Çünkü Ceza İnfaz Yasası üzerine söyleşi yapmayı düşündüğüm Cumhuriyet Halk Partili (CHP) milletvekili Orhan Eraslan'ın, hangi dergi için konuştuğunu bilmesinin doğal hakkı olduğunu düşünüyordum... 'Hay bunu düşünmez olaydım' demem için ise, Meclis'in Dikmen Kapısından girmem yeterli oldu.
"Dergi kaçak mı, değil mi; söyle bakalım!"
Tabii ki milletin Meclisi'nin bahçe kapısından içeriye girerken, polisler karşılıyor sizi. Önce polislere yaklaştırmadan çantanızı, aranması için masanın üzerine bırakıyorsunuz. Üstünüz, elinizdeki dergi, cebinizdeki kibrit kutusunun içi, kaleminizin silah olup olmadığının tespiti... Akla o an geldiği çok belli olan keyfi sorular ise, bundan hemen sonra geliyor. Bir polis çantanızı, diğeri üstünüzü ararken, biri de ayak üstü sorguya çekiyor: "Kiminle görüşeceksiniz?" diye başlayıp, "niye burdasın"a varan sorular...
Elimdeki Express dergisini gören polislerden biri, sayfaları karıştırmaya başlıyor. Küçük karakterli yazıları okumaktan çok, sakıncalı fotoğraf arıyor. Bundan da sıkıldıktan sonra yanındaki arkadaşına, şaka yollu "Lan şu Exspress'i biliyon mu, yasak mı, değil mi?" diye soruyor. Ben, "Hayır, değil" diye atılınca, fikrimi önemsemediğini gösterip, yazı ve söyleşi başlıklarını okumaya koyuluyor... En sonunda o da kısa yolu deneyip, rulo yaptığı dergiyi masanın üstüne atarak, "Dergi kaçak mı, değil mi; söyle bakalım" diye soruyor...
'Bonus' saçlar başa bela!
Express'in hayli dikkat çekmesinin, aslında pek bir nedeni yoktu. Belki de dergiden çok, arkadaşlarımın "bonus" deyip, alaya aldığı saçlarım şiveli konuşmamla birleşince, polise "doğal tehlike" olarak görünüyorum, bilmiyorum.
Üstüm ve çantam aranırken, "bu dergi yasak mı, yerel veya ulusal mı" şeklindeki sorularını yanıtlamam, polisleri tatmin etmiyor. En sonunda biri merakını yenemeyip "Türk müsün?" diye soruyor. Ne yalan söyleyeyim, "Hayır, Kürdüm" deme cüret ve kahramanlığını gösteremeyip, "Evet, Türk'üm ama Hakkariliyim" diyorum.
Beş dakikalık bu tatsız deneyimden sonra, diğer ziyaretçilerin aksine, kapı girişindeki kulübeye alınıyorum; "sakıncalı" olduğumu, hiçbir somut neden olmadığı halde, demek ki "hissediyorlar"! Tabii ki orada da Express dergisi üç polis tarafından okunuyor. Derginin sayfa tasarımı gözlerini yormuş olmalı ki, "yasak değilse alabilirsin" diyorlar. Ardından Orhan Eraslan'ın makamı telefonla aranarak, beklenen kişi olduğum teyit ettiriliyor.
Yeleğin kapşonu, kazağın altı...
Bunun üzerine polis kulübesinden ayrılarak Ziyaretçi Girişi'nin önündeki yüzü aşkın ziyaretçi kalabalığını yarıp, girişteki polise de kararlı bakışlar fırlatıp, "önemli" bir işim olduğunu söyleyerek Ziyaretçi Girişi denen mekana varıyorum. Tüm bu gelişmeler, yirmi dakikacıkta halloluveriyor!
Oradaki arama noktasında başıma geleceklerden habersiz, beş dakika sonra karşısına oturacağım milletvekiline yöneltmeyi düşündüğüm soruları geçiriyorum aklımdan. Çantamı "kontrol kabinine" (gerçek adını bilmiyorum) bırakırken, cep telefonumu, anahtarımı yan tarafa bırakarak, "iks rey" cihazından geçiyorum. Mont, atkı ve beremi masanın üstüne koymamı istiyor, saçları ağarmış bir polis. Bu sırada kuyrukta birbirini atlatmaya çalışan ziyaretçileri de sakinleştirmeye çalışıyor. Cihaz kendisini tatmin etmemiş olacak, üstümü aramaya başlıyor; yeleğimin kapüşonunu çıkarıyor, kalemimin silah olup olmadığına bakıyor, kazağımı yukarı çıkararak, altında pankart-mankart ararken, "var mı üstünde kaçak bişey" diye soruyor. Sorunun mantığını kavramaya çalışırken duraklıyor sonra kararlı bir sesle, üstümde kaçak birşey olmadığını söylüyorum.
