1995 yazında üniversite harçlarına yaklaşık yüzde 300 zam yapılacağı[1] haberi üzerine farklı üniversitelerden öğrenciler ‘Ankara Üniversiteleri Öğrenci Koordinasyonu’ adı altında örgütlenerek harçları protesto etmek için eylemlere başladı.
29 Şubat 1996’da 11 üniversite öğrencisi TBMM’de Genel Kurul sırasında ‘okuma hakkımız engellenemez’ sloganları eşliğinde dinleyici localarından ‘Harçlara Hayır’ yazılı bir pankart sallandırdı. DYP İstanbul Milletvekili ve eski İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, “Kim sokuyor bu teröristleri buraya” diyerek Meclis’te olay çıkartmıştı.
Milliyet’te ertesi gün çıkan habere göre pankartı açan öğrencilerin isim ve okulları şöyleydi: Gazi Üniversitesi'nden Deniz Kartal; Hacettepe Üniversitesi'nden Deniz Erdoğan, Deniz Karaaslan, Hülya Yeşilyurt, Bahadır Ahıska, Hacı Ferhan Temiz, Özgür Yılmaz, İbrahim Altun, Metin Derinkaya, Mahmut Yılmaz ve Devrim Öz.[2] Öğrencilerden sekizi tutuklandı, yaklaşık beş gün sonra ara kararla tahliye edildi.[3] [4]
Pankart açmakla suçlanan 11 öğrenciye ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefetten Ankara 15. Asliye Mahkemesi’nde dava açıldı, aralarından sekizi 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
1998’de Yargıtay, eylemin ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı olmayan demokratik bir tepki olduğunu savunarak mahkumiyet kararını bozdu. Temmuz 1998’de beraat ettiler, ancak pankart davası burada bitmedi.[5] [6]
‘Pankartçılar’ DGM’de
Meclisteki eylemden kısa bir süre sonra, 17 Nisan 1996’da, pankartı açan Mahmut Yılmaz, Bahadır Ahıska ve Deniz Kartal’ın da aralarında bulunduğu harç protestolarına öncülük eden onlarca öğrencinin evleri basıldı. Gözaltına alınarak iki hafta boyunca işkenceden geçirildiler.
Medyada ‘kalemli terör örgütü’ adıyla anılarak yıllarca gündemden düşmeyecek dava süreci böyle başladı.
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) görülen ilk dava sonucunda 1996’da sekiz öğrenciye “1980 öncesinde faaliyet gösteren yasa dışı Dev-Yol örgütünü yeniden toparlamaya çalışan” silahlı bir örgütün üyesi oldukları ve molotof kokteyli attıkları gerekçesiyle 18 yıla varan hapis cezaları verildi.[7]
Yargıtay, “Dev-Yol’un devamı olan silahlı bir örgütün varlığına dair yeterli kanıt olmadığına” karar verdi. Temmuz 1998’de yaklaşık 2,5 senedir hapiste olan öğrenciler de tahliye edilince tutuklu sanık kalmadı.
