Kayar, bu düzenlemeler arasında, kadınların eşinin soyadını kullanmaya devam etmesini, evlilik dışı doğan çocuğun soyadı almasında karşılaştığı güçlükleri, mal rejimlerinde yaşanan eşitsizlikleri saydı.
Medeni Kanun'daki Anayasa aykırı düzenlemeler sürüyor
17 Şubat 1926'da kabul edilen Medeni Kanun'da anayasaya, uluslararası sözleşmelere aykırı düzenlemelerin hâlâ varlığını sürdürdüğüne işaret eden Kayar, kanunun eşitlikçi yaklaşımının yansımadığı durumlar olduğunu vurguluyor.
Kayar, "Evlenen kadın hâlâ eşinin soyadını (yalnız veya bekarlık soyadı ile birlikte) almak zorundadır.Bu düzenleme nedeni ile Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde 'Tekeli' davası ile mahkum edilmişse de uluslararası temel haklara ilişkin bu kararın gereği iç hukukta hala yerine getirilemedi. Yasa çıktığı haliyle uygulanma devam etmekte" diyor.
Kadın-erkek arasında mallara ilişkin eşitsizlik sürüyor
Kadın erkek arasındaki eski-yeni evlilik dönemleri arasındaki eşitsizliğin sürdüğünü anlatan Kayar, sorunun kanunun 10. maddesinden kaynaklandığını söylüyor.
Kayar, sorunun temelinde, yasal mal rejiminin 1 Ocak 2002 tarihinden sonraki dönemde edinilen mallara uygulanması, evliliğin daha eski döneme ait edinimleri yasa kapsamı dışında tutması, evliliğin başlangıcından itibaren uygulanmasını isteyenlerin notere gitmesi yükümlülüğünün gerçekleştirilmemiş olmasının yattığını belirtiyor.
"Kadın erkek ve eski-yeni evlilik dönemleri arasında eşitsizlik devam etmektedir" diyen Kayar, "bu madde olmasaydı birikmiş adaletsizlikler daha kolay giderilebilecek, kadınların geçmiş dönem emekleri saygı görecekti" diye ekliyor.
Şu ana kadar notere başvuran bin 500 çift olduğunu hatırlatan Kayar, 17 milyon evliliğin olduğunun düşünülmesi halinde yeni Medeni Kanun'un bu sorunu çözmediğinin anlaşılacağını belirtiyor.
Mirasta da mağduriyet var
Mağduriyetin mirasta da sürdüğüne dikkat çeken Kayar, bu durum da Anayasa Mahkemesi'ne taşındığını ve görüşülmeyi beklediğini açıklıyor.
Boşanmaya bağlı nafaka ve tazminat istemleri için hak düşürücü süre 1 yıl olarak belirlendiğini dile getiren Kayar itirazını şöyle özetliyor:
"Bu süre çok kısıtlayıcıdır ve durumun esaslı değişmesi karşısında özellikle yoksulluk nafakasının istenebilme olanağını içerir bir yapıda olması kadınlar bakımından gereklidir. Mal rejimin tasfiyesine ilişkin olarak zamanaşımı süresi yasada belirtilmemiştir.Bu süre katkı payı bakımından 743 sayılı yasa bakımından 10 yıl olarak değerlendirilmekteyken yeni yasada bir boşluk bulunmakta ve tereddütlere yol açmaktadır.Yargıtay'ın bu konuda açık bir içtihadı da yoktur."(AÖ/KÖ)