Yan taraftaki polis, içeri sokulmasına izin verilmeyen eşyaların toplandığı kabindeki polisleri işaret ederek, çantamı, atkı ve beremi oraya teslim etmemi istiyor. Gazeteci olduğumu söyleyip, allahtan Express kartım olmadığı için, daha önce çalıştığım gazetenin adını söylüyor ve "basın kartı"mı gösteriyorum. Sonra da elimdeki Express'le birlikte çanta, atkı ve beremi, kabindeki polislere teslim ederken, acınası bir ses tonuyla, "İyi ama ben söyleşi yapmaya geldim ve fotoğraf makinesi, ses kayıt cihazı ve kasetlere ihtiyacım var" diyorum.
Şimdi de A4 kağıdı
Netice itibariyle, milletvekilinin içeri girmeme izin vermeleri için giriş kapısına gönderdiği iki faksın da "yerine ulaşamamasını", bu sırada oradaki insanların neler neler çektiğini, geri dönmeye yeltenmekten de "şüphe çeker" korkusuyla vazgeçtiğimi, Eraslan'in devreye girmesiyle ağlamaktan son anda vazgeçtiğimi söylememin haber değeri yok...
Saatler sonra nihayet elimde artık bir ziyaretçi kartım var. Fotoğraf makinesi taşıdığımı, bunu kabul edip etmediğini Eraslan'a telefonla soran polisler, olumlu yanıt alıyorlar. Akabinde Express'i dönüşte alabileceğimi, çünkü derginin içindeki iki A4 kağıdının da kuşkulu olduğunu belirtiyorlar.
A4 kağıdındaki soruların, vekille yapacağım söyleşinin soruları olduğunu izah edip ardından gelecek sorulara katlanmak yerine, tabii ki yalanı patlatıveriyorum. Nitekim, soruların Eraslan tarafından yazıldığını, dergiyi de telefonda konuşurken çarşıdan almamı Eraslan'ın rica ettiğini, dergiyi ilk kez gördüğümü ama yasak ve 'tehlikeli' olmadığını bildiğimi söyleyip, yüzüme çaresizlik ifadesini de ekleyince, ilginç biçimde hemen de ikna oluyorlar.
Sivil ve tatlı bir yüz!
Üstümde Express adında bir derginin olduğunu, beni bu vaziyette makamına kabul edip etmeyeceğini Eraslan'a üçüncü defa teyit ettiren polisler, yanıma "her tehlikeye karşı" bir polis memuru vererek, gönderiyorlar beni.
Başka bir yerden, başka bir ziyaretçi kartı aldıktan beş dakika sonra da, ziyaretçi salonundaki onlarca çaresiz insanı ardımda bırakmış, saat 13.30'dan beri (saat 15.30'u bulmuştu) beni bekleyen Orhan Eraslan'ın sivil ve tatlı yüzüyle karşılaşıyorum nihayet.(Tabii ses kayıt cihazımın, sabah evde kullandığım gibi çalışmadığını, merakına engel olamayan bir polis tarafından kurcalanıp, arıza yaptığını anlatıp sizi daha fazla meşgûl etmeyeceğim.)
Acilen sigara içmek istediğimi, Meclis girişindeki muamelenin Amerikan havaalanlarındaki yabancılara bile yapılmadığını söylüyorum kendisine. "Öyledir" deyip çay ve sigara ikram ediyor. Ben de kendisi için getirdiğim Express'i verirken, hayatım boyunca bir dergi yüzünden ilk defa başıma bu kadar iş geldiğini anlatıyorum... Muhtemelen o da ben de başıma gelenlerin müsebbibinin dergi olmadığını bildiğimizden, 17 Aralık'a dair öngörülerde bulunup hadiseyi unutmaya çabalıyoruz.
Olmamış varsaymak
Eraslan'la bir buçuk saat süren keyifli görüşmemizden sonra, kendisine teşekkür edip, odasından ayrılırken, Meclis girişinde başıma gelenleri, olmamış varsaymaya çalışıyorum.
Ve zaten Eraslan'ın odasından çıkar çıkmaz, 'tak' diye "hazır ol"a geçen ve bir buçuk saattir beni beklediğini daha sonra kendisinden öğrendiğim, beni Meclisin dışına çıkana kadar izlemekle görevlendirilen genç polis memuruyla karşılaşmasaydım, muhtemelen tüm olanları "olmamış" varsayacak ve bu uzun yazıyla başınızı ağrıtmayacaktım... (BB)
* Benzer uygulamalar ve bu tür meselelere takılmamı açıklayan gerekçeler için, "İmza, Kaşe ve Mühürlü Hayatlar", "Madem Kurşun, Niye Şeker", "Yedek Subay Adayları Şafağı Bekledi", "Adını Koysunlar da Hal'imizi Bilelim', başlıklı yazılarımı bianet'in arşivinden bulmanız mümkündür.