Önce ‘silahlı’ sonra ‘silahsız’ örgüt
Davadan sonra hayat1996’da Meclis’te pankart açtıktan sonra uzun yıllar örgüt suçuyla yargılanan öğrenciler sicillerinden dolayı birçok işe başvuramadıklarını anlatmıştı.[8] 2009’da Bahadır Ahıska, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde doktora öğrencisiydi ve yeminli tercümanlık yapıyordu. Ahıska, Halkevleri üye olduğunu ve parasız eğitim ve sağlık hakkı için mücadele etmeye devam ettiğini anlatmıştı. Mahmut Yılmaz, ancak kamu haklarının iadesinden sonra mesleğini (psikanalitik psikoterapi) yapabildiğini söylemişti. Pankartı beline sararak Meclis’e sokan Deniz Kartal da İngiltere'de ‘Sosyalist Anarşist Kadınlar’ ve etnik azınlık gruplarıyla faaliyetler yürütüyor, geçimini sağlamak için de bir kafede çalışıyordu.[9] Özgür Tüfekçi bir süre Halkevleri Genel Merkezi’nde çalıştı, Nota Bene Yayınları’nın kurucuları arasında yer aldı. |
Yargıtay’ın kararı üzerine yeniden başlayan davada DGM bu sefer öğrencilerin ‘silahsız terör örgütü’ mensubu olduklarına karar verdi. Aralık 1999’da Yargıtay ‘silahsız terör örgütü’ oldukları ve patlayıcı madde attıkları gerekçesiyle dokuz öğrenciye verilen sekiz yıllık hapis cezasını onadı.[10] 2000 Şubat’ta beş öğrenci hakkında tekrardan tutuklama kararı çıktı.[11]
Tekrardan cezaevine giren öğrencilerden biri de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Özgür Tüfekçi’ydi. Pankart davasından tutuklandığında 21 yaşındaydı, ikinci kez tahliye edildiğinde 25 yaşına gelmişti. Toplam üç senesini cezaevinde geçiren Tüfekçi, ‘kalemli çete’ davasını anlattı.
Harçları protesto eylemleri nasıl başladı?
1995 yazında üniversite harçlarına yüzde 350 zam yapılacağı duyurusu halihazırda liberal politikalar, faşizm ve gericilikle mücadele eden; özerkliği ve demokratikliği savunan öğrenciler için bir işaret fişeği gibiydi. Bu yüksek zam, “üniversite kapıları yoksul çocuklarına, emekli çocuklarına kapatılacak” dediğimiz şeyin ta kendisiydi.
Ben o sırada Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler’deydim, 21 yaşındaydım. 95 yazı, büyük kentlerde yapılan çalışmalarla Üniversite Öğrencileri Koordinasyonu’nun kuruluşuna işaret eder. Semt semt dolaşarak 350 bin imza topladık. Daha önce hiç temas etmediğimiz insanlara dert anlatırken bulduk kendimizi, sokaktaki teyzeye, amcaya, esnafa...
20 Ekim 1995’te Kızılay Meydanı’nda bu imzaların deklarasyonu olacak ve meclise iletilecekti, koordinasyonun ilk merkezi eylem çağrısıydı. 80’den sonra üniversite öğrencilerinin ilk kez kitlesel olarak sokağa çıkmış olduğu eylemdi. O gün gözaltına alındım. Sonra çok fazla eylem gerçekleştirildi, Ankara Kızılay’da, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda.
95 ve 96 seneleri boyunca, mecliste pankart açılmadan önce neler yapıldı eylemlerde?
Bir kampanyaya dönüştürmüştük, harçları ödemiyorduk. Ama harç ücretlerini toplumsal fayda gördüğümüz yerlere veriyorduk, cebe atmıyorduk yani. Örneğin Afyon depreminden sonra iki otobüs Dinar’a gittik, elbette polis eskortuyla. Herkese bir helikopter eşlik etti, hatta ‘bunlar ne çok benzin yakmıştır amma masraf ettirdik’ diye dalga geçmiştik. Çarpıcı, haylaz eylemler yapmaya çalışıyorduk.
O dönem harçlara karşı mücadele kimi sol çevreler tarafından gayri ciddi bulundu, sivil toplumcu hareket gibi algılandı. “Devrimci mücadelenin ana ögesi olamaz, bir dinamik oluşturmaz, revizyonist, reformist bir yaklaşım” diye tabir edildi.
Ama üniversiteler harçları ödememe meselesini ciddiye aldı. Arkadaşlarımız okullarından atılmaya başladı. Mecliste pankart açan yedi arkadaşımız harç yatırmadıkları için Hacettepe ve Gazi’den atılmışlardı.
Mecliste pankart açma fikri nasıl ortaya çıktı?
