerine uygun hareket etmememiz adına da utanç verici bir durum tabi. Ancak temel itirazımız, bu tenkitlerin bununla sınırlı kalması. Arzu ederdik ki, yayın ilkeleriyle ilgili çoğu kararı tartışma yaratan Basın Konseyi’ni madem göreve çağırmış, Komutanımızın bunun dışında başka talepleri de olsun.
Savaş kışkırtıcılığını öne çıkaran, PKK saldırılarından bıkmış halktan birkaç kişinin (doğru dahi olsa) idamla ilgili sözlerini “Öcalan’ın Asılması için Referandum” talepleri olarak manşet yapan basının tutumu niçin Sayın Başbuğ’u o kadar rahatsız etmiyor acaba?
Asker olunca araştırmacı medya bitiyor
Askerler, kendi sahalarında da bir “araştırmacı gazetecilik” faaliyeti olabileceğini bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Nasıl kabul etsinler, “cesuru” ve örnekleri o denli az ki! Askerin de dahil olduğu kamu ile medya arasında daimi bir alan mücadelesi olur.
Gazeteci, halkı ilgilendiren herşeyi yine halkın haber alma hakkı adına haberleştirmek ister. Türkiye’de gazeteciler bu haktan en rahat “milli güvenlik” ve “kamu düzeni” gerekçelerin öne çıkarıldığı durumlarda vazgeçerler.
Ancak biz yine de vurgulayalım, çatışmada istemeyen halk adına verilecek en iyi hizmet, yine kamoyuna ölçüsüzce müdahalelerden korunarak verilen tarafsız, cesur ve sivil dilli haberlerdir.
Org. Başbuğ’un “soruşturmanın gizliliği” kavramından gözettiği, soruşturma yürütülen tutuklu sekiz asker hakkında, lehte ve aleyhte, haksız bir isnat ve yönlendirmeye gidilmemesiyse, o vakit yasağa pek gerek de kalmıyor.
Asker olunca “sansürle mücadele” de kalmıyor
Bir başka önemli nokta; sekiz askerin tutuklanmasının ardından Van Askeri Mahkemesi’nin medyaya getirdiği “bilgi elde etme, yayımlama, yorumlama, eleştirme” yasağına medyamızın ve basın meslek örgütlerimizin, hükümetin başarısız sansür girişiminde olduğu kadar tepki göstermemesi oldu. Ne yazık ki!
İletişim çağında yaşıyoruz. Yargı ve adaletin hem kavram hem günlük pratikte tartışıldığı Türkiye’de, kamuoyu PKK’nin kaçırdığı ve ardından serbest bıraktığı sekiz askeri son derece merak ediyor.
Yasakla değil doğru habercilikle yol alalım
Yargı dosyalarının medyadan gizlenememesi de dünyada karşılaşılan yaygın bir durum. Artık, soruşturma dosyalarını gizliliğine pek güvenilmiyor. Gelinen noktada, daha ziyade yayımlanan bilgilerin doğruluğu dikkate alınıyor.
Savaş propagandası olmayan, kişilik haklarına saldırı oluşturmayan, ırkçılığa hizmet etmeyen her türlü haber, karargahda, nizamiyede, askeri cezaevinde, dağda, adliyede, Emniyette, sınırda, sınırötesinde, havada, karada, denizde.. herşey heryerde haberdir.
Sayın Başbuğ’a katılıyoruz:
“Doğru haberi vermek ile propagandaya alet olmamak arasında çok önemli bir çizgi var, bir denge var. İşte burada basınımız çok dikkatli olmalı, bu da nedir? Haberlerin lütfen veriliş şekline ve sürelerine dikkat edin. Propagandaya alet olmayın.” (EÖ/NZ)