Meclis bu duruma tekrar dikkat çekmek için iyi bir adresti, çarpıcı olur diye düşündük. Fiilen olmasa da sembolik temsiliyeti vardı, biz de “gidelim kendimizi temsil edelim, bu sıkıntıya işaret edelim” dedik. Eylemin karar vericileri arasında birçok üniversiteden arkadaşımız vardı, ben de onların arasındaydım. Öncesinde meclisi keşfe gitmiştim, nereden içeri girilebilir, ne nasıl yapılır diye.
Genel Kurul devam ederken arkadaşlarımız dinleyici localarında pankart açtı. Tutuklandılar ve bir hafta sonra ara kararla tahliye edildiler. Bu olaydan sonra toplumda epey sempati oluştu. Bir yandan da birçok fakültede koordinasyon bileşeni cepheler kuruluyordu. Eylemler, etkinlikler rutin hale gelmişti ve giderek kitleselleşiyordu.
Ne zaman gözaltına alındınız?
17 Nisan’da operasyon gerçekleştirildi. Polis evlere baskın yaparak kim var kim yoksa topladı. Gözaltına alınan 50’nin üzerinde arkadaştık. 15 gün gözaltında tutulduk ve yoğun işkenceye maruz kaldık.
Sorgularımız DGM savcısı Nuh Mete Yüksel eşliğinde Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün Terörle Mücadele Şubesi’ndeki işkencehanede yapılmıştı. “Hizmetin büyüğü bizde, savcıyı ayağınıza getirdik” demişlerdi, savcı Nuh Mete Yüksel yan odadaydı. Yanına götürüyorlar, biz ‘içeride işkence yapıyorlar, perişan ettiler’ diyoruz o ‘olmamış, geri götürün’ diyordu.
Aslında bizim koordinasyon toplantıları herkese açıktı, yani polisler her şeyi bizden fazla biliyorlardı zaten… Ama bazı belgeler imzalatmaya çalıştılar. Esas amaçları kitleselleşen bu hareketi yok etmekti. İşkence çok ağırdı, askıdan dolayı sol kolumu kaldıramadım altı ay. Ama işkenceyi belgeleyemedik.
İşkence sizin davanızda Manisalı gençler davasında olduğu kadar öne çıkmadı değil mi?
Manisa davasıyla farklıydık, çünkü biz işkence üzerinde durmamıştık. Oraya çok takılmamıştık açıkçası. “Sorguları işkence sırasında aldılar” diye bir iki cümle ettik en fazla. Hem onlardan yaşça daha büyüktük, 20-23 yaşları arasındaydık, hem de algılarımız farklıydı. “Demokrasi mücadelesinde bedel ödenir, işkence, travma muhakkak” diyorduk. Mücadelenin yeniden ayağa kaldırılması, topluma dert anlatılması daha önemliydi. Özerk, demokratik, parasız ve bilimsel eğitim üzerineydi hep savunmalarımız, basın açıklamalarımız.
Ne zaman tutuklandınız?
Gözaltından sonra 1 Mayıs 1996’da tutuklandık. O gün 1 Mayıs eylemini adliye penceresinden seyrettiğimizi hatırlıyorum.
Neyle suçlanıyordunuz?
Tutuklanan 8 kişiydik, silahlı örgüt üyesi olmakla suçlandık. Emniyet savılığa, savcı da mahkemeye Üniversite Koordinasyonu’nun kökeninin Mahir Çayan’dan, THKP-C’den, DEV-YOL’dan geldiğini, yapının sempatik gözükse de silahlı illegal örgüt olduğunu, yapılanın da bir terör eylemi olduğunu söyledi. Esasında Üniversite Öğrencileri koordinasyonunun bileşenleri çok fazlaydı. Düşünsel platformu hazırlayan, bağımsız bir öğrenci örgütlenmesi fikrini ortaya atan ise ‘Devrimci Gençlik’ti.
Bu örgütlerin devamı olduğunuza dair delil olarak ne göstermişlerdi?
80 öncesinden pankartlar, bildiri metinleri teşhir masasına dizilerek basına gösterildi, bizim için müze gibiydi. Birbirimizi dürtüp eski pankartları gösteriyorduk. Tabii bu işin eğlenceli kısmıydı. Ama her şey bu kadar eğlenceli değildi, yargılama 10 ay sürdü.
“Evleri bastık molotof çıktı” demişlerdi. Silahlı örgüte delil oluştursun diye biz gözaltındayken, arama yapmadan önceki gece apartmana paket paket rakı şişeleri taşımışlar, içlerinde benzinler… O derece ki bütün apartman kokmuş. Şişelerde parmak izi tespiti yapılması için ısrarla bilirkişi raporu istedik kriminolojiden, sonunda mahkeme kabul etti. Bu sefer emniyet “delilleri yok ettik” dedi.
Sonuçta yargıtay ‘silahlı örgüt’ kararını bozdu ve ‘silahsız örgüt’e düşürüldük. DGM’de yargılama yine başladı. Hakim Okyay Mehmet Turgut Yargıtay’ın kararı üzerine Emniyet’ten tekrar görüş istedi. Emniyet, “Şu anda silahları olmasa da tarih bize bu gençlerin bir kısmının dağ kadrolarına katılacağı, silahlı yapı oluşturacağını gösterir. Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş örneklerine bakınız, 68 öğrenci hareketi böyle başlar” deyince mahkeme de “artık bu kepazeliğe son verelim” dedi. Hakim de çok yorulmuştu aslında, “Gün bugün, sizi tahliye ediyorum” dedi.
Kalemli terör örgütü lafı suçlamanın ‘silahsız örgüt’e değiştirilmesi üzerine mi çıktı?
Avukat Şenal Sarıhan bir basın demecinde öyle demişti sağ olsun, sonra hep ‘kalemli çete’ diye anıldık. 96 davası diye de anıldı, çünkü yargılama 96’daydı ve toplamda 96 sene hapis cezası almıştık.
Üniversite öğrencileri bu dava üzerine ‘arkadaşlarımızı geri istiyoruz’ diye sokağa çıktı ve yine dinamik bir hale büründü mücadele. Tam da Susurluk’un patladığı süreçten bahsediyoruz, bir yandan biz, bir yandan Manisalı gençler... O dönemki manşetlere bakarsanız kamuoyunda adaletten başka bir şey konuşulmuyordu.
Bu konjonktür “silahlı örgüt değil” kararını verdirtti mahkemeye. Sonuçta devlet istediği kararı aldırmaya alışık, ama böylesine bir dirençle karşılaşınca zorlandılar.
Ne kadar yattınız?
Toplamda üç sene. İlk olarak 27 ay içeride kaldık. 98’de tahliye edildik. Sonra dava tekrar görülmeye başlandı, DGM’ye “silahsız örgüt” suçlamasıyla geri geldik. Bu son duruşmaya 99 avukatla girmiştik, aralarında Şenal Sarıhan, Fikret İlkiz, Kazım Genç, Oya Ersoy vardı. Buna rağmen 99 Aralık’ta sekiz yıllık cezamız onandı ve tekrar dört kişi cezaevine girdik. 2000’in sonunda ‘Rahşan Affı’ndan[12] faydalandık ve çıktık.
Çıktığınızda nasıldı ortam? Sizin psikolojiniz nasıldı?
Bu travmaları yaşayanlar arasında en şanslılardanız. Dava sürecinde ailelerimiz, arkadaşlarımız yanımızdan hiç eksik olmadı. Sayısını bilemediğim, valizlerde sakladığımız 10 bini aşkın kart postal, mektup var.
Biz de içeriden mücadelenin parçasıydık, sürekli yazışmalar, savunma hazırlamalar, düzenli avukat görüşleri, tartışmalar… Ailelerimiz de dışarıdaki mücadeleyi sürüklediler, cezaevine her hafta şen şakrak düğüne gelir gibi geliyorlardı.
Çıktığımızda mevcut yapılar çok zayıflamıştı ama devam ediyordu. Koordinasyon da varlığını sürdürüyordu ama birkaç sene sonra bıraktılar. O eski gücü, hareketliliği yoktu.
Sonra ne yaptınız?
2002’de tekrar kayıt yaptırabildim okula, 2005’te Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi iktisat bölümünden mezun oldum. Artık çocuğum vardı. Epey zaman Halkevleri genel merkezinde çalıştım. Nota Bene yayınlarının kurucuları arasında yer aldım, 2010-2014 arasında orada çalıştım.
"Genç arkadaşlar hareketli ve dinamikler"
Bugünkü durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz o yıllarda liberal dönüşümden bahsediyorduk, artık bu tamamlandı. Eğitim, sağlık gibi kamusal hizmetler parayla satılan metalar haline getirildi. Bugün de yasalar değiştirilerek özelleştirmeye dair bir sürü teşvik oluşturuluyor, devlet üniversiteleri özel üniversite gibi çalışmaya teşvik ediliyor.
Harçlar 2012’de kaldırıldı ama umutlu olunacak bir şey yok. Bizim savunduğumuz sermayenin değil toplumun hizmetinde olan, kar değil toplumsal fayda gözeten ve bilimselliği esas alan üniversitelerdi.
Sağlık Bakanları da çıkıp konuştular “harcamalarımız şu kadar bu kadar artıyor” diye ama harcamalara bakınca korkunç bir tablo görüyor, dehşete kapılıyorsunuz. Devlete tek bir yatırım yok ama özel hastaneden geçilmiyor.
Bugün mücadeleyi sürdüren genç arkadaşları takip etmeye, yaptıklarını izlemeye çalışıyorum, son derece hareketli ve dinamikler. Aslında bugün mücadele konusu o kadar çok başlık var ki. Ulaşım, barınma, hatta kitap, defter sorunu bile var. Bu da mücadeleyi kitleselleştirmek için bir şans aslında. Üniversite öğrencileri bunları gündem ediyorlar, umutsuz değilim.
Meclisteki pankarttan 14 yıl sonra, o zamanlar Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu bir çalıştayda parasız eğitim talebiyle pankart açan Ferhat Tüzer ile Berna Yılmaz da 8,5 yıl hapis cezası aldı. Değişen bir şey yok gibi sanki...
Parasız eğitim ve sağlık devletin esasına dair tartışma konularıdır. Devletin ne için ve ne biçimde çalıştığına işaret eder. Bu yüzden çok tehlikeli görülür. Parasız eğitim talebi üniversite kapısının size açık olup olmamasıyla ilgilidir, yani aynı zamanda bir demokrasi mücadelesidir. Dolayısıyla bu tarz talepler devlet tarafından hep sert karşılanacaktır. Demokrasi söylemi ortalarda gezinse de devletin kendi koruma refleksi hiç ortadan kalkmıyor. (Eİ/HK)
[1] “Öğrenci harçlarına rekor zam”, Milliyet, 23.07.1995
[2] “TBMM'de pankartlı eylem”, Milliyet, 01.03.1996
[3] “Meclis eylemcilerine tutuklama”, Milliyet, 02.03.1996
[4] "Meclis'te ilk pankart açanların bugünü", Radikal, 21.11.2009
[5] "Yargıtay: Pankart eylemi demokratik", 03.04.1998, Milliyet
[6] "Pankartçılar beraat etti", Milliyet, 04.07.1998
[7] “Pankart cezasına onay yok”, Milliyet, 19.03.1998
[8] "Harçlar gitti, geriye cezası kaldı", Radikal, 29.08.2012
[9] "Meclis'te ilk pankart açanların bugünü", Radikal, 21.11.2009
[10] “Pankartçı gençlere örgüt cezası”, Milliyet, 23.12.1999
[11] 'Silahsız terör örgütü' üyeleri yine cezaevinde, Milliyet, 09.02.2000
[12] Kamuoyunda ‘Rahşan affı’ olarak bilinen, 21 Aralık 2000’de yürürlüğe giren 4616 sayılı ‘23